Acilen silkinip birbirimizi tüketmeyi bırakıp öfkeyi doğru yere yönlendirmemiz lazım. Birbirimizle kavga etmenin sırası değil. Yangın var. Herkes bulduğu kovayı dolduracak, kovayı tutuş şeklinden kavga etmeyi bırakacak. Zinciri oluşturup harekete geçmemiz lazım. Yangın söndürücüsü olanı, tüpün rengini beğenmedik diye almama lüksümüz yok.

Bazı günler vardır, her şey arka arkaya ters gider. Güne yandaki inşaatın matkap sesiyle başlarsın, uyanır uyanmaz kötü haberler alırsın. Daha ne olabilir, derken üstüne elektrik gider. Dünyada ne kadar kırmızı ışık varsa yakalanırsın. Önünden "vınn" diye 200 ile giden adamı durdurmazlar, sen 60 ile giderken sağa çektirirler. Market sırasında havuç nedeniyle kavga çıkar, otoparkta yamuk park edenler yüzünden dört tur atarsın. Her şeye geç kalırsın, sinirlerin laçkalaşır, sabrının limitleri her bir köşeden ayrı ayrı zorlanır. Sonra kendini elinde poşetler, bozuk para bulamadığın için ağlarken ya da yol tarifi soran birine patlarken bulursun. Uzun zamandır her gün böyle, ülkece. Her şey arka arkaya ters gidiyor, tam bir köşesinden tuttuk diyoruz, aklımızın almadığı bir yasa tasarısı geçiyor. Her an patlamak üzere bekleyen sinir küplerine döndük ve işin kötüsü, her an da patlayabiliyoruz; hem de birbirimize.

Evden çıkmadığım, ağaç dışında bir şey görmediğim günlerin bazılarında bile, gece yatağa girdiğimde kafamın uğuldadığını hissediyorum. Dönen tartışmalara yetişmek için günde takribi 30 saat gerekiyor. İktidarı ve iktidara rağmen nefes alabilmeyi bir kenara koyarak söylüyorum, muhalif kesimin kendi arasında ayrıştığı ve tartıştığı konulara yetişmek imkansız. Herkes dokunsan patlayacak durumda ve patlıyor da. Herkesin her şeyin profesörü olduğu, neyin nasıl yapılması gerektiğinin en iyisini bildiği, tek çözüm üretenin kendisi olduğuna inandığı, okumaktan çok yazdığı, dinlemekten çok konuştuğu, kolayca tetiklendiği ve tüm bunları üstenci bir üslupla yaptığı bir dönemdeyiz.

Çok geç gördüğüm, Cumartesi Anneleri/İnsanları tartışmasından örneklendirmek isterim. Biz onları Cumartesi Anneleri olarak tanıyoruz, meğer ismi kendileri koymamışlar, basın koymuş. Bir süredir Cumartesi İnsanları olarak duyuru yapıyorlarmış. Politik doğruculuğun bir kanser gibi sola yayıldığını düşünen kişiler ise, haliyle senelerce Cumartesi Anneleri diye bilinen grubun aniden “insanları” başlığıyla çıkmasını yadırgayıp tepki vermiş. Zaten sosyal medyada ilk verilen tepki, bir diğerini tetikliyor; o yüzden etkiyi de tepkiyi de büyütmek özellikle Twitter özelinde oldukça hızlı oluyor.

Bir kesim politik doğruculuk konusunda hassas olduğundan hızlıca tetiklenmiş ve sert eleştiride bulunmuşlar. Bunun karşılığında olayı bilen kişiler açıklama yapmış, ama bu açıklamalardaki üslup olayı sakinleştirmiyor, aksine dozajı artırıyor. Bunun üzerine, açıklamadan sonra eleştiride bulunanlar, “Biz bunu bilmek zorunda mıyız yazsaydınız ya” diye yine dozu artırarak sinirleniyor. Tartışmayı orada bıraktım, ama karşı taraf da “Bu şu zamandan beri böyle, kaç sefer yazacağız” diye çıkışabilir ve bitmeyen tartışma sonsuz bir döngüye girebilir.

Peki tüm bunlar tartışılırken Cumartesi Anneleri/İnsanları ne demiş? Kimse hatırlamıyor, bundan bahseden de yok.

Benzer senaryolar birçok konuda yaşanıyor. Bir kadın, “Biz kadınlar her ay kanıyor ve zorunlu ihtiyacımız olan pedlere %18 KDV ödüyoruz.” yazdığı anda konu bu tweet’te neden trans kelimesinin geçmediğine geliyor. Saatlerce, bazen günlerce süren tartışmalar dönüyor, linçler başlıyor. Sonuç ne? Ped için hala %18 KDV ödüyoruz. 8 Mart sonrası, 8 Mart’ın anlamı dışında her şeyi tartıştık. Merkez gidiyor, eksen kayıyor, doz gittikçe yükseldiğinden bunun farkında dahi olunmuyor.

İşin dayanışma boyutu ise daha fena. Hassasiyetlere her bir cümlede yer verme baskısından; oluşumlar basit bir tweet atarken dahi saatlerce düşünüyor, tartıyor, harekete geçmekte zorlanıyor.

Karşı tarafla kavga güç dengesizliği yüzünden imkansız hale geldiğinden mi, yoksa insanın en yakınına patlaması refleks olduğundan mı bilmiyorum; ama küçücük bir kıvılcım muhalif kesimin birbirine öfke kusmasına yetiyor. Biz birbirimizi söylemler üzerinden tüketirken; seçim yasası değişiyor, Diyanet'e ucu açık yetkiler veriliyor.

Öfke doğru yere yöneltildiğinde tüketici değil, harekete geçirici bir duygu olabilir. Acilen silkinip birbirimizi tüketmeyi bırakıp öfkeyi doğru yere yönlendirmemiz lazım. Birbirimizle kavga etmenin sırası değil. Yangın var. Herkes bulduğu kovayı dolduracak, kovayı tutuş şeklinden kavga etmeyi bırakacak. Zinciri oluşturup harekete geçmemiz lazım. Yangın söndürücüsü olanı, tüpün rengini beğenmedik diye almama lüksümüz yok. Hortumun çapı hakkında tartışacak vaktimiz yok. Suyu şöyle dökerseniz olmaz, diye uzun uzun anlatanı dinlerken diğer oda alev alıyor; iyi olmadığını düşünenin doğrusunu yapıp göstermesi lazım. Başka türlü olmayacak. Safları sıklaştırıp dört bir koldan bu yangını söndüreceğiz. Söndürmek zorundayız. Yoksa evimiz kül olacak, odalardaki duvar kağıdının deseni hakkında tartışacak bir yuvamız kalmayacak.

Yangın sönünce, hepsini oturur konuşuruz. Gerekirse, baştan inşaa ederiz. Bir yangın daha çıkmaması için önlemleri alırız. Şimdi, harekete geçme vakti. HADİ!