Margaret Hilda Thatcher, 1979’da İngiltere Başbakanı oldu ve başlattığı neoliberal ekonomi saldırı 21 yıl sonra Sovyet Blok’unun yıkımı ile sonuçlandı. 1990’da Batı ve Doğu Almanya birleşti ve o yıl Thatcher’in de görevi tamamlandı.

Bundan 21 yıl sonra, 2001’de 11 Eylül saldırıları bahane edilerek, Büyük Orta Doğu Projesi hazırlıkları başladı. Sosyalist bloka dayanarak ayakta kalmayı başaran fakat desteğin kaybından sonra müdahalelere açık gale gelen Orta Doğu ülkelerini şekillendirmek için 2004’te uygulamaya konuldu. Türkiye Cumhuriyeti, tarihi boyunca uzak durduğu Orta Doğu’ya, boğazına kadar battı. Ve 21 yıl sonra, 2025’te İsrail’in Gazze ve Suriye’de istediğini elde etmesi, İran liderliğinde bölgeye hâkim olan Şii egemenliğinin kırılması ile projenin büyük ölçüde tamamlandığını görüyoruz. 

Aynı dönem, Almanya’nın liderliğinde, sonsuz enerji kaynakları sahibi Rusya ile yakınlaşan Avrupa Birliği’ni, ekonomik açıdan, ABD ile mücadele edebilir konuma getirdi. Ve Asya’nın diğer ucundan, Uzak Doğu’dan gelen Çin’in hızlı büyümesi, ABD ekonomisini sıkıştırmaya başladı. ABD’nin cevabı, önce ABD sermayesinin İngiliz uzantıları desteğinde Brexit, ardından Ukrayna savaşı oldu. AB’nin insanca yaşam düzeyi, sosyal kurumları, kadim kültürü ile yarattığı bütün cazibe İngiltere’nin ayrılması, Ukrayna savaşı ile Rusya’dan uzaklaşması ve Gazze katliamları ile bir anda yıkılıverdi.  

Ya Türkiye? 2001 ekonomik krizini atlatmış DSP-ANAP-MHP hükümeti, meyvelerini toplayacağı günlerin başında MHP’nin hiçbir mantıklı gerekçeye dayanmayan talebi ile erken seçime gitti. Cemaat ortaklı AKP bir anda Orta Doğu’da örnek “Müslüman Demokrat Parti” ilan edildi. BOP’ un yeni Eş başkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu. BOP’a destek vermeyen TSK operasyonlarla temizlendi. Irak’ın yıkımına uzak durmanın bedelini gören AKP, son ayak Suriye’ye herkesten önce müdahale etti ve radikal İslam ile iç içe geçen bir düzen doğdu. Ukrayna Savaşı nedeniyle ertelenen sorunlarına yenileri eklendi ve Suriye'den sonra en ağır bedeli ödeyen bölge ülkesi haline geldi.

Projenin sonuna gelinen bu günlerde AB gibi hem ekonomik hem de sosyal-kültürel açıdan ağır darbeler alan diğer ayak Türkiye Cumhuriyeti. Şimdi yeni bir dönem başlıyor. Yüzyılın ikinci çeyreğinde gündemin, ABD'nin askeri ve ekonomik gücünü odaklayacağı Doğu Asya'ya kayacağı şimdiden belli. Tarihçi ve siyasal bilimciler farklı isimler bulacaklardır, benim için Büyük Uzak Doğu Projesi en akla yatanıdır.

Bu odak kaymasının hedefleri, olası zararları ve fırsatları konusunda ilk farkına varanlar sermaye ve her zaman araçları olan MHP’dir. Bu yeni dönem Avrupa ve Orta Doğu'da zayıflamış güçlerin, kendi çaplarında mücadeleye sahne olacak. AB’nin, en azından, dağılmadan atlatabilmesi için Rusya ve Türkiye ile gerçekçi planlar yapması zorunlu görünüyor. Tersi durumda aşırı sağ tarafından parçalanmış bir Avrupa doğacak.

Ukrayna'da barışın sağlanması ve AB'nin anlaşmayı benimsemesi durumunda Rusya ile kopan ilişkinin tekrar sağlanması mümkün. Aksi takdirde hem gümrük vergileri daralan ihracatları hem de ABD yardımlarından yoksun kalan yüksek askeri harcamaları AB ekonomisini felç edebilir.

AB'nin Rusya ile birlikte (belki ilk etapta) onarması gereken ilişki Türkiye. AB, NATO'nun ABD'den sonra ikinci büyük silahlı kuvvetlerine sahip, Orta Doğu'ya uzanabilen eli konumundaki 85 milyonluk Türkiye'ye ihtiyaç duyuyor.

Türkiye’nin şansı, Kürtlerle anlaşma olanağının doğmasıdır. İki halk için de emperyalizmle teke tek kalmaktansa, birleşik güç halinde masaya oturmak çok daha verimli sonuçlar elde etmelerini sağlayacaktır. Türk sermayesi bunun farkında fakat hareket alanı BOP için üretilen dinbaz parti tarafından işgal edilmiş durumda. Sorunu MHP ile aşmaya çalışıyor.

Türkiye de ağır darbe alan Cumhuriyet ilkelerini, yıkılan devlet düzenini tekrar inşa edebileceği çıpa arayışıyla aynı AB’ye aynı ihtiyacı duyuyor. İşte tam burada mevcut yönetim hem dengesiz ekonomik tavrı hem de Avrupa'nın aşırı sağı tarafından kullanılmaya müsait, siyasal İslam görüntüsü nedeniyle, AB-Türkiye uyumunu olanaksız kılıyor. Sermayenin gelen dönemin orta vadede kendisini de yok etme ihtimalini görerek, iktidar değişimi talep etmesinin temeli, bu fırsatın kaçırılma korkusudur.

Türkiye Kürt sorununu çözmüş halde AB ile masaya oturursa, bugün hayal olarak görünen serbest dolaşım dahil birçok konuda kazanımlar elde edebilir. Sermaye, taleplerini geleneksel aparatları, TSK ve basın/medya ile yapma olanağı bulamayınca bildiri yayınlama zorunda kaldı.

Bu konuda da "müesses nizam" bekçilerinden MHP ile birbirlerinin desteğini almış olduklarını düşünebiliriz. Sermayenin CHP içindeki aday sorununa yaklaşımı da ilişkileri yürütebilecek bir isim üzerine olacaktır. Mevcut halde bu ismin Ekrem İmamoğlu olması akla daha yatkın.