Yangın, bu topraklarda hüküm süren sömürü düzeninin, doğayı piyasa değeriyle ölçen anlayışın, kamusal sorumluluğu ranta kurban eden politikaların bir sonucudur.

Bugün alevlerin sardığı her orman, yıllardır göz göre göre işlenen bir suçun izini taşır.

Plansız yapılaşmalarla, maden yasalarıyla, zeytinliklerin, yaylaların, derelerin talanı ile açılmış yaralardır onlar.

Her tutuşan ağaç, sadece kuraklıkla değil; denetimsiz özelleştirme politikalarıyla, doğa düşmanı yasa teklifleriyle, sermayeye peşkeş çekilen yaşam alanlarıyla yanmaktadır.

Ve evet; bu yangın, yalnızca ormanları değil, bir halkın hakikat duygusunu, adalet arayışını ve doğayla kurduğu binlerce yıllık ilişkiyi de kül etmektedir.

Deprem, sel, salgın, yangın gibi 'doğal' felaketlerin bu ülkede sürekli can almasının nedeni doğanın gücü değil, insan eliyle örgütlenen ihmaldir.

Bunun adı "öngörülemeyen afet" değil, “bilinçli hazırlıksızlık”tır.

Sermayeye alan açmak uğruna yapı denetimi özelleştirildi; denetim, teknik bir güvenlik meselesi değil, kâğıt üstünde halledilen bir formaliteye dönüştürüldü.

Kaçak yapılar imar affıyla ödüllendirildi, rant projeleri kamusal güvenliğin önüne geçirildi.

Sonuç? Felaketin kendisi değil, onun doğuracağı yıkım bile bir pazar alanına dönüştürüldü.

Depremlerde enkaz altında kalanları kurtarmak şöyle dursun, sağ kurtulanlar bile temel ihtiyaçlara ulaşamaz hale geldi.

Yetki sahipleri yardım elini uzatmak bir yana, dayanışmayı kriminalize etti.

Kızılay’ın çadır satması, kamu kaynaklarının nasıl bir kâr aracına dönüştürüldüğünün simgesidir.

Bu çürüme yalnızca afet anında değil, her alanda kendini gösteriyor.

Yangınlar sonrası ortaya çıkan ihmaller zinciri, hastane yangınlarında, maden facialarında, baraj patlamalarında da karşımıza çıkıyor.

Kartalkaya yangınında binada yangın merdiveni bile yoktu.

Ama o sırada hükümet yeni maden yasalarıyla zeytinlikleri madenciliğe açmakla meşguldü.

Şırnak’ta göz göre göre ormanlar kesildi.

Kulp’ta Hesandin yaylasında maden çalışmaları sürdü.

İkizköy’de halkın köyünü savunması suç sayıldı, Gabar dinamitlerle patlatıldı,

İliç’te siyanür havuzları patladı, toprağın, suyun zehirlenmesine karşı kimse hesap vermedi.

Hayvan haklarını hiçe sayan yasalarla yaşamın her türüne karşı bir yok oluş seferberliği sürüyor.

Tüm bu saldırılar bir rastlantı değil; sermayeye alan açan, doğayı ve emeği piyasa kurallarına göre şekillendiren neoliberal politikaların sonucudur ve bu politikaların yarattığı yangın, sadece ağaçları değil; ortak yaşamı, toplumsal dayanışmayı, doğayla uyumlu bir yaşam biçimini de yakmaktadır.

Kapitalist sistem, doğaya ve canlılığa karşı açgözlü bir savaş yürütmektedir.

Bu savaşta “doğal afet” yoktur; bilerek yürütülen bir doğa kıyımı, halkı felakete terk eden bir yönetim anlayışı vardır.

Hayvan haklarını hiçe sayan yasalarla yaşamın her türüne karşı bir yok oluş seferberliği sürüyor.

Kapısının önüne hayvanlar için bir tas su koyanlarla, hayvanları öldürmek için yasa çıkaranlar arasındaki mücadele; yalnızca bir yaşam biçimi tercihi değil, ölüm ile yaşam arasındaki açık ve derin bir çatışmadır.

Bu aynı zamanda, kendini doğanın parçası olarak görenlerle, kendini doğadan üstün görenlerin mücadelesidir. Mesele sadece iki ağaç değil diyenlerle gölgesini satamadığı ağacı kesenlerle; yakanlarladir.

Doğayla uyum içinde yaşamayı seçenler ile onu denetim altına alıp sömürülmesi gereken bir kaynak olarak görenler arasındaki bu karşıtlık, bugün yanan ormanlardan zehirlenen sulara kadar her alanda kendini hissettirmektedir.

Ve bu düzen, yok edicilerin lehine işlemeye devam ettikçe, sadece hayvanlar, ağaçlar değil insana değin, tüm canlılık tehdit altındadır.

Bugünkü yangını söndürmek için geç olabilir.

Ama bu felaketleri doğuran sistemle hesaplaşmak için hâlâ erken.

Yarınki yangınları durdurmak, ancak bugün bu düzene karşı örgütlü bir mücadele yürütülürse mümkün olabilir.

Çözüm, birkaç uçakla, birkaç yasa değişikliğiyle ya da kamuoyunu geçici olarak yatıştıran açıklamalarla gelmeyecek.

Çözüm, bu yağmacı, yaşam karşıtı düzene karşı halkın birlikte ayağa kalkmasıyla gelecek.

Yangın büyüyor.

Ve bu yangın, sessiz kalanları da yakıyor.

Artık görmezden gelme lüksümüz kalmadı.

Bu topraklarda yeniden yeşerecek olan şey, sadece doğa değil; dayanışma, mücadele ve özgür yaşam umudu olmalıdır ve bunun için insan doğa ile yaşadığı paradoksal çelişkilerinden mutlaka kurtulmalıdır.