Bir asır önce yaşanan Osmanlı’nın çöküş sürecini yeniden seyretmekteyiz. Tıpkı Osmanlı gibi bugün de hedef ne şeriattır ne de tarihin eski şaşaalı günlerine dönüş. Savaş ekonomisinin devamıdır istenen.

Eğitimin çökertilmesi, kültür hayatının, sanatın, müziğin bitirilmesi, kimsenin ne olduğu hakkında en ufak bir fikrinin bulunmadığı şeriata dönüş değildir. Kerameti kendinden menkul fetva vericilerin, temel dini kurallara aykırı uygulamalara verdikleri onay şeriata gidiş değildir.

Cahil bırakılan Türkiye Cumhuriyeti çocuklarının savaş dışında bir hayat bilmemeleri için hazırlanmasıdır. Tıpkı PKK’nın hak arayan milliyetçi bir örgüt olmaktan çıkıp rakibi ile işbirliğine giden bir terör örgütüne evrilmesi, barış havasında yaşayamayacağını bilmesi gibi.

İki tarafın da savaş lordları var, barış bunların ne yaptıklarının sorgulanacağı bir ortam demektir. 40 yıllık devrin bitmemesi için çırpınıyor lordlar ve kuklaları.

Millet İttifakı’nın yarattığı rahatsızlık, savaş ekonomisin tek elden yönetimini kolaylaştıran, “hızlı karar almak” olarak tanımlanan denetimsiz, sınırsız yetkinin bitirileceğini söyleyip parlamenter sisteme geçileceğinin açıklamasıdır.

İrili ufaklı 6 partinin işbirliğinin TBMM’yi aktive etmesi; kararların sorgulanması, bütçede yapılacak harcamaların kontrolü, hangi amaçla, kimin talebi ile bulunulduğu bilinmeyen yabancı ülkelerdeki üslerde harcanan kaynakların masaya konulması, hesabın kitabın ortaya dökülmesi sonucunu getirecektir. “Enerji gereksinimi olacak” iddiasıyla büyük gruplara yapılan kaynak aktarımının ve beşli çete aracılığı ile inşaata aktarılan kaynakların dipsiz kuyu olduğu meydandadır. Ülke bugün ancak geri kalmış teknoloji ve bedavaya yakın işgücü maliyeti ile ihracat yapabilmektedir.

Ülkenin her birinin yetişmesi milyonlarca liraya mâl olan beyinleri; doktorları, mühendisleri, yazılımcıları gün be gün üretim yeteneklerini batı ülkelerine taşımakta. Gelişmesi ile övünülen tek alan silah sanayiidir. Onun da tüketim alanı savaştır.

Ülkenin tablosu ve siyasi aktörlerin, akıl danelerinin tavırları hayrete düşürecek ölçüde garip. Adalet Yürüyüşü ’nü yapan, Millet İttifakı’nı kuran, CHP’nin 1950’den beri üstünde bulunan ölü toprağını atıp partiyi yeniden halkın partisi yapan, “İstanbul’u kaybedersek Türkiye’yi kaybederiz” denilen bir seçimi kazanan Kemal Kılıçdaroğlu “yetersiz, heyecan vermiyor, halkın sevgilisi değil” gibi tamamen subjektif ölçütlerle yok sayılmaya çalışılıyor. Subjektif tavırlara objektif veriyi katmak için de yerel seçimlerde başarısız olan anket firmalarını kullanmaya çalışıyorlar.

Felaketten çıkış arayan ülke için mezhep ve ırk bazında dörde bölünmüş muhalefeti birleştiren bir lider neden yetersiz bulunur? Misal aynı ölçütlerle, kendinden emin anket firması Metropol ve sahibi Özer Sencar ’ın uygun gördüğü adaylar kimlerdir? Biri İBB Başkanı İmamoğlu, diğeri ABB Başkanı Yavaş.

Peki, bu iki başkanın göreve gelmesini sağlayanın, “yetersiz” lider Kılıçdaroğlu olduğunu bilmezler mi? İttifak anlaşmasının “siyaseti bırakma” şartı gereği İmamoğlu’nun adaylığının imkânsız olduğunu bilmezler mi? Bilirler, hem de çok iyi bilirler. Kendi çapında siyaset mühendisliği yapmaya çalışmanın tek gerekçesi Mansur Yavaş’ın başkanlığına bağlanan umuttur.

Soner Yalçın, Ümit Özdağ gibi ulusalcı kanattan olduğu bilinen isimlerin hükmünü yitirdiği günlerde, kendini bu davaya adayan anket şirketlerinin gayretini, ‘Düzen devam etsin’ diyenlerin sözcülüğünden başka bir gerekçeye dayandırmak zor görünüyor.

Bir yanda Kemal Kılıçdaroğlu var. Parlamenter sisteme geçme yolunda partileri birleştiren, seçimde en büyük tehlike olarak görülen SADAT’ı faş eden, HDP ile işbirliğini reddetmeyen, Kürt sorununa adres olarak TBMM’yi gösterip, aynı görüşü paylaşan Demirtaş’ın desteğini alan, devleti-bürokrasiyi bilen bir siyasetçi. Ve bu siyasetçi Türk milliyetçilerinin linç girişimlerinin, Kürt milliyetçilerinin suikast girişimlerinin hedefi olmuş bir lider. 100 yıllık partinin son 70 yıldır devletle işbirliği içindeki yapısını, halkın partisi haline dönüştürmek için mücadeleler vermiş ve başarıya ulaşmış CHP Genel Başkanı.

Diğer yanda ise Mansur Yavaş var. Kemal Kılıçdaroğlu’ nun gelen tepkileri göğüslemesi, hedefe odaklı stratejisi ile aday gösterdiği ve CHP çatısı altında girdiği için seçmenin oy verdiği, başarılı ve sevildiği söylenen bir Belediye Başkanı. Peki, bu başkanın ülkenin geleceği; başkanlık sistemi, Kürt sorunu, ittifak yönetimi, ekonomik planlama, devlet-bürokrasi aygıtları hakkındaki fikrini ya da tecrübesini biliyor muyuz? Bilmiyoruz.

Mesela Kılıçdaroğlu ’nun helalleşme olarak açıkladığı projesinin altında ‘Dersim olayları, Cumartesi Anneleri, ikna odalarına sokulan başörtülü kız öğrencilerinin olduğunu, Kürt sorununun varlığını kabul edip çözümü TBMM’de arayacağını, HDP’yi meşru parti olarak gördüğünü biliyoruz.

Peki, Yavaş hakkında bildiklerimiz nedir? MHP kökenli olduğu, ABB bünyesinde çalışma arkadaşlarının tamamını -Kılıçdaroğlu ‘nun uyumun korunması için açtığı şemsiye altında- MHP kökenlilerden seçtiği…

Kılıçdaroğlu ‘nun ülke geneline yönelik stratejileri, işbirlikleri, devlet kurumlarına baskıları meydanda. Fakat bu konularda ne düşündüğü bilinmeyen Yavaş daha umut verir görünüyor öyle mi? Sebep?

Sakın sebep, başkanlık sisteminin devamını talep eden, 40 yılda olgunlaştırdıkları ‘Savaş Ekonomisi ’nin, sosyal refaha dönüşmesini istemeyen lordların talebi olmasın?

Peki, Davutoğlu’nun söylemi ile “terörle mücadele adı altında neler döndüğü” ortaya çıkarsa ne olur? Çözüm süreci görüşmelerinde PKK’ya ne sözler verildiğinin, PKK’nın pazarlık koşullarını bilirsek ne deriz? Kimlerin, verilen hangi sözlerde durmayıp süreci kana buladığını, her seçim döneminde PKK’nın neden yönetime destek çıkan eylemler yaptığını öğrenmenin bedeli ne olur?

TSK neden önce profesyonel orduya dönüşmüş, ardından askerlerimiz dünyanın dört bir yanında savaşır hale gelmiştir? Her bir ovası ülke büyüklüğünde olan Türkiye’de tarımı teşvik etmek yerine,  asker gönderdiğimiz ülkelerde tarım arazisi kiralama fikrinin kaynağı nedir?

Devletin arazileri parsellenip kimlere tahsis edilmiştir, ne istedilerse verilen Gülen tayfasının el konulan sermayesi devlet hazinesi yerine kimlere aktarılmıştır, vakıflara keyfe keder dağıtılan yüz milyarlarca TL, ortadan kaybolan 128 milyar dolar, varlığı bilinmeyen hazine altınlarına ne olmuştur? 

15 Temmuz günü yüzlerce masum vatandaşın ölümü ve yaralanması ile sonuçlanan darbe girişiminde, köprünün Anadolu yakasını tutmakla görevli olan ama gelmeyenler kimlerdir? Darbe haberini MİT müsteşarı yerine, eniştesinden öğrenen bir cumhurbaşkanı, neden o müsteşarla devam etmiştir? Darbecinin AKP’li kardeşi ve rüşvet aldığı için istifa ettirilen eski bir bakan neden elçi olarak atanmıştır? Ortadan kaybolup bir anda yeniden beliren GKB neden savunma bakanıdır?

MHP gibi milliyetçi (!) bir parti, din sevdasından mı desteklemektedir AKP’yi, yoksa İçişleri ve Adalet bakanlıklarını teslim aldığı için mi?

Kıbrıs’ta kurulan tezgâhların, oraya çöreklenen kan emicilerin, Zarrab ile yapılan ticaretin, Korkmaz’ın, Halkbank dosyasının gizlenmesi için ödenen bedellerin ortayla çıkması mı korkutmaktadır?

Anket firmalarını siyaset mühendisliğine soyunduran, 40 yıldır kene gibi yapıştıkları ülke damarlarından koparılma korkusu mudur? Yıllardır namussuzluğunu arayıp bulamadıkları Kemal Kılıçdaroğlu ’nun Devlet Denetleme Kurulu ile ortaya çıkartacakları mıdır korkulan?

Suikastlarla, iftiralarla, cinayetler, kumpaslar, yok edilen devlet kurumları ile geçen 40 yılın hesabını sorulacak ‘Haydi helalleşelim” denilecek diye mi bu korku? Helalleşme diyorum kardeşim, sorun sakın helalleşme için açılacak hesaplaşma olmasın?

Bu seçim Türklerin, Kürtlerin yaşadıkları her gün sevdiklerini kaybettikleri, kadınlarının çocuklarının sefil hayat sürdürdükleri 40 yılın bir hesaplaşması olacaktır. Savaş lordlarının mı, halkın mı? Kazanacağını göreceğiz. Alın terimiz savaşlara mı kullanılacak, refaha mı? Buna karar vereceğiz.

Tercih yine halkın. Bu sefer darbe baskısı yok! Bölünmüş bir muhalefet yok! Hep birlikte sonuçlarını yaşadığımız, nefesimizi kesen, çocuklarımızı bizden uzaklaştıran bir dönemin kapatılması, bunları bize yaşatanların hesap vermesi için oy kullanacağız. Kararımıza; ya yaşadıklarımız ya da 80 milyonun tercihini, 3-5 bin kişi ile belirlediğini iddia eden anket firmalarının mühendisliği kaynaklık edecek.

100. Yıl bir semboldür, istesek de istemesek de sembol seçilmiş, önümüze konulmuştur. Cumhuriyetin 100. Yılı “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” kararının sembolü olacaktır.