Magazin basınını pek takip etmesem de sosyal medyada bolca maruz kaldığım, Gülşen’in konserlerindeki kıyafet seçimi ve kadın bedeni üzerinden yaratılmak istenilen kirli zihniyeti yazacağım bu sefer. Kadını ya da kendinden olmayanı bastırmaya hatta yok saymaya hevesli bir ataerkil sistemin, gün gelip sizi de boğabileceğinden bahsedeceğim. Okuyalım öyleyse.

Uzun bir aradan sonra hepinize merhaba!

Sene olmuş 2022 ve biz hala ‘kadın bedenini’ konuşuyoruz ne yazık ki...

Hepimizin bildiği gibi insanlar, tıbbi bir sıkıntı yoksa kadın ya da erkek bedeninde dünyaya gelirler. Bu dünyaya gelişte irade yoktur, seçim şansı da... Cinsiyet ifadesi her ne kadar nötr olsa da (sonuçta iki cinsiyette birbirine üstünlük taslamaz, taslayamaz), o cinsiyet kavramı kültürle, yetiştirme tarzıyla ve yaşanılan ortamın dayattığı değerlerle beslenir, bu değerlerin doğruluğu göreceli olsa da. Daha küçük yaşlarda kız çocuklarının eline bebekler, erkek çocuklarına ise oyuncak arabalar, tabancalar verilir. Kız çocukları için pembe, erkek çocuklar için mavi renk benimsenir. Yukarıda bahsettiğim değerler (!), oyuncaklar hatta renkler kız ve erkek çocuklarının nasıl davranmaları gerektiğinde, neye hakları olup olmadıklarında, hatta neyi yapıp neyi yapamayacaklarında ‘söz sahibi’ olur. Aklıma gelmişken sormak istiyorum siz hiç pembe pantolon ve tişört giydirilmiş ya da elinde bebekle gezmeye çıkarılmış bir erkek çocuğu gördünüz mü etrafınızda? Ya da daha küçük yaşlarda eline oyuncak tabanca tutuşturulan erkek çocuklarının, şiddete meyilli hale gelebileceğini ve o oyuncağın çocuklara ‘Güçlüyüm ben’ mesajını vereceğini düşünmüş müydünüz uzun uzadıya?

Erkek, oyuncak bir silahla, ‘göster amcana pipini’ söylemindeki cinsel organıyla ya da ‘erkektir yapar’ savıyla toplum içinde gün be gün güçlenirken, kadının da bu güç altında ezildiğinin farkında mısınız? Kadın daha küçük bir kız çocuğuyken kalıplara sığdırılmaya başlanır. ‘Terbiyeli ol, namuslu ol, kıyafetine dikkat et!’ ve niceleri. Daha küçük bir kız çocuğuyken bile hareket alanımız sınırlandırılır. Büyüdükçe kendi hayatımız üzerinde söz sahibi olmamız garipsenir. Canımız istediği gibi davrandığımızda ‘ayrık otu’ damgasını alır, dışlanırız hatta. Başımıza kötü bir şey gelmesi müstahaktır da. Mini etek giymişizdir, gecenin geç saatinde sokaklardayızdır veya kuyruk sallamışızdır.

Ve gün olur giydiğimiz bir kıyafet, başarımızın, üretkenliğimizin, tırnaklarımızla bir yere gelmemizin önüne geçiverir bir gecede. Sırf o bez parçası yüzünden analığımız sorgulanır, eşliğimiz yadırganır, örf ve adetlere uymuyoruz diye suçlanırız üstüne.

Gülşen örneği üzerinden gidersem, peki kimdir bu suçlayanlar? Onun yerinde olmak isteyenler, kıskananlar, yargı dağıtıcılar, kendi dar ve yavan görüşünü ben toplumun aynasıyım diye sunanlar ve en acısı ataerkil toplumu savunanlar… Kadını baskılamak, aşağı çekmek, kadını bir kalıp içine sokmak için çabalayanlar.

Affedersiniz siz kim oluyorsunuz da her insanın kendisinin sorumlu olduğu o kutsal hayata burnunuzu sokma, yorum yapma, eleştirme hatta haddini aşıp hakaret etme hakkını buluyorsunuz?

Siz kim oluyorsunuz da bir kadını sırf kadın olduğu için belli kalıplara sokma hakkınızı kendinizde görüyorsunuz? Siz kimsiniz de sınır koyuyorsunuz? Onu yapar ama onu yapamaz diyorsunuz? Giydiği, kendine çok da yakışan kıyafete karışıyorsunuz?

Siz kim oluyorsunuz da o kadının eşini sıkıştırıp ‘Eşiniz kıyafetlerine karışmıyor musunuz? Bu durumdan rahatsız olmuyorsunuz?’ diye sorma hakkını kendinizde buluyorsunuz? O eş kim, kadının sahibi? Kadının ne giyip ne giymeyeceğinin karar vericisi mi? O eş kim ki?

Merak ediyorum yukarıda bahsettiğim -bana göre defolu- kesim, Gülşen’in sahnede (ya da özel hayatında da olabilir) giydiği kıyafetleri eleştirdiği kadar, bir çocuk tecavüze uğradığında o ayna tuttuğunu iddia ettiği toplumu eleştirdi mi? O kesim, bir kadın kocası tarafından öldürüldüğünde, elini vicdanına koyup ‘Ne yapıyoruz biz, buna hakkımız var mı?’ dedi mi. Bir trans bireyin öldürülmesine, bir sokak köpeğinin tekmelenmesine, Gülşen’in kıyafetine gösterdiği duyarlılığın (!) aynısını gösterdi mi?

Bu kirli zihniyete ortak olan hemcinslerime sesleniyorum ve merak ediyorum. Beslediğiniz, içinde yer almaktan mutluluk duyduğunuz o kesim yarın sizin kahkaha atmanıza, oturup kalkmanıza, çalışıp çalışmayacağınıza, kullandığınız çantaya, kiminle beraber olacağınıza, kaç çocuk doğuracağına karar verme hakkına sahip olsa ne hissederdiniz?

Mesele kıyafet değil, mesele kirli zihniyette. Mesele insanların hadsizliğinde…