Sekizinci Dönem Toplu Sözleşme görüşmeleri, emekçilerin umutlarını bir kez daha boşa çıkarıyor. Önerilen sefalet zamları, hayat pahalılığı karşısında bir "komedi" olmaktan öteye gitmezken, sözleşme masası yalnızca maaş artışına indirgenmiş bir pazarlık görüntüsü sunuyor. Oysa mesele yalnızca maaş değildir. Memurların özlük hakları, demokratik hakları, insanca çalışma koşulları, kamusal alanda yaratılan hiyerarşik düzen, liyakatsiz atamalar, keyfi soruşturmalar ve sürgünler; hepsi görmezden geliniyor.

Sağlıkta performans sisteminin emekçileri tükenmişliğe sürükleyen robotlaştırıcı yapısı, eğitimde fırsat eşitsizliği ve ayrımcılık, sosyal hizmetlerde halkı hükümete bağımlı kılmaya çalışan politikalar; tümü bu sefalet sözleşmesinin perde arkasını oluşturuyor. Enerji, sanayi ve maden alanlarında rant ilişkileri, ekolojik yıkımlar, ormanların ve yaşam alanlarının talanı pahasına verilen ruhsatlar da cabası. Çocuklar için kreş ihtiyacı görmezden gelinirken, kadınlara “ayrıcalık” adı altında dayatılan ayrımcı politikalar da sürüyor.

Tüm bunlara rağmen kaynak, Ortadoğu’da kazanımı olmayan savaş politikalarına ve yoksul halkın biatını üretmek için dini araçsallaştıran Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılıyor. Oysa bu ülkede halkın %80’inden fazlası ücretli çalışıyor ve en yüksek vergiyi ödüyor. Buna karşın emeklilere verilen maaş bir ev kirasını dahi karşılamıyor. Bu, “Artık işime yaramıyorsun, sefalete mahkûm olabilirsin” demekten başka nedir?

İş bırakma kararı alıp iş bırakmayan, hükümetin yükselttiği aidat oranlarıyla rant alanına dönüşen sarı sendikacılık da bu oyunun bir parçasıdır. İktidarın istediği tam da budur: Bana karşı mücadele edeceklerine rantçı politikalar üretsinler, sendikayı çıkar kapısına çevirsinler. Bu anlayış Türkiye siyasetinde muhalefeti iyice pasifize etmiştir. Sokağa bakınca herkes şikayetçi ama itirazlar, bu sarı sendikamsı yapılar aracılığıyla bastırılıyor ve engelleniyor. Masaya öyle oturuluyor. Oysa gerçek bir sendikacılık ranta, torpile, kayırmacılığa dayanmaz; mücadeleye, dayanışmaya ve hak arayışına dayanır.

Bugün önümüze konan toplu sözleşme, halka rağmen yürütülen bir sömürgeleştirme anlaşmasıdır. Sarı sendikaların işbirliğiyle sürdürülen bu tiyatro, emekçilerin değil, sermayenin ve iktidarın çıkarlarını korumaktadır. Emekçilerin gerçek temsilcileri ise biliyor: Hak, pazarlık masalarında kırıntı olarak verilmez; mücadeleyle alınır.