20. yüzyıldan başlayıp, 21. yüzyılda devam eden Anglo-Amerikan politikalarının son halkasını yaşıyoruz. Donald Trump’ın MAGA’sı (Make America Great Again- Amerika’yı Yeniden Harika Yap) ile 1980’lerde Ronald Reagan’ın başlattığı Yıldız Savaşları projesi SDI (Strategic Defense Initiative -Stratejik Savunma Girişimi) farklı değil, devamı.

Reagan, bugün kullanılan yüksek hızlı füzelerin ve hava savunma kalkanlarının temeli olan sistemlerin doğmasına neden olan silahlanma yarışını başlatarak, Sovyetler’i uzay silahlanmasına yöneltti. Doğu Bloku’nun tüm ekonomik yükünü üzerinde taşıyan SSCB’nin bunu kaldırması olanaksızdı ve dağılmasının önemli nedenlerinden biri buydu.

Margaret Thatcher’ın başlattığı dönemi tanımlayan “Neoliberalizm” serbest piyasaya öncelik verdi. ABD ve İngiltere tüm dünyayı, kendi koydukları kuralların hâkim olduğu uluslararası kuruluşların düzenlediği küresel ticareti desteklemeye zorladı. Bunun için de Türkiye gibi birçok ülkede direnen yönetimleri; askeri darbeler dahil, farklı yöntemlerle değiştirdi.

80’lerdeki bu değişim SSCB’yi yıkarken; Deng Xiaoping yönetimindeki sosyalist Çin, gidişatı doğru algılayıp, 70’lerin sonunda “Devlet Öncülüğünde Kapitalizm” adı verilen yenilenme hareketi başlatmıştı. Neoliberalizm’in yarattığı tehlikeyi, kısmi özelleştirmeler yoluyla lehine çevirdi. Özellikle tarımda özel mülkiyet ve ürün ticareti yöntemiyle yaşadığı en büyük sorun olan gıda tedariğini aştı. Genç ve eğitilmiş ucuz işgücü, Batı sermayesinin yatırımlarına olanak veren serbest bölgeler; hem rekabet gücü hem de küresel piyasaya açılma şansı tanıdı.

1980-2020 arasındaki bu “Neoliberal Yeni Dünya” Sovyetleri yıkar, Çin’i dev ekonomi yaparken, Avrupa Birliği, düşük savunma harcamaları ve yüksek değerli teknolojik ürünleri, yeni katılan ülkelerin açılan pazarları ile sermaye için cennete dönüştü.

Sovyetlerin sendikalara sağladığı desteğin azalması, Çin’de düşük ücretlerle üretim olanakları AB’nin işçi hareketlerini de sindirdi. Küresel ticaret kurumları güçlendikçe, emekçi haklarını savunan kurumlar zayıfladı. Sendikaların sosyal alana müdahalesi yerini STK’lara; emek hakları mücadelesi yerini parçalanmış savunma-dayanışma etkinliklerine bıraktı. Örgütlü mücadelenin zayıflaması sonucu yoksullaşan emekçi kitleler, her zamanki gibi, çözümü güçte “otoriter” yönetimlerde arar hâle geldiler ki Putin, Erdoğan, Trump gibi liderlerin yükselişinin temelinde bu yatıyor.

Anglo-Amerikan birliğinin küresel egemenliğini pekiştirmeye yönelik dönemi, ABD; devasa bütçe açıkları, silah harcamaları, savaşlarla geçirirken, karşısında her yönü ile gelişen dev bir Çin ve refahı yüksek bir Avrupa Birliği ile yüz yüze geldi. 2010’larda yine İngiltere’nin Brexit ile ekonomik yolunu açtığı MAGA, maliyeti Avrupa Birliği ile paylaşma kararıdır.

Ukrayna’da aşırı sağ, savaşa kışkırtılarak, AB’nin ucuz enerji ve hammadde ihtiyacını karşılayan Rusya ile bağlantısı kopartıldı. Aynı günlerde, Türkiye’nin hayalperest muhafazakâr sağı kullanılarak, diğer yakın enerji merkezi Orta Doğu tamamıyla ABD ve aparatı İsrail ile kontrole alındı.

Neoliberalizmin ekonomik ayağı olan küresel ticaret anlaşmaları ve kuralların uygulanmasını sağlayan Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar, MAGA ile birlikte teker teker işlevsiz hale getiriliyor. NAFTA gibi anlaşmalar hiçe sayılarak, yüksek gümrük vergileriyle üreticiler dize getiriliyor.

MAGA yalnız serbest ticarete darbe vurmakla kalmadı. AB’nin düşük savunma harcamalarını olağanüstü artırmasına neden olacak silahlanma yarışını da başlattı. AB vatandaşlarının refahını artıran sosyal yardımlar kesilerek, ABD’nin yüksek teknoloji ürünü silahların üreticilerine akacak.

SDI, Sovyetler Birliği’nin ekonomi damarlarını keserek sonunu getirdi, MAGA’nın hedefi ise Çin. Trump’ın işi Reagan kadar kolay değil. Çin finansal, teknolojik, askerî açıdan SSCB’den çok daha avantajlı ve Avrupa’dan uzak. Rusya’nın enerji kaynakları ve devasa Hindistan pazarının yanı başında. Açıkladığı, Kuzey ve Güney yarım küre eşitsizliğini gidermeye yönelik politikası; Afrika ve Güney Amerika yatırımlarını artırmayı hedefliyor. SSCB’den farklı olarak, askeri güç yerine, ekonomik güç kullanacak olması en büyük avantajı.

Ve bütün bunların ortasında Türkiye Cumhuriyeti. 1920’lerde Lloyd George ve Wilson karşısında Mustafa Kemal Atatürk, 1940’larda Churchill ve Roosevelt karşısında İsmet İnönü direnerek, Anglo-Amerikan planlarına engel oldular. Yıldız Savaşları’nda ise isteneni yapan Turgut Özal 2020’lerde ise istenenden fazlasını yapmaya hazır bir Recep Tayyip Erdoğan var.

Türkiye, yaptıkları ve yapmadıkları ile hem Avrupa hem de Asya için iki yüzyılın da kilididir. Yaşadığımız dönemin sonuçları da iki kıtanın geleceğini belirleyecektir. Bu nedenle, ülkemizdeki mücadele yalnızca Türkiye için değil, tıpkı 20. yy başındaki gibi, tüm dünya için önem taşıyor.

Bu da diğer yazının konusu olsun.