Uzun bir aradan sonra hepinize merhaba!
Uzun zamandır Norveç’te yaşadığım için, doğduğum büyüdüğüm topraklara pandemi sonrasında (yaklaşık 2 yıl sonra) adım attığımda, insanların mutsuzluğu bir tokat gibi çarptı suratıma. Taksicisinden simitçisine, garsonundan girdiğim devlet dairelerindeki memuruna kadar herkes mi mutsuz olur? Herkesin bir koşturmacası, bir acelesi, bir keyifsizliği vardı ilk başta beni şaşırtan, sonra da üzerinde uzunca düşünmemi sağlayan. Büyüğünden küçüğüne bir ittirme kaktırma isteği, yaya olarak bana yeşil ışık yanarken, beni ezmeye çalışan gözü dönmüşlük hali, o asık yüzlerde bir hırçınlık bir kızgınlık ifadesi… Dokunsam elimde patlayacak, selam versem ona bile söylenip kızacak, boş verip gitsem ‘nedenini’ sorgulatacak.

O zamanlarda Norveç halkının sakinliğini, kendi halineliğini ve bir de bireyselliğini hatırladım. O bireyselliğe eşlik eden o boşluk halini bir de.  'Boşluk’ mu dediğinizi duyar gibiyim. Evet kocaman bir boşluk. Hiçbir uyaran yok ki Norveç insanının maruz kalacağı bir doluluk yaratsın. Gelecek kaygıları yok ki kıyıya köşeye üç beş kuruş atsın. Gelecek karanlık gelmiyor ki evlatlarını yurtdışına göndermeye çalışsın. İşsizlik dertleri yok, enflasyonları yok, dakika başı elektriğine benzinine gelen zam yok, yaşlanınca ne olacağım ben derdi yok, üniversite sınavına yarış atı gibi giren milyonlarca genç yok. Siz hiç daha yirmisinde bile olmayan onlarca gençten, üniversiteliden, geleceğin doktorlarından, mühendislerinden, öğretmenlerinden "Norveç’e nasıl gelebilirim, ben bu ülkede bir gelecek göremiyorum" diye acı dolu mesajlar aldınız mı? Siz bu gençlere yardım edemediğiniz için vicdan azabı yaşadınız mı? Siz de benim gibi koca bir ‘NEDEN’e saplanıp kaldınız mı?

Ah şu güzel ülkemdeki dengeler bir değişse, ah şu yoksulluk, bu umutsuzluk bir bitse, nasıl mutlu olacağız halbuki. Tarlada biber toplayan teyzemin yüzünün alacağı o ifadeyi (mahsulünü iyi paraya satacak ya hani), asgari ücret alan işçi kardeşimin maaş aldığındaki sevincini (evine etinden sütüne her şeyi satın alacak ya hani), sürekli birileriyle yarışmak zorunda kalmayan öğrencinin ruh halini (sürekli sistem değişikliğine maruz kalmayıp sınav stresiyle yaşamak zorunda kalmıyor ya hani) çok merak ediyorum. Kısacası Norveç’in Türkiye halini. Sakinliği, insanın devletine güvenini, devletin şeffaflık ilkesini, sadece anda kalma hissini… 

Ruh sağlığımız bozuk toplumca! İster ekonomik deyin sebebine ister sosyolojik isterse politik. Hiç bu kadar kadın öldürülmüş müydü, daha önceki yıllarda? Hiç bu kadar yalan ile doğru birbirine girmiş miydi? Açlıktan intihar eden, gözünün üzerinde kaşın var deyip yanındakini şişleyen, el kadar bebelere tecavüz eden yaratıklar bu kadar çok muydu? Antalya’da gözümün önündeki araçtan bir maganda demir sopasıyla çıkıp, arkadaki şoförün kafasına indirebilme cesaretini nereden bulabildi dersiniz? Ya da yazın yangınların tam da ortasında kaldığımızda, ‘Oh yansın’ diyebilen zavallı, o öfkeli zihniyetini nasıl elde etmiş olabilir? Bu öfkenin, cinnetin, hadsizliğin temeli ne? Ülkeden nefret etmek mi, başımızdaki siyasetçileri sevmemek mi? Sistemlerin çürümüşlüğü ya da yetersizliği mi? Ekonomik bir çıkmazın içine girmek mi?

İnsanın geçmişi geleceğinden daha aydınlık olur mu sizce? Bunu bana daha dün üniversite 4. sınıf öğrencisi bir takipçim yazdı. Ne geçmişi olabilir ki, geleceği bu kadar karanlık olsun. Daha yirmili yaşlarında ne yaşadın, niye bu kadar umutsuzsun ki (aslında niye umutsuz olduğunu hepimiz biliyoruz) bunu bana yazdın?

Toplum olarak ruh sağlığımız bozuk ve sistemlerin işlemediği bu bozuklukta biz psikologlar da elimizden geleni yapmaya, mutsuz bireye dokunmaya çalışıyoruz. Sistemlerin bozuk olduğu süreçte, sizce bireysel destek vermek, yeterince başarı sağlar mı? Sistemi, toplumu düzeltmeden kişisel iyileşmeler toplumu mutlu ve sağlıklı kılar mı?

Kararı size bırakıyorum.