Emek-sermaye çelişkisi hiç olmadığı kadar kendini derinden hissettiriyor ve iktidar ne yaparsa yapsın bu çelişkiyi aşabilecek söylem geliştiremiyor. Bu sürecin iktidarı alaşağı edeceği artık kaçınılmaz bir gerçek. Esas konu peki bundan sonra neler olacak?

Sürdürülebilir olmayan, kırılgan bir yapıya sahip Türkiye ekonomisinin geldiğimiz noktada içine düştüğü derin çukurdan çıkamaması çok da şaşırılacak bir şey değil. 2001 krizinin ardından Türkiye ilk defa böyle derin bir ekonomik krizin içinde. Ne kısa ne orta ne de uzun vadede bu denklemden bir çıkış yolu gözüküyor. Bugün yaşadıklarımız yıllardır uygulanan ekonomi politikalarının bir sonucu, bir tortusudur. 2017 yılındaki rejim değişikliği ile birlikte nepotizm, Cumhur İttifakı ile bütünleşen bir sistem haline geldi. İşlerin bu noktaya gelmesi, kırılgan bir yapıya sahip olan, finans kapitale göbekten bağlı ekonomik yapıyı hızla dibe sürükledi. Büyük burjuvazinin temsilcilerinin söyledikleri gibi ekonomik rasyonaliteden uzaklaşıldığı bir dönemdeyiz. İktidar elindeki bütün kozları oynamaya çalışıyor. Yıllardır terör örgütlerini desteklemekle suçladıkları Birleşik Arap Emirlikleri ile bile ticaret antlaşmaları yapılıyor.

Siyasi ve iktisadi olarak hangi hamlede bulunurlarsa bulunsunlar, Cumhur İttifakı’nın seçim kazanması oldukça zor gözüküyor. Kimlikler üzerinden toplumu kutuplaştırarak yıllarca konsolide ettikleri tabanlarında büyük bir kayma yaşanıyor. Sosyal dinamiklerin devreye girdiği, sınıfsal çelişkilerin hiç olmadığı kadar keskinleştiği, krizin toplumun bütün kesimlerine sıçradığı bu denklem, iktidarın şimdiye kadar besleyip büyüttüğü kimlik politikalarını arka plana itiyor. Çıkamadıkları nokta da bu. Yoksulluğu yıllarca başarılı bir şekilde yönettiler. Toplumu kutuplaştırarak inanç, değer, kimlikler üzerinden inşa ettikleri siyasal hat, artık meşruiyetini yitirmiş durumda. Emek-sermaye çelişkisi hiç olmadığı kadar kendini derinden hissettiriyor ve iktidar ne yaparsa yapsın bu çelişkiyi aşabilecek söylem geliştiremiyor. Bu sürecin iktidarı alaşağı edeceği artık kaçınılmaz bir gerçek. Esas konu peki bundan sonra neler olacak?

Cumhuriyet Halk Partisi önderliğinde 6 siyasi parti lideri bir araya gelerek Millet İttifakı’nın zeminini genişletme noktasında ilk adımı attı. Millet İttifakı’nın dışında da çeşitli ittifak arayışları var. Halkların Demokratik Partisi üçüncü bir seçenek olarak Türkiye İşçi Partisi başta olmak üzere diğer sol ve sosyalist partilerle bir araya geliyor. SOL Parti, Türkiye Komünist Partisi, EMEP, Türkiye Komünist Hareketi ve Devrim Hareketi de sadece seçim ittifakı ile sınırlı kalmamak üzere bağımsız bir sosyalist hat inşa etmek için görüşmeler yürütüyorlar.

Tam olarak netleşmese de ittifakların kendince ortaya koyduğu temel ilkeler, politik hedefler var. Bu ittifakların sürdürülebilirliği, olası bir iktidar değişikliğinde nasıl bir hükümet programını hayata geçirecekleri veya nasıl bir muhalefet anlayışını temel alacakları zamanla daha da somutlaşacaktır. Ilımlı bir AKP rejimini hedefleyen içi boş bir Erdoğan karşıtlığı veya dış politika ile ilgili hiçbir somut söylem ve program içermeyen, NATO’yu, IMF’yi, Dünya Bankasını, AB’yi özetle emperyalist kapitalizmi ürkütmeyen bir radikal çizgi seçimlerin kazanılması için yeterli olabilir. Peki ya sonra? Tartışmamız gereken nokta da burası. Belki başka bir yazıda.

Ancak şöyle bir özet geçebiliriz;

Zam yağmurunun, hayat pahalılığının, elektrik kesintilerinin özetle bugün yaşadığımız ekonomik krizin nedeni AKP'nin kuruluş ilkelerinden sapması değil, bizzat kuruluş ilkeleridir.

Uluslararası finans kapitalin reçete ettiği özelleştirmelere, güvencesizliğe dayalı neoliberal dönüşüm politikalarına imza atan AKP memleketi bu noktaya getirmiştir. Bu noktaya da birkaç yılda getirmedi. Bütün bunlar 2002'den beri uygulanan ekonomi politikalarının bir sonucudur.

Memleketin ihtiyacı olan şey kamucu, halkçı bir yönetim anlayışıdır!