Son yıllarda ülkemizde ne işe yaradığı tamamen unutulan Kamu Diplomasisi, Jim Riggins’in “A Strategic Assessment of Public Diplomacy” adlı eserindeki tanımına göre, “Ülkelerin uluslararası kamuoyu oluşturma yoluyla ulusal hedeflerine, çıkarlarına ve amaçlarına ulaşmak için yapılandırılmış doğru bilgiyi yayma girişimidir”.

2000’li yılların başlarında, yeni Türkiye hedefi ile yol haritasını çizen iktidar, devlet itibarını yurt dışında yeniden konumlandırmak için çaba göstermeye başlamıştı. 2010’lu yıllara kadar muhalefetin de karşısında durduğu, yurt dışında Türkiye aleyhine yapılan kampanyalar olduğunu her dönemde gözlemledik. Ülkemize zarar verebilecek kampanyalara karşı uygulanan sistem ise “tarafsız gerçeklerin iletişimi” yöntemiydi. Bu yöntem ile yerel hukuk önünde, Fransa gibi ülkelere karşı davalar kazanılmıştır.

Önceleri Başbakanlık’a bağlı, milli kamu diplomasisi stratejimizin belirlendiği koordinatörlük birimi, günümüz parlamenter sisteminde artık bulunmuyor. Onun yerini İletişim Başkanlığı’nın hantal ve bürokratik yapısının içinde kaybolmuş, amacı parti politikalarını yurt içine yaymak olan bir masa almış görünümünde.

ALGI GERÇEKTİR

15 Temmuz darbe girişiminden sonra kamu diplomasinin eksikliğini ne kadar hissettiğimizi hatırlamalıyız. Türkiye kendini anlatacak mecra bulamazken iktidar partisi ile bağı olmayan, ülkesini seven insanların FETÖ’yü dünyaya anlatma çabaları ise sınırlı kalıyordu. Bunun en önemli sebeplerinden biri ise Türkiye’nin dış iletişiminin artık uluslararası lobi ve iletişim kuruluşlarından, parti politikalarını yaymak için kurulmuş düşünce kuruluşlarına emanet edilmesi. Bu kuruluşların kapasitelerinin zayıflığının tüm dünya tarafından kısa sürede fark edilmesi ise çok uzun sürmedi. Dünyada var olan Türkiye algısının, hızla otoriter ve antidemokratik ülkeler içerisine sıkışmaya başlaması karşısında, herkesle kavga eden söylemlerin artması ise tamamen bu yumuşak gücün kaybolmasını sağladı.

Turgut Özal iktidarında oluşturulan lobi ağının ve Türkiye dostlarının yerlerinin boş bırakılmasının bir sonucu olarak günümüzde yeni Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden’ın, “Ermeni soykırımı” ifadesini rahatlıkla kullandığını görebiliriz. ABD Seçim sürecinde iken, Amerika Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in seçim bölgesinde yaptığı çalışmalarını analiz etmeyen, herhangi bir karşı iletişim ve lobi çalışması yapmayan Türkiye’nin devlet iletişim aygıtının aslında göz göre göre bu sürece zemin hazırladığını söylememiz yanlış olmaz.

KAMU DİPLOMASİSİ KÜLLERİNDEN DOĞAR MI?

Kamu diplomasimizin can çekiştiği bir dönemdeyiz. Organize suç örgütü liderinin yayınladığı videolar ile dünyada haber olmaya başlaması ve buna karşı herhangi bir küresel iletişim stratejimizin olmamasının aynı dönemlere denk gelmesi, artık bu gücün küllerinden doğmasına dönük umutlarımızı yok ediyor.

Ülke algımızı “Aşılıyım” videoları ile iyileştiremeyeceğimiz artık bir gerçek. Pandeminin ilk günlerinde ülkemiz tarafından yurt dışına, Mevlana sözleri üzerine asarak gönderdiğimiz yardımların üzerinden çok geçmedi.

Yine aynı ayların devamında maske dağıtılamayan, hasta sayılarının topluma yanlış bildirilmesi hakkında itiraflar duyduğumuz, aşının tedarik edilemediği bir süreçle karşı karşıya kaldık. Bu durumda iyice savrulan devlet iletişimi ise bir stratejiye bağlı hareket edilmediğini bize tekrar hatırlattı. Türkiye’nin acilen parti iletişiminden, devlet iletişimi esasına geçmesi gerekmektedir. Her görüşten paydaşlar aynı masa etrafında ortak bir kamu diplomasisi stratejisi oluşturmalı ve bu stratejiyi tüm dünyada uygulamaya geçirmek için adımlar atılmalıdır.

Dostlar alışverişte görsün iletişimini bir kenara bırakmanın tam zamanı.