İnsanlık tarihi toplumsal mücadeleler, alt üst oluşlar, devrimler, savaşlar, karşı devrimler, isyanlar tarihidir. İnsanlığın, doğanın, maddenin bir diyalektiği vardır. Ne yaparsanız yapın tarihin çarklarını geriye döndüremezsiniz. İlkel topluluktan göçebe topluluğa, feodal toplumdan günümüze gelen kadar üretim tarzı, üretim ilişkiler, toplumsal yapı, siyasi üstyapı dönemin nesnelliğine, sınıfların mücadelesine, üretici güçlerin gelişmişlik düzeylerine göre hep değişmiş, değişim kaçınılmaz olduğunda medeniyetler yıkılmış, yeni medeniyetler kurulmuş, insanlık günümüzdeki bilinç düzeyine, toplumsal yapıya kavuşmuştur. Her türlü geriye gidişe, her türlü hayal kırıklığına, insanlığın büyük umudu olan SSCB’nin çöküşüne rağmen, İnsanlığın son kavgası henüz bitmemiştir. Tarihin yasaları bu kavgayı dayatmaktadır. Sınıflar arasındaki çelişkiler, sömürü düzeni daha da keskinleşmekte, sistem varoluşundan kaynaklı yapısal krizleri aşmakta zorlanmaktadır. Ol sebep; devrimci barutunu çoktan tüketen kapitalizm, varlığını sürdürülebilmek için her türlü gericiliği, dinciliği bir baskı aracı olarak kullanmaktadır. Toplum içinde yapay bölünmeler yaratmak, sınıfsal bilinci yok etmek, sınıfsal çelişkileri görünmez hale getirmek için gericilik sistemin en etkili enstrümanlarından birisidir. Kapitalizmin 70’lı yıllardaki krizinden sonra bu enstrüman daha da çok kullanılan bir araç haline gelmiştir. Bunun farklı varyasyonları da var tabi. Türkiye’de de dinciliğin, gericiliğin tarikat ve cemaatler aracılığıyla hiç olmadığı kadar güçlenmesi sermayenin ihtiyaç duyduğu düzeni inşa etme kaygısından ileri gelmiştir. 12 Eylül darbesinin temeli de buna dayanmaktadır. Darbe sonrası oluşan, bir siyasal mühendislik projesi olan toplumsal yapı, sermayenin arzuladığı bir yığınlar kümesidir.

Akademisyen Fatih Yaşlı gelinen noktayı şöyle özetliyor:    

“Türkiye kapitalizminin sol korkusu, sol düşmanlığı, düzenin siyasallaşmış dinin ipine sarılmasını getirdi beraberinde. Aydınlanmış, örgütlü, hakkını arayan, hesap soran, eşitlik, adalet, özgürlük isteyen bir toplumun panzehrinin dinselleşme ve gericilik olduğunu gördü Türkiye yönetici sınıfı ve buraya oynadı. Siyasal İslam’a ve tarikatlara kapılar bu nedenle açıldı, ‘cehaletin saltanatı’ böyle inşa edildi, bugünlere böyle gelindi.”[i]

2022 yılında ömrünü kadınların okumamasına vakfetmiş, cenazesine bile kadınların gelmemesini vasiyet eden tarikat şeyhinin cenazesi devlet erkanı tarafından kaldırılıyor. Kategorik olarak bilime, akla, aydınlanma değerlerine, kadın erkek eşitliğine, laikliğe düşman bir yapıdan bahsediyoruz.

Yönetici sınıflardan her türlü desteği alarak toplumun kendine ve içinde bulunduğu dünyaya yabancılaşması için her türlü akıl dışı yol ve yöntemi metot olarak kullanan, toplumsal eşitsizliği insanlığın bir kaderiymiş gibi sunan, alt tabakaya öteki dünyayı müjdelerken kendileri lüks ve şatafat içinde yaşayan, kadınları insan bile saymayan, sürekli cinayetlerle, taciz ve tecavüz vakaları ile gündeme gelen tarikat ve cemaatlerin hiç olmadığı kadar güçlendiği, devlet katında söz sahibi olduğu, yüceltildiği bir dönemden geçiyoruz. Bu yapılar AKP iktidarının kader ortağıdır. Bu yapılar sadece bugünün değil, dünün de konusudur elbette. Her dönem egemenlerin kullanışlı bir aracı olarak, iktidarlara can suyu olmuşlardır. Ancak hiçbir tarikat ve cemaat AKP iktidarındaki kadar güçlenmemiştir. Hiçbir zaman kamuoyu önünde bu kadar meşru bir zeminde, devlet katında yer almamışlardır.

Tarikat şeyhinin cenazesi bize tekrar göstermiştir ki, yurtseverlere, ilericilere, solculara düşen yegane görev; aydınlanma değerlerine, bilime, laikliğe, Cumhuriyetin kazanımlarına sonuna kadar sahip çıkmak, yıllarca gericiliği besleyen egemenlere karşı sınıfsal bir zeminde halkçılığı-kamuculuğu savunmaktır!

Laiklik günümüzde hiç olmadığı kadar önem kazanmıştır. Bu toplumsal çöküşten, insanlığı karanlığa boğan, yabancılaştıran bu düzenden ancak ve ancak laiklik için verilecek mücadeleyi büyüterek çıkabiliriz.  Sömürü sistemi için toplumsal rızayı bu yapılar üretmektedir. Bu yapılar, sınıfsal bilinci körelterek insanları uysallaştırmaktadır. Laiklik bir orta sınıf kaygısı değil, sınıfsal mücadelenin yegane unsurudur. Laikliğin olmadığı, gericiliğin kol gezdiği bir toplumda cehaletin saltanatı hüküm sürer. Yukarıda nedenlerini kısaca özetledik.

Bu denklemde bizi kurtaracak tek yol, oy uğruna değil toplum uğruna yapılacak siyasettir!

Toplumcu yaklaşım da; insanlığın temel kazanımlarına, bilime, akla, aydınlanma değerlerine dayanmaktadır. Laiklik konusunda kaygı duymak, bu kavramı sürekli öne çıkarmak bir küçük burjuva hastalığı değildir. Toplumcu mücadelenin temeli eşitlik, özgürlük, adalet gibi kavramlardan geçer. Bu kavramları temeli de laiklikten geçer.

İbrahim Utku NAR

[i] https://haber.sol.org.tr/yazar/turkiyede-duzen-tarikatlari-kapatabilir-mi-16864