Türkiye’de siyaset yaklaşık 15 yıl Erdoğan’ın ve AKP’nin dizayn ettiği, özgürce top koşturduğu bir oyun sahası oldu. Kutuplaştırma siyaseti, sağın değişmez biçimde %70’lik bir seçmen kitlesi olduğu anlatısının hâkim kılınması, CHP’nin %25-30’luk bir seçmen kitlesine hapsedilip orada sisteme risk oluşturmadan içe dönük bir siyaset anlayışıyla çürümeye terk edilmesi… Hepsi Erdoğan’ın ebedi olacağı umulan rejiminin işlevsel kurucu parçalarını oluşturdu.

Erdoğan iktidarının yarattığı bu illüzyonu dağıtmak ve ablukayı yarmak için “siyaset yapmak” gerekiyordu ve yapıldı. Kılıçdaroğlu CHP genel başkanlığına geldiği andan itibaren Türkiye’ye ve CHP’ye giydirilen bu deli gömleğini yırtmak için büyük çaba sarf etti. Sancılı bir süreç oldu, şüphesiz hatalar da yapıldı ancak nihayetinde başarılı oldu. Bu yüzden bugün cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken Türkiye’de siyasetin kodlarına “reset” atılmasından bahsedebiliyoruz.

Siyasetin kodlarına reset atmakla, yani siyasetin köhnemiş ezberlerini söküp toplumsal mücadeleler için temiz bir mücadele zemini yaratmakla neyi kastediyorum? Biraz tarihsel süreci hatırlamakta yarar var: Baykal CHP’si Erdoğan’ın biçtiği rolü kabullenip %25 için söylem üreten zararsız bir “afacan”a dönüşmüştü. Kılıçdaroğlu öncelikle müesses nizamın sahibi olduğunu sanan, siyaset yapmaktan aciz ve verili koşulları alt-üst edebilme kabiliyetinden mahrum donuk yapıyı içeriden dönüştürmeye başladı. Bu dönüşüm uzun süre CHP’nin sağcılaşması olarak tanımlandı. Oysa CHP’nin bünyesinden temizlediği siyasi devletçi ve ulusalcı anlayış sağcılaştığı söylenen CHP’nin solunda kalmadı, aksine 2015 sonrası AKP’nin vakumuna kapılıp hem onun ideolojik yoldaşı hem de kadro kaynağı oldu. Zira bu anlayışın daha sağ kanadı olan MHP ise 2015’te AKP’nin resmi koalisyon ortağı haline geldi. CHP’nin dönüşümü belki solculaşma olarak adlandırılamazdı, ancak merkezin hızla sağa kayışı karşısında CHP direngen bir çıpa rolü üstlenerek merkezi yeniden inşa etmeye çalıştı.

CHP’nin üzerindeki deli gömleğini yırtma çabaları ilk somut işaretini 7 Haziran 2015 seçimlerinde verdi. Türkiyelileşme söylemiyle sistemin merkezine doğru bir hamle yapmayı deneyen HDP’ye CHP tabanından da kısmı bir destek verilmesiyle AKP hükümet kuracak çoğunluğu elde edemedi. Bunun üzerine müesses nizamın bir kanadı alarma geçerek Erdoğan’ı 1 Kasım 2015’te yeniden iktidara taşıdı ancak ciddi bir ideolojik kırılma da yaşandı: Vesayetçi CHP anlatısı işlevsizleşti. Artık müesses nizamın temsilcisi, kitleler nazarında da Erdoğan iktidarıydı ve bu değişiklik CHP açısından geniş bir siyaset alanı da açmaya başladı. Kılıçdaroğlu “yozlaşmış bir avuç elite karşı her cenahtan yoksulun ve mağdurların temsilcisi” anlatısını inşa edebileceği bir zemine kavuştu.

Elde edilen bu zeminde yeni bir strateji hayata geçirilmeye başlandı: Bir ahbap-çavuş organizasyonu olan baskıcı Erdoğan iktidarına karşı geniş toplum kesimlerini birleştirecek büyük birleşik muhalefet cephesi stratejisi. Bu strateji bağlamında daha önce siyasi devletçi bir ağırlığa sahip olan kurucu kavramlar popülerleştirilmeye çalışıldı: 1. Daha kapsayıcı bir laiklik, 2. hamasetten arındırılmış bir vatanseverlik ve yine yer yer kuvayi milliyeci köklere vurgu, 3. geniş halk kitlelerinin aidiyetini güçlendirmeyi hedefleyen “demokrasiyle taçlandırılmış cumhuriyet” söylemi, 4. yağma ve kara para kapitalizmine karşı kurallı ve denetlenebilir bir sosyal demokrasi… Siyasi söylemde öne çıkan bu dört başlık birleşik cepheyi oluşturması hedeflenen dört siyasi geleneği ifade ediyordu: 1. Muhafazakârlık, 2. Milliyetçilik, 3. Kürtler ve yine dışlandığını düşünen mütedeyyin kitleler, 4. Geleneksel CHP tabanı ve CHP’nin solu.

Bugün Erdoğan iktidarı karşısında ve Kılıçdaroğlu’nun ortak adaylığı etrafından oluşan birleşik muhalefet cephesi yukarıda özeti verilen stratejinin ürünüdür: Türkiye tarihinde muhafazakârların bir kısmı mührü ilk kez Altı Ok’a vuracak. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı, Milli Görüş hareketinin yaşayan temsilcisi olma iddiasındaki Saadet Partisi önünde, hareketin lideri Temel Karamollaoğlu tarafından açıklandı. Yine aynı tabana yönelik girişimler AKP’den parçalar kopmasını ve bu parçaların Millet İttifakı’na katılmasını sağladı. Erdoğan’ın Mehmet Şimşek örneğinde olduğu gibi bu çevrelere yeniden ulaşma çabasının önü tümden kapatıldı.

Milliyetçi gelenek iki ana bloka ayrılırken parçalardan birinin İYİ Parti’ye dönüşüp Millet İttifakı’nın omurgalarından birini oluşturması sağlandı. Soğuk Savaş kalıntısı MHP milliyetçiliğinden ayrışan yenilikçi milliyetçiler henüz başarılı olamamışsa da siyasetin merkezine doğru yaklaşmaya çalıştı. CHP ile yan yana durmak, milliyetçi geleneğin 12 Eylül’ün Türk-İslamcı ideolojisini üzerinden soymasına ve daha liberal bir çizgiyle buluşmasına kapı açıyor. Erdoğan iktidarının yarattığı iklim ortadan kalktığında bu kapıdan geçmek kolaylaşacaktır.

Kürt siyaseti kurucu partiyle barıştırılıyor ve terörün tümden marjinalleşip sistem içi çözümlerin gerçekleştirilebilmesinin koşulları oluşturuluyor. Yeni devlet aklı, Kürtleri sistemin kenarlarında değil merkezinde tutarak sorunu ülke gündeminden çıkaracak bir soğukkanlılıkla hareket etmeye çalışıyor.

Son olarak, dünyada neo-liberalizm karşıtı arayışların güçlenmesine paralel olarak Türkiye de kurallı, kamucu bir serbest piyasa rejimine geçişin hazırlığını yapıyor. Amerikan yüzyılı sona ererken Türkiye hem ekonomide hem de uluslararası ilişkilerde Batı’yla ilişkilerini restore ederken ulusal çıkarlarını yeni uluslararası sisteme göre konumlandırma arayışı içinde. Bu dönüşümler sola ve emekçilerin refah mücadelesine nefes aldırma potansiyeli taşıyor.

Toplamda bakıldığında siyasetin Erdoğan iktidarıyla doruğa çıkmış olan “sağcı” ezberleri tarih olmaya doğru giderken hukukun ve ekonominin demokratikleşmesi, daha ileri atılımlar için mücadele edilebilecek bereketli toprakları işlenmeye hazır hale getiriyor. 14 Mayıs’ta muhafazakârlar, solcular, Kürtler, liberaller, Atatürkçüler ve milliyetçiler, Tuncelili, alevi bir CHP’liyi cumhurbaşkanı yapmaya hazırlanıyor. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken, tertemiz bir sahada oyuna yeniden başlıyoruz.