2018 sonlarında tanıştığımız ve halen süren COVID 19 salgını ve neredeyse 1 aya yakındır devam eden Rusya’nın Ukrayna işgali derken dünyada turizm hareketliliğinde ciddi anlamda bir yavaşlama yaşandı. Dünya turizm örgütünün açıkladığı verilere baktığımızda, salgın öncesi global ölçekte turizm hareketliliğine 1,5 milyar insanın katıldığı ve 3,5 trilyon dolarlık dünya ekonomisine katkısı olduğunu görebiliriz. Pandeminin tamamen etkilediği 2020 yılında 1,6 trilyon dolar, 2021 yılında ise dünya ekonomisine katkısının 1,9 trilyon dolar olduğunu görüyoruz.

Görüldüğü üzere turizmin dünya ekonomisine katkısının bu denli yüksek olduğu bir ortamda doğal olarak ülkeler bu pastadan daha fazla pay almak adına turizmini geliştirmeye çalışmakta. Turizm gelirlerini ülkelere göre incelendiğinde devasa büyük pastadan tabi ki en yüksek geliri gelişmiş ülkeler almakta olduğunu görürüz. Gelişmekte olan ülkelerin ise bu pastadan aldıkları payı arttırmak için turizme yatırım yapmakta bazen buyurgan şekilde çevreyi yok edecek yatırımlar yaptığından bahsedebiliriz.

İşte tam bu noktada gelişmekte olan ülkelerin global turizm gelirinden pay almak için ülkesinin doğal, kültürel güzelliklerini peşkeş çektiğini görüyoruz. Türkiye de gelişmekte olan bir ülke olması sebebiyle, nihai kalkınması için gereken dövizin bir kısmını doğal ve kültürel güzelliklerini değerlendirerek turizm gelirini arttırmaya çalışıyor. Yalnız unutulan en önemli nokta, yapılan bu faaliyetlerin ve gelirin “sürdürülebilir” kılınması için çevreye ve doğal-kültürel güzelliklere minimum düzeyde ve hatta mümkünse hiç zarar vermemek gerektiğidir.

Sürdürülebilirlik, tanım olarak, üretim ve çeşitliliğin devamlılığı sağlanırken insanlığın yaşamının daimî kılınabilmesidir. Başka bir ifadeyle, kendi ihtiyaçlarımızı, gelecek nesillerin ihtiyaçlarından ödün vermeden karşılayabilmemizdir. Sürdürülebilirlik kavramı ilk olarak 1983 yılında BM’nin yayınlamış olduğu “Ortak Geleceğimiz” başlıklı raporda yer almıştır. Raporda sürdürülebilirlik şu şekilde tanımlanmaktadır: “Gelecek kuşaklann kendi gereksinimlerini karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin bugünkü kuşakların gereksinimlerini karşılayabilen kalkınma" (World Comrnission on Environment and Development 1987: 43).

Yukarıda sürdürülebilirlikten bahsetme nedenim şudur: Modern turizme 1950’li yıllardan sonra katılan Türkiye, doğal ve kültürel güzelliklerini dünyaya açmış ve hızlı bir şekilde global turizmden faydalanmaya başlamıştır. Nitekim ABD’nin Marshall yardımlarının da etkisi ile Hilton Otel zinciri Taksim’de ilk otelini açmıştır. Sonraki iktidarlar, döviz girdisini arttırmak adına ülkenin birçok noktasındaki doğal güzellikleri “sürdürülebilirlik” kavramından uzak bir biçimde, iraden ranta kurban etmiştir. Kitle turizmine ağırlıklı olarak yatırım yapılmış, Güney ve Ege kıyılarımız turistik tesislere plansız ve programsız şekilde kurban edilmiştir. Geçmiş yıllarda yapılan yanlışlardan bugün için ders çıkaracağımız yerde doğayı tahrip etmeye devam ediyoruz. 

Geldiğimiz noktada mevcut iktidar, sürdürülebilirlikten uzak bir şekilde ülkeyi her yönü ile yağmalamaya devam etmektedir. İstanbul gibi bir metropol şehrin nefes alanı olan Kuzey Ormanlarını 3-5 müteahhittin körelmek bilmeyen iştahları için yok edildi. Yok olan sadece ormanlar değildi, kuşların göç yolu da insanların nefesi de yok oldu. Keza yollar yetmemiş gibi bir de ihtiyacın çok ötesinde bir havalimanı yapılarak doğal yaşam yok edildi. Diğer yanda zeytinlikleri yok eden kanunu mecliste onaylatarak onların da yok olmasının önü açıldı. Ayrıca iktidar, Caretta caretta’ların Avrupa’daki en büyük ikinci yumurtlama alanı olan Antalya’nın Belek bölgesini devasa turistik tesisler yapılmasına da ses çıkarmadı.

20 yıllık iktidarlıkları döneminde sadece yukarıda sıraladığım doğa katliamını yapmadılar. Nitekim yüzlerce yıl kültürel miras olarak ayakta kalmış değerlerimizi de geri dönülmez şekilde talan ettiler. Doğubayazıt’ta bulunan İshak Paşa Sarayı’na uydurma bir cam tavan yerleştirdiler. Cenevizlilerden kalma sur ise düz sıva ile sözde restore edildi. Antik tiyatronun sahnesine mescit inşa ederek tüm tarihi dokuyu yok ettiler. (Daha fazla tarumar ettikleri örnekleri ilgili yazımda okuyabilirsiniz.)

Sonuç olarak yüzyıllardır ayakta kalmış ve nesilden nesile aktarılmış bu coğrafya kendini bilmez bir iktidar tarafından sadece 20 yılda talan edilmiştir. Yüzyıllardır olan sürdürülebilirlik, iktidar eliyle yok edilmiş ve gelecek nesillere aktarımı kasıtlı olarak engellenmiştir. Üzerine de kendilerince yarattıkları, hiçbir anlamı olmayan, bağlamından kopuk ve birkaç kişinin zevkine göre dizayn edilmiş ucube yapıları, yok edilmiş alanları bize “sözde” kültürel miras olarak bıraktıklarıyla övünerek hayatımızdan gidecekler.

Geçmişten bize kalan tüm mirası hakkettiği değerde koruyup kollayarak gelecek nesillere aktarmak için var gücümüzden daha fazlası ile çalışacağız. Belki bizler görmeyeceğiz ama biden sonra gelen kuşaklar verdiğimiz ve vereceğimiz mücadelenin sonuçlarını görecekler.