Anayasa Mahkemesi (AYM), Gazeteci Adnan Keskin'in bireysel başvurusunda "ifade ve basın özgürlüğünün" ihlal edildiğine karar verirken, önemli tespitler yaptı. AYM kararında, basının olgusal iddialar yönünden "mutlak ispat yükü altında olmadığı" vurgulandı. Gazeteciden beklenenin, savcı gibi delil toplamak değil; haberin yayımlandığı anda sahip olduğu bilgi ve kaynaklara dayanarak, iyi niyetli ve makul bir araştırma yapması olduğuna dikkat çekildi. Kararda, "Anayasa Mahkemesi yine pek çok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir. Şu halde bir ifadenin kaba ve rahatsız edici olması hukuk sisteminde ceza veya tazminat şeklinde bir müeyyideye bağlanmasının tek başına haklı gerekçesi olamaz" denildi.
Gazeteci Adnan Keskin, Taraf gazetesinde 19 Temmuz 2009'da Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi Ali Suat Ertosun'a yönelik "Devletin Demirbaş Bürokratı" başlıklı haberi nedeniyle hakkında açılan davada, "kişilik haklarına saldırı" gerekçesiyle 2 bin TL manevi tazminat ödemesine karar verildi.
Kararın kesinleşmesi üzerine Adnan Keskin, Anayasa'daki "ifade ve basın özgürlüğünün" ihlal edildiğini belirterek, AYM'ye bireysel hak ihlali başvurusunda bulundu.
AYM Birinci Bölümü, söz konusu başvuruyu 17 Ekim 2025'te karar bağladı ve oybirliğiyle Keskin'in Anayasa'da güvence altına alınan "ifade ve basın özgürlüğünü" ihlal edildiğine karar verdi.
AYM, Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden ifade ve basın özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılmasını istedi ve Adnan Keskin'e net 34 bin lira manevi tazminat ödenmesine karar verdi.
AYM'nin gerekçeli kararında, ifade ve basın özgürlüğünün önemi vurgulanırken, gazetecilerin kamuoyu ilgilendiren konularda haber yaparken uyması gereken sınırları daha önce verdiği kararlara atıf yaparak çizdi.
AYM gerekçeli kararında, dava konusu haberin yayımlandığı dönemde Ergenekon soruşturmaları ve HSYK içindeki kararname krizinin ülke gündeminin ilk sıralarında yer aldığına dikkat çekildi ve haberde dile getirilen iddiaların yargının işleyişine, hakim ve savcı atamalarına ve "derin devlet" tartışmalarına ilişkin olması nedeniyle yüksek düzeyde kamusal ilgi barındırdığı vurgulandı.
Haberde eleştirilen kişinin sıradan bir yurttaş değil; hakimlik, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, HSYK üyeliği ve Yargıtay üyeliği görevlerinde bulunmuş, yargı bürokrasisinde üst düzey bir kamu görevlisi olduğu hatırlatılan kararda, Anayasa Mahkemesi'nin kamunun tanıdığı kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurguladığı belirtildi.
Haberde yer alan ifadelerin bir kısmının olgusal isnat, bir kısmının ise değer yargısı niteliği taşıdığı belirtilen kararda, özellikle HSYK üyesinin hakim ve savcıların yerlerinin "Ergenekon ve faili meçhul cinayet dosyaları" bağlamında değiştirilmek istendiği yönündeki anlatımın, "yazının bütününde somut bir suç isnadı olarak değil; fotoğraflar, geçmiş görevler ve tartışmalı icraatlar üzerinden kurulan bir yorum ve çıkarım, yani değer yargısı olarak anlaşılması gerektiği" kaydedildi.
GAZETECİNİN BİR SAVCI GİBİ HAREKET ETMESİ BEKLENMEMEKTEDİR.
Basının olgusal iddialar yönünden "mutlak ispat" yükü altında olmadığı vurgulanan kararda, gazeteciden beklenenin, savcı gibi delil toplamak değil; haberin yayımlandığı anda sahip olduğu bilgi ve kaynaklara dayanarak, iyi niyetli ve makul bir araştırma yapması olduğuna dikkat çekildi.
Gerekçede, "Elbette Anayasa Mahkemesi başvurucunun olgusal isnatların doğruluğunu araştırma yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini denetlerken, ispat yükünü yerine getirmesinde, kendisinden bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi hareket etmesini beklememektedir. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın beliriş biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul ve güvenilir olup olmadığı ile doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir" denildi
İHTİLAFA KONU BİLGİLER DAHA ÖNCE FARKLI MECRALARDA HABERLEŞTİRİLMİŞ.
AYM'nin kararında, ihtilafa konu bilgilerin daha önce farklı mecralarda da haberleştirildiği, yani ilk kez bu yazıyla kamuya açıklanmadığı belirtilerek, şöyle denildi:
"Başvuru formu ve eklerinden anlaşıldığı üzere, haberde okuyucuya sunulan bilgiler ilk defa kamuya açıklanmış olmayıp daha evvel pek çok mecrada haberlere konu edilmiştir. Bu noktada yayımlanması sorunlu bilgilerin içeriğinin bir kez bilinir hale geldikten sonra bu bilgileri çarpıtmadan yayan bir gazeteciye uygulanan yaptırımların meşruiyetinin tartışmalı hale geldiğini kabul etmek gerekir. Buna karşın daha önce bir konuda bazı bilgilerin kamuya açıklanmış olması, daha sonra aynı konuda yapılan her türlü yayını otomatik olarak bir meşruiyet şemsiyesi altına da almaz. Bunun için sonraki yayında yer alan bilgiler zaten halka açıklanmış, somut olaydaki gibi vakalarda kişilerin itibarlarının korunmasına ilişkin amaç önemli ölçüde ortadan kalkmış ve ifade özgürlüğüne yönelik sınırlama ile engellenmek istenen zarar önceden vuku bulmuş olmalıdır."
ELEŞTİRİLERE SIRADAN KİŞİLERE GÖRE DAHA FAZLA KATLANMALIDIR.
İfade ve basın özgürlüğünün sınırına ilişkin genel ilkelerin ayrıntılı biçimde anlatıldığı AYM'nin kararında, demokratik toplumda ifade özgürlüğünün sadece "hoş" ya da "zararsız" düşünceler için değil, "rahatsız edici olanlar için de koruma altında olduğu" vurgulandı. Kararda, şu tespitler yer aldı:
"Anayasa Mahkemesi, kamunun tanıdığı kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır. Şu hâlde, davacı Türk yargı sistemi için son derece önemli olan HSYK üyeliği görevi nedeniyle eleştirilere sıradan kişilere göre daha fazla katlanmalıdır. Kaldı ki kararname hakkındaki iddialar davacının görevi kapsamındaki eylemlerine ilişkindir. Başvurucunun iddiaları ile davacının özel hayatını hedef aldığı, kullanılan ifadelerin davacının şahsına yönelik hakaret içerdiği, okuyucuyu davacı aleyhine şiddete teşvik ettiği veya davacının kamusal görevini engellediği sonucuna ulaşılmamıştır.
İFADENİN KABA VE RAHATSIZ EDİCİ OLMASI HUKUK SİSTEMİNDE CEZA VEYA TAZMİNAT ŞEKLİNDE BİR MÜEYYİDEYE BAĞLANMASININ TEK BAŞINA HAKLI GEREKÇESİ OLAMAZ.
Her ne kadar davacı kişilik haklarına saldırıldığını iddia etmişse de Anayasa Mahkemesi'nin pek çok kararında benimsediği üzere demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olan, toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade ve basın özgürlüğü, sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık içeren bilgiler ya da fikirler için değil, aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Anayasa Mahkemesi yine pek çok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir. Şu halde bir ifadenin kaba ve rahatsız edici olması hukuk sisteminde
ceza veya tazminat şeklinde bir müeyyideye bağlanmasının tek başına haklı gerekçesi olamaz.
Bütün bu açıklananlar ışığında, somut olayda derece mahkemesinin ifade ve basın özgürlüğü ile davacının şeref ve itibarının korunması hakkı arasında Anayasa Mahkemesi'nin koyduğu ölçütleri dikkate alarak bir değerlendirme yaptığını söylemek mümkün görünmemektedir.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir."





