Deniz kenarı beldeleri, yazın bir hevesle satın alınan, sonra da aniden kışın apartman dairesinde yaşadığını hatırlayan insanların, şehre dönerken sokağa bıraktığı cins köpeklerle dolu. Barınakların çoğunda durum felaket, salgın hastalıktan geçilmiyor. Hayvanlar sokaklarda. Yerli halk mama yetiştirmeye, ilgilenmeye çalışıyor.

Geçtiğimiz hafta dünya için anlamsız, bizim içinse oldukça büyük bir olay yaşandı. Aşil tek günde 4 farklı operasyon geçirdi. Oğlumuz 9 yaşında, güçlü bir çocuk. Pek de büyük bir problemi olmadı bugüne kadar. Kısırlaştırmamıştık, hatta çocukları olsun çok istedik; ama Aşil’in zaten LGBTİ+ bir birey olduğunu küçük yaşta anladık ve yönelimine saygı duyduk.

Hem aniden çok fazla sayıda bacak ilgisini çekmeye başlayınca, hem de çok güvendiğimiz veteriner arkadaşımız hormonlarının kalbine baskı yaptığı konusunda bizi ikna edince operasyon tarihi belirlendi. Kısırlaştırmak için anestezi yapacağından, diğer operasyonları da tek seferde halletmeyi önerdi. Kısırlaştı, doğuştan belinde olan fıtıktan kurtuldu, derin tartar temizliği yapıldı ve nefes almasını zorlaştıran boğazındaki sarkık parça alındı. Yani hem dikişleri var hem de yutkunmada ve yeme içmede zorluk çekiyor.

Ameliyatın bitmesini ayrı, narkozdan uyanmasını ayrı bekledik. Veterinerin çağırmasını beklerken stresliydik, komşumuz sakinleştirdi. Hop oturup hop kalktık. Sonunda vakit gelince gidip aldık. Evde şef tabakları hazırlamadığımız mı kaldı, ödemi çabuk atsın diye çok su içirmek için özel tavuk suları yapmadığımız mı? İlaçlarını ihmal etmiyor, kremini mutlaka sürüyor, mamasını sütle ya da tavuk suyuyla karıştırıp yumuşatıyor, elimizle kuş gibi besliyor, ameliyat sonrası ilk kakasını heyecanla takip ediyor, üşürse kundaklıyor, bunalırsa ferahlatıyor, her an gözümüzü üstünde tutuyoruz.

Bunların övün diye anlatmıyorum. İşin açıkçası, bunların hiçbiri övülecek şeyler değil; zaten çevremizdeki kimse de bunu olağanüstü bulmuyor. Yıllardır görüşmediğim arkadaşlar, hikâyelerde görüp mesaj atıyorlar. Nasıl olduğunu takip ediyorlar. Aksi, yani umursamamak garip olurdu; çünkü Aşil ailenin bir bireyi, bir can. Onun iyi olmasını istiyoruz ve bunun için kendi bildiğimiz yöntemleri uygulamaktan başka çaremiz yok.

Bu süreçte kafamızı kurcalayan, empati yaptıkça içimizi sıkıştıran konular oldu. En başta, bir canlının beden bütünlüğüne onun fikrini almadan karar veriyoruz. Evet, sağlığı için daha iyi, ömrünü de uzatıyor; ama neticede karşına alıp soramıyor, bilgi veremiyorsun. Ameliyata psikolojik olarak hazırlanma süresi bile yok. Şimdi hep beraber kısa bir empati yapalım: Diyelim ki, rutinleri seven birisiniz. Bir sabah her günkü gibi uyanıyorsunuz, insanınızla geziyorsunuz. Eve geldikten hemen sonra arabaya gidiyorsunuz. Çok mutlu oluyorsunuz, çünkü arabaya ne zaman binseniz, yeni bir yerlere ya da sevdiğiniz birilerinin yanına gidiyorsunuz. Kavuşma, eğlence, keşif demek araba. Hele cam azıcık aralandığında kafayı dışarı uzatıp rüzgarı hissetmek var ya, off!

Sonra çok da fanı olmadığınız veterinere gidiyorsunuz. Hmm, tamam; ya aşı olacaksınız ya da traş. Süper değil, ama idare edilir. Sonra bir anda bir şeyler oluyor, bayılıyorsunuz. Uyandığınızda kendinizde değilsiniz, kafanıza huni geçirilmiş. Bedeninizi göremiyorsunuz, inanılmaz rahatsız edici bir durum. Kafanızın çapı aniden 10 cm büyümüş gibi, yürürken bir oraya, bir buraya takılıyor. Merdiven inmek/çıkmak çok zor, önünüzü göremiyorsunuz. Bir de ağrınız var. Vücudunuza bir şeyler olmuş belli; ama kafanızdaki huni yüzünden vücudunuz görüş alanınızda değil. Bu şey de ne böyle, nerden çıktı? Neyse ki, insanlarınız sizinle ilgileniyor. Hasta gibi bakılıyorsunuz. Demek ki hastasınız. Hasta mısınız? Tam ne oldu, ne yaşandı? Kafanızda deli sorular.

Şimdi bunu başka bir çerçeveden düşünelim. Cam bir kafesin içinde, kendinize benzeyen bir sürü canlıyla bir aradasınız. Küçücüksünüz. Önünüzden birileri geçiyor, gelen bakıyor, mimiklerinden sevimli olduğunuz anlaşılıyor, fotoğrafınızı çekiyor ve o kadar; sizinle işi bitiyor, gidiyor. Aranızdan bazılarını gelen insanlar kucaklayarak alıyorlar. Bir gün şans sizin de yüzünüze gülüyor ve bir aile sizi o cam kutudan alıyor, ederiniz var belli ki, ödeniyor ve artık onların oluyorsunuz. Hava güzel, güneş tepede, masmavi büyük bir su var, deniz diyorlar. Su tuzlu, deniz kenarında oynuyorsunuz, top atıyorlar, getiriyorsunuz. Evin geniş bir bahçesi var, orada vakit geçiriyorsunuz, mamanız suyunuz veriliyor. Hatta bazen kendi yediklerinden bile veriyorlar. Yaşasın! Artık sizin de bir aileniz var ve sonsuza kadar burada mutlu mesut yaşayabilirsiniz. O cam fanustan kurtulduğunuz için çok mutlusunuz. Gel zaman git zaman, hava yavaşça soğumaya başlıyor, ailenizin bazı eşyaları toparladığını görüyorsunuz. Başka bir yere gideceksiniz diye düşünüyorsunuz; ama aile bütün evi yanına almıyor. Demek ki, başka bir ev daha var; ama sizi bırakmazlar sonuçta. Siz bir televizyon sehpası değilsiniz ki, siz canlısınız.

Bırakıyorlar.

Deniz kenarı beldeleri, yazın bir hevesle satın alınan, sonra da aniden kışın apartman dairesinde yaşadığını hatırlayan insanların, şehre dönerken sokağa bıraktığı cins köpeklerle dolu. Barınakların çoğunda durum felaket, salgın hastalıktan geçilmiyor. Hayvanlar sokaklarda. Yerli halk mama yetiştirmeye, ilgilenmeye çalışıyor. Mesela Ayvalık’ta çöplüğe bırakılan 100 yavru köpekle ilk günden beri hayvanseverler ilgileniyor. Instagram’da @cac_ayvalik sayfasından Çöplüğün Altın Çocukları’nın durumu hakkında sıklıkla güncellemede bulunuyorlar. Köpek sayısı gün geçtikçe artıyor. Kulübeler inşaa ediliyor, mama dağıtılıyor, kazan kaynatılıyor. Yetmiyor, yetişmeye çalışıyorlar. Tüm bunların yanında, birileri gelip alana ölü köpekler atıyor.

Yine de, olumlu tarafından bakmaya devam edecek olursak, Türkiye’de hayvanlar için çalışan çok fazla kuruluş ve kişi var. Haykurder, Pader, Kars’ın Susuz Belediyesi, Patiliköy, Haybap Ferdinand'ın Çiftliği umudu ayakta tutan oluşumlardan sadece birkaçı.

Yavaş da olsa, kazanımlar elde ediliyor. Türkiye’de Hayvan Hakları Yasası’nın onaylanması büyük bir adımdı, bu uğurda çok çalışıldı. Yasanın hala büyük eksikleri var, yol uzun. Ne kadar uzun olduğunu anlatabilmek adına dünyadan bir örnek vereyim: İspanya’da, sol hükümet kısa süre önce Medeni Kanun’da bir değişiklik yaptı ve evcil hayvanlar aile bireyi olarak tanımlandı. Evcil hayvan sahibi çiftler boşanmaya karar verirse, “ortak velayet” de kabul edilebiliyor.

Bu size biraz abartı geldiyse, bir film önererek yavaştan bitirmek isterim. A Street Cat Named Bob, 2016 yapımı içinizi ılık ılık yapacak, yumuş bir film. Bir sokak kedisi kendisine uyuşturucu bağımlısı bir sahip seçiyor ve onu günden güne iyileştiriyor. Aralarındaki bağın oluşumunu görmek, bu çılgın gündemde eminim ki, size iyi de gelecektir.

Hayvanların canlı olduğunu, sahiplenildikten sonra bırakıldıklarında travma oluştuğunu, sevebildiklerini, üzülebildiklerini, incinebildiklerini anlamak büyük çaba gerektirmiyor. Hazır gözlerdeki ışıltılar gündemken, hayvanların gözlerine odaklanmanızı öneririm.

Aşil 9 yıldır hayatımda. Sevgi ve bağlılıkla ilgili ondan öğrendiğim çok şey var. Hayatımda en önemsediğim canlılar arasında oldukça üst sıralarda. Aramızdaki bağın yeri apayrı. Herkese, hayatının bir döneminde, bir hayvanın gözündeki ışıltıları görebileceği, o katıksız bağı hissedebileceği bir dostluk dilerim.