Türkiye bir NATO ülkesi ve aynı zamanda Rusya ve Ukrayna’nın da stratejik ortağı olarak önemli bir sınav veriyor. Türkiye üç tarafın da beklentilerine cevap vermeye çalışırken kendi çıkarlarını korumak için mekik diplomasisi yürütmeye başladı. Montrö’nün değeri ise her geçen gün biraz daha anlaşılıyor

NATO Soğuk savaş yıllarından sonra en önemli zirvesini Belçika’nın ve NATO’nun başkenti Brüksel’de gerçekleştiriyor. Normal zamanda oldukça sıkıcı ve gri bir şehir olan Brüksel’de NATO zirvesinin gerçekleştiği karargâh oldukça hareketli.

Soğuk savaşı saymazsak 1949’dan beri en büyük krizi ile karşı karşıya olan NATO, tam da küresel ayrışmaların konuşulmaya başlandığı son yıllarda oldukça ciddi bir itibar kaybetmişti. İletişim araçlarını bu itibarı geri kazanmak için özellikle pandemi döneminde daha verimli kullanmaya başlayan NATO, müttefikler arasında ayrışma konularında daha fazla diyalog ortamı oluşturmaya çalışıyordu. Pandemi döneminde Rusya’nın Nato müttefiklerinden önce İtalya’ya yardımları ulaştırması ve Roma’da bugünlerde üzerine Ukrayna bayrağı yansıtılan dünyaca ünlü tarihi yapı Kolezyum’da verdikleri görüntü ise halen akıllarda.

e1-countries-turkey3

ANIMUS IN CONSULENDO LIBER

1959'da dönemin NATO Genel Sekreteri Paul-Henri Spaak İttifakın ortaklık anlayışını bir motto ile dünyaya duyurmak ister. Ve o dönemde Kuzey Atlantik Konseyi'nde görev yapan daimi temsilcilerin duayeni olan Belçika'nın NATO Daimi Temsilcisi André de Staercke'nin önerisi üzerine Romalı tarihçi Sallustius'un yazdığı “Catiline tertibi” adlı eserinde geçen “Animus in consulendo liber “ “Özgür irade ile birbirine danışmak” sözü Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün sloganı haline gelir.

NATO üyelerinin son dönemde özgür iradelerinin dışında Amerika, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın ana karar alıcılığında ilerlemesinin bugün gelinen noktada pek fayda sağlamadığı ise ortada. Türkiye’nin yeniden kilit müttefik üye konumunu tarihin bu dönüm noktasında doğru siyasal iletişim yöntemi ile güçlendirmesi ise mümkün.

Almanya’nın durumu ise beklenmedik bir şekilde karışık. Angela Merkel’in Şansölyelik görevini Olaf Scholz’a devretmesinin hemen ardından patlayan Rusya – Ukrayna krizine karşı Almanya iyi bir sınav verebilmiş değil. Amerika’nın başını çektiği müttefikler Avrupa’da Rusya’ya ciddi bir baskı oluşturmaya başlamış, İsviçre bile 207 yıllık tarafsızlığını bir kenara bırakmışken Almanya oldukça temkinli ve çekingen kalmış durumda. Öyle ki; Şansölye Scholz Almanya Federal Meclisi Bundestag'ta yaptığı konuşmasında, “Yaptırımlar Avrupa devletlerine Rus yönetiminden daha fazla zarar vermemeli” ifadesini kullanmaktan çekinmedi.

Hatta konuşmasına “Rusya’ya enerji bağımlılığını bir günde bitiremeyeceğini, bu durumun resesyona neden olarak yüz binlerce işi ve tüm sanayi sektörlerini tehlikeye atacak.” Diyerek konuya oldukça gerçekçi yaklaştı. Bu açıklamalar ve alınmayan geniş kapsamlı yaptırım kararlarının, Almanya’nın Oligark yatlarına el koyması ve Brandenburg Kapısı’na yansıtılan Ukrayna bayrağı ile sınırlı kalan tepkisiyle birlikte düşünüldüğünde sadece bir siyasal iletişim oyunu oynadığı fikri oluşuyor.

TÜRKİYE'NİN DENGE VE ÇÖZÜM ÇABASI

Türkiye bir NATO ülkesi ve aynı zamanda Rusya ve Ukrayna’nın da stratejik ortağı olarak önemli bir sınav veriyor. Türkiye üç tarafın da beklentilerine cevap vermeye çalışırken kendi çıkarlarını korumak için mekik diplomasisi yürütmeye başladı. Montrö’nün değeri ise her geçen gün biraz daha anlaşılıyor. 4 saat süren son MGK toplantısı bildirisindeki “Türkiye'nin, Karadeniz'de barış ve istikrarın idamesi için Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin titizlikle uygulanması da dahil olmak üzere sorumluluklarının gereğini yerine getirmesinin yanında arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık çabalarını sürdürecek" ifadesi Türkiye’nin doğru bir kamu diplomasisini devam ettirdiğinin göstergesi oldu. Türkiye devlet iletişiminde bu alanı asla boş bırakmamalı.

Tüm bu gelişmeler ile birlikte içinde bulunduğumuz bu pahalılık, yoksulluk ve tüm ekonomik sorunların yanında Türkiye savaştan uzak durarak bu süreçten kârlı çıkmaya çalışacak. Önümüzdeki süreçte tarımın, üretimin ve turizmin önemli odak noktaları haline geleceğini ön görüyor olmalı ve “Winter is coming” yerine “Summer is coming” demeye başlamamız gerekiyor.