14 Haziran’da toplanan NATO zirvesinde, İttifakın gelecek 10 yılına yön verecek yol haritası olan “NATO 2030: Yeni bir Çağ için Birliktelik” başlıklı strateji belgesi kabul edildi. Fakat medyada bu be...

14 Haziran’da toplanan NATO zirvesinde, İttifakın gelecek 10 yılına yön verecek yol haritası olan “NATO 2030: Yeni bir Çağ için Birliktelik” başlıklı strateji belgesi kabul edildi. Fakat medyada bu belgeden çok, Biden-Erdoğan buluşması konuşuldu. Kasım 2020’de başkanlık yarışını kazanan Biden’ın Erdoğan’ı aramaması ABD-Türkiye ilişkilerinin seyri açısından çok tartışılmıştı. Dolayısıyla zirvedeki Biden-Erdoğan buluşmasının ve bütün “yandaş medya”nın buna odaklanması gayet normal. NATO zirveleri her açıdan önemlidir. Her ne kadar, Soğuk Savaş’ın bitmesinden beri NATO’nun yeni rolü ne olacak tartışmaları son bulmamış olsa da ABD-AB merkezli dünya kapitalist sistemin kolluk gücü olarak her zaman devrede kalmaya devam ediyor. NATO, ABD-AB kapitalistleri için dünyanın geri kalanının boyun eğdirilmesinin askeri-siyasi organizasyonudur. NATO zirvelerinde “dost-düşman” tespiti yapılarak, bütün üyelere görevleri dağıtılır. “Ortak düşman”a karşı “dostlar”ın silahlandırılması yani ABD ve AB silah tekellerinden alınacak silahların, savaş sanayiine yapılacak yatırımların da stratejisi oluşturulur. Yani ekonomik olarak ABD ve AB tekellerine karşı rakip olan Rusya ve Çin’in sadece siyasi, ekonomik olarak değil askeri olarak da kuşatılmasının planları yapılır. Bu yüzden de NATO’da alınan kararlar dünyanın geriye kalanının başına nelerin geleceğinin ilanı gibidir. Hele bizim gibi siyasi, ekonomik ve askeri olarak ABD-AB kapitalistlerinden bağımsız olmayan ülkeler için. Nitekim bu son zirvede de Türkiye’de Afganistan’da jandarmalık görevi verildi. Bu seferki NATO zirvesinin bu “rutin” gündemlerin yanında bir de “yeşil” gündemi vardı. “NATO 2030: Yeni bir Çağ için Birliktelik” belgesinde “NATO’nun Siyasi Rolünün ve Araçlarının Güçlendirilmesi” gerekçe olarak sayılan “Tehditler ve Zorluklar”ın arasında “terörizm”, Rusya ve Çin’in yanı sıra “Enerji Güvenliği”, “İklim ve Yeşil Savunma” ve “Pandemiler ve Doğal Afetler” başlıkları da yer aldı. NATO 2030 belgesi, önümüzdeki 10 yılda enerji kaynakları üzerindeki rekabetin artacağını belirliyor. Bölgesel ve küresel savaşların en önemli nedeninin enerji kaynakları üzerinde kimin hakimiyet kuracağı olduğunu gerçeğini hatırlarsak bu tespitin önemini daha iyi anlarız. ABD ve AB için şimdiye kadar hâkim oldukları fosil enerji kaynaklarının tükenmek üzere olduğu sır değil. Buna karşı Rusya ve Çin’in fosil yakıt kadar diğer enerji kaynakları açısından da hala güçlü potansiyellere sahip oldukları da. Bu nedenle NATO belgesindeki enerji gündeminin enerji kaynakları üzerinde kıyasıya rekabetin daha da şiddetlenerek artacağının ilanı. NATO 2030 belgesindeki “tehditler” bölümünün başlıklarından biri de “İklim ve Yeşil Savunma”. NATO zirvesi öncesinde hatırlayacağınız gibi Biden, 40 devlet temsilcisinin davet edildiği sanal iklim zirvesi yapmış ve bu zirvede ABD’nin “yeşil dönüşüm projeleri”ni açıklamıştı. Fosil enerji kaynaklarının sonunun yaklaşması ve iklim krizinin yarattığı yeni “tehditler” dünya kapitalist sisteminin yeniden organizasyonu temelinde mevcut emperyalist ilişkilerin devamının sağlanması için “fırsatlar” olarak ele alındığını bu “yeşil yeni düzen” programlarında görmek mümkün. Mevcut kapitalist üretim ilişkileri ve bu temelde inşa edilmiş olan dünya sisteminin teknolojik yeniliklerle “sürdürülebilir” kılınması için büyük dönüşüm süreci yaşandığını görüyoruz. Bu dönüşümün maddi zemini olarak da “iklim krizi”nin yarattığı “tehditler” gerekçe gösteriliyor. “Yeşil enerji”, “yeşil madencilik”, “yeşil binalar” ve şimdi de “yeşil savunma” adı altında “her yerinden kan ve gözyaşı akan sermaye” yeşile boyanıyor. Bu da önümüzdeki dönemlerde şimdiye kadar ne yapıldıysa bunun yeşile boyanmışının yapılacağı anlamına geliyor. Hemen yeri gelmişken, iktidarın Kanal İstanbul ve Yenişehir Projesi kapsamında sık sık “akıllı binalar” demesinin arkasında yatan espri, zaten kentleri beton çölüne çeviren inşaat dalgasında yapılan binaların şimdi de “akıllı bina”lara dönüştürülmesi projeleriyle yeni inşaat dalgası yaratmak olduğudur. Akıllı, yeşil binalar için yeni “kentsel dönüşüm projeleri”. “Akıllı binalar”, “yeşil binalar” projeleri fikrinin AKP’nin değil, Biden ve AB’nin projeleri olduğunu görmek, önümüzdeki dönemde yaşayacağımız dönüşümü öngörmek açısından önemli. Bu konunun “Kanal İstanbul Projesi” ile bağı hakkında şu yazıya bakmanızı da ayrıca öneririm. NATO 2030 belgesinde bahsedilen “Yeşil Savunma” da yeni bir silahlanma yarışını başlatacağı açık. Bu yeni “yeşil savunma” “yeşil madencilik”le üretilmiş “yeşil teknolojiler”le donatılmış “yeşil enerji” kullanan savaş uçakları, bombalar vb. olacak. Bize de yeşil yeşil ölmek kalıyor. Fakat bu “yeşil savunma” sadece savaş sanayiinin “yeşillendirilmesi” ile sınırlı değil. NATO, iklim değişikliğinin kendi güvenlik ortamını şekillendirdiğini ve şekillendirmeye devam edeceğini ve bu gerçeğin gelecekteki stratejik belgelerin geliştirilmesine yansıtılması gerektiğini düşünüyor. Bu temelde de Kuzey Kutbu üzerindeki Rusya ve Çin ile rekabeti arttıracak adımlar atmayı planlıyor. Kuzey Kutbundaki buzulların erimesi ile buradaki fosil enerji kaynakları erişilebilir olacak. “Yeşil NATO” da bu fosil enerji kaynaklarına egemen olmak için planlar yapıyor. Bu hedefi desteklemek için NATO, bir İklim ve Güvenlik Mükemmeliyet Merkezi'nin kurulmasını önüne görev olarak koyuyor. İklim krizinin yarattığı aşırı iklim olaylarına karşı telekomünikasyon ağları başta gelmek üzere savaş sanayiinin altyapısının garantiye alınmasına vurgu yapılıyor. Tabi bu “yeşil savunma” için yeşil teknoloji ve güneş panelleri ve biyoyakıtlar da dahil olmak üzere akıllı enerjiyi geliştirmeyi ve uygulamayı ilerletmek için “Barış ve Güvenlik için Bilim” programının devreye sokulması da planlara dahil. NATO 2030 belgesi, tüm dünyanın hayatını altüst eden pandemi ve doğal afetler karşısında sorumluluk üstlenmemekten yana. Pandemilerin etkilerini yönetmek temelde ulusal hükümetlerin bir yetkinliğidir ve ne NATO'nun temel bir görevidir ne de olmalıdır, demektedir. Yine de salgının, NATO'nun dayanıklılık mimarisini gözden geçirmeye ve geliştirmeye devam etme ihtiyacını doğruladığının tespit edildiği belgede salgının ardından, NATO'nun “geleneksel olmayan nitelikteki çok sayıda eş zamanlı olay” karşısında iletişim, iş sürekliliği, tedarik zinciri, enerji, ulaşım, karar verme ve planlama gibi alanlarda “istikrarı hızlı bir şekilde yeniden sağlamak” için Covid-19 pandemisinin yarattığı koşulların yeni stratejiler için katalizör olarak değerlendirmek gerektiğini söylüyor. Sonuç olarak söyleyebiliriz ki, NATO 2030 stratejik belgesinin “yeşil gündemi”, iklim krizi, pandemi gibi ekolojik yıkımın yarattığı sonuçları (onların deyimiyle “tehditler”), yeni silahlar, uçaklar, bombalar, teknolojiler geliştirilmesi için birer “fırsat” olarak değerlendirmekten ibarettir. Ekolojik yıkımın nedenini sadece “fosil ekonomisi”nde görmek, çözümü de sadece teknolojik dönüşümle (fosil enerjiden yenilebilir enerji kaynaklarına/teknolojilerine geçiş gibi) sınırlı bu “yeşil” anlayışın “hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştirmek” olduğunu daha önce de yazmıştık.  Dünyadaki Kuzey-Güney, zengin-fakir, erkek-kadın, insan-hayvan gibi eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri, aynı zamanda hakimiyet zihniyetlerini ortadan kaldırmayı hedef alacak bir dönüşümü elbette NATO’dan bekleyecek kadar naif değiliz. Egemenlerin “yeşil gündemi”ni doğru anlamak, gözlerimizin kamaşmasını ve düştüğümüz bu denizde yılana sarılmak gafletine düşmemizi engelleyecektir.