Dünya Eşitsizlik Laboratuvarı tarafından Glasgow’da gerçekleşecek olan COP2 toplantıları başlamadan hemen önce yayınlanan bir araştırmaya göre, zenginler çevreyi gezegendeki yoksullardan çok daha fazla kirletiyor ve bu kirliliği vergilendirilerek önlenmek gerekiyor.

Paris Ekonomi Okulu'nda ekonomist olan Lucas Chancel tarafından yürütülen bir çalışma bu yılki karbon emisyon seviyeleri pandemi öncesindekilere çok yaklaştığını ortaya koydu. En zengin %1'lik kesimin her biri 2019'da ortalama 110 ton CO2 salınımına yol açtı. Kümülatif olarak, bu yıl aynı küresel CO2 emisyonlarının %17'sini oluşturuyordu. Dünya Eşitsizlik Laboratuvarı, tüm bu emisyonların bu nüfus kategorisinin tüketim ve yatırım davranışlarından kaynaklandığını söylüyor.

En zengin %10’luk kesim, gezegende gerçekleşen emisyonlarının yarısından sorumluyken, spektrumun diğer ucunda, dünya nüfusunun en fakir yarısı, kişi başına yalnızca ortalama 1,6 ton olan karbon emisyonların %12'sine yol açıyor. Uzun yıllardır küresel boyutta dünyanın felakete sürüklendiğini gözlemleyen Lucas Chancel, "iklim sorununa yol açma mevzusunda çok büyük bir eşitsizlik var" diyor.

Zengin insanların yanı sıra, gelişmiş ülkeler yurt dışında üretilen ve topraklarına ithal edilen ürünler dikkate alındığında çok daha yüksek karbon ayak izine sahipler. Özellikle Avrupa’da yapılan araştırmalar bu oranın yaklaşık %25 olduğunu ve ekolojik dengeye yüklediği faturanın da epey kabarık olduğunu ortaya koyuyor.

Çevreyi kirletenlerin davranışlarını gözlemleyen başka bir rapora göre, bugüne kadar önerilen çözümler arasında, kirletici davranışlarını ortaya çıkartabilmek için kamu politikalarında bireysel emisyonların daha fazla dikkate alınması tavsiye ediliyor. Yeşil olmayan faaliyetlerle bağlantılı finansal menkul kıymetlerin ve buna bağlı ekonomik ilişkilerin daha fazla vergilendirilmesini öneriliyor.

En büyük kirliliğe neden olanların vergilendirilmesinin gözden geçirilmesi gerektiğinin altını çizen Lucas Chancel, "zenginlik üzerine aşamalı ekolojik vergiler" kurulmasına atıfta bulunuyor. Ayrıca, “dar gelir gruplarının içerisinde olmadıkları faaliyetlere vergi ödemelerindense, zenginlerin çevre kirliliğine neden olan aktivitelerini vergilemek daha uygulanabilir ve daha adil olur” diye vurguluyor.

Chancel gelir düzeyine göre bilgi vermeden önce ilk olarak doğrudan ve dolaylı emisyonlar arasında ayrım yapıyor. “İlki, enerjinin kullanıldığı yerde (örneğin bir gaz kazanı veya bir arabanın egzozu tarafından) üretilenlerdir. İkincisi, tükettiğimiz hizmetler ve malları üretmek için gerekli emisyonlara karşılık gelir: akıllı telefon, organik havuç veya sinema sınıflandırılabilir. Aslında günlük olarak kullandığımız enerjinin icat edilmesi, üretilmesi, taşınması ve pazarlanması gerekiyordu. Bu dolaylı emisyonlar, ithal mallar söz konusu olduğunda ulusal topraklarda veya yurt dışında üretilebilir." Chancel’e göre, doğrudan emisyonlar kısmı en fazla eşitsizliğin olduğu alan değil. Bu artışlar, gelirle ilgili olarak “oransal” bir etkide bulunuyor. Şöyle ekliyor: "Her gün ne kadar ısıya ihtiyacımız olduğunun veya arabamıza ne kadar benzin koyabileceğimizin bir sınırı var (ve birden fazla arabası olanlar hepsini aynı anda kullanamıyor)." Öte yandan, zengin birinin parasıyla satın alabileceği mal ve hizmetlerin miktarında hiçbir sınır yok. Sonuç olarak dolaylı emisyonlar doğrudan gerçekleşenlere oranla daha fazla gelirle ilişkilidir ve daha eşitsizdir.

Zenginlerin yatlarına ve jetlerine yakıt taşıyan Total ise bu emisyon bazlı incelemeye uzun yıllardır uyguladığı ilginç bir politika nedeniyle katılıyor. Fransız Total’in 1971'den 2000'li yılların sonuna kadar fosil yakıtların kullanımının tehlikesinin farkında olduğu ve bunu durdurmak yerine azaltmayı denediği iddia ediliyor.

Yeni bir rapor, petrol, gaz ve kömür üreten ülkelerin, küresel ısınmayı 1,5 ° C'nin altında tutma hedefine rağmen 2030 yılına kadar iki kat daha fazla fosil yakıt çıkarmayı planladığını gösteriyor. Tüm dünyaya verilmiş sözler yerine, kazanma hırsı ağır basıyor. Bahsi geçen Production Gap Raporu sürekli dillendirilen söylemlere odaklanmak yerine, on beş ülkede devam eden fosil yakıt çıkarma projelerini açıklıyor: Avustralya, Brezilya, Kanada, Çin, Almanya, Hindistan, Endonezya, Meksika, Norveç, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Birleşik Arap Emirlikleri, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri hala fosil yakıt çıkartmaya devam ediyor ve projelerini de sonlandırmak yerine daha da arttırıyorlar. Fosil yakıtların aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması konusu şimdiye kadar BM iklim müzakerelerinde yer almadığı için bu hiç de şaşırtıcı değil.

İklim krizi konuşulduğunda politik olarak ikiyüzlülük çok tehlikelidir. İklim değişikliği üzerine büyük laflar edip, küçük eylemler gerektirmek için artık çok geç. Eğer liderler, kendi aralarında bir karar alıp insan kaynaklı küresel ısınmayı 1,5 °C, hatta 2 °C ile sınırlama hedefinden vazgeçtilerse, o zaman buna göre bir yasam kurmak gerekir. Bu da insan dahil doğada var olan pek çok tür için tehlikeli bir eşiktir. Bu toplumsal yaşamı parçalar. Seçkinler ile dünyanın geri kalanı arasındaki uçurum genişliyor ve zaten var olan popülizmi besliyor. Karar alma zamanı çoktan geldi!

Hidrokarbon üretimine karşı somut mücadele fikirleri mevcut. Dünyanın dört bir yanındaki STK'lar, bilim insanları ve parlamenterler, nükleer silahlarla ilgili olarak modellenen fosil yakıtların yayılmasının önlenmesine ilişkin uluslararası bir anlaşmanın kabul edilmesi çağrısında bulunmak için bir girişim başlattılar. Bu girişim daha da yayılacak ve kapsamı genişleyecektir. Uluslararası temsilciler Kasım ayının başında Glasgow'da bir başka uluslararası iklim konferansı olan COP26 için bir araya gelecekler. Sözleri ve eylemleri netleştirmek için gelecek hafta başlayacak bu konferanslar bir fırsat sunuyor.
 

KAYNAKÇA:

https://www.liberation.fr/checknews/2019/11/06/est-il-vrai-qu-en-france-les-10-les-plus-riches-emettent-huit-fois-plus-de-co2-que-les-10-les-plus-p_1761604/?redirected=1

https://labs.letemps.ch/interactive/2019/climat/

https://ukcop26.org/