Siyasetin hız kazandığı, olası seçim senaryolarının konuşulduğu bir döneme girdik. Kimi kaynaklara göre Kasım ayı içinde bir erken seçim yapılacak. Kimi kaynaklar ise seçimin zamanında yapılacağı yönünde görüş beyan ediyor.

Seçim zamanında mı yapılır, erkene mi çekilir yakında belli olacak gibi.

20 yıllık iktidarlarının en zorlu günlerini geçiren AKP için ilk seçim sonun başlangıcı olacağa benziyor.

Kendilerine yakın kamuoyu araştırma şirketlerinde bile oy oranları yüzde 30’u zor görüyor. Mevcut tabloda Cumhur İttifakı’nın, Millet İttifakı karşısında şansı pek yok gibi. Süreç ne getirir ne götürür hep birlikte izleyeceğiz. Şimdiye kadarki siyasi krizleri kendi yöntemleriyle alt etmeyi başaran AKP iktidarının, ekonomik kriz konusunda çaresiz kaldığı, popülizm kartının bile şu koşullarda hiçbir işe yaramadığını görmekteyiz. Seçimlere yaklaştıkça ortaya başka kartlar da serilecektir, ancak bu hamlelerin pek bir işe yarayacağını söyleyemeyiz.

Artık yıpranmış, süregelen ekonomik krizin üstesinden gelemeyecek kadar dibe vurmuş, inandırıcılığını çoktan yitirmiş bir iktidar bloku var. Er ya da geç AKP parantezi kapanacaktır. Öncülleri gibi bir anda tabela partisine mi dönerler yoksa bir süre daha direnmeye devam ederler mi zaman gösterecek. Siyasette 2+2 her zaman dört etmez. Bekleyip göreceğiz.

Zamlar, hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk üzerine çok şey yazılıp çizilebilir. Artık herkes etiyle kanıyla bu krizi iliklerine kadar hissediyor. Bu dibe vuruş muhalefete iktidar yolunu getirecektir. Esas mücadele iktidar değişikliğinden sonra başlıyor.

Olası bir hükümet değişiminde Türkiye'nin kimlik eksenli toplumsal kırılmalarının yarattığı gerginlik ve ekonominin içinde olduğu buhran bir seneliğine bir rahatlama illüzyonu yaratır. Ama kısa süre sonra tüm dünyanın içinde olduğu krizin esas kaynağı olan kapitalizm sahneye çıkar. Bundan kaçış yok. Ekonomik kriz Türkiye’de yoğun bir şekilde hissedilse de, küresel ölçekte kapitalizmin ciddi bir kriziyle karşı karşıyayız. Dr. Anıl Aba’nın deyişiyle sistem ABD’deki boş rafları “tedarik zinciri sıkıntısı” olarak yorumlarken, Venezüela’dan boş raf fotoğrafları, “işte sosyalizmin sonuçları” olarak paylaşıyor. Artık bu çiğ benzetmelerin de bir karşılığı kalmadı. Neo-liberalizmin çöktüğü, devletin ekonomik hayat üzerinde tekrar denetleyici ve düzenleyici bir role bürüneceği bir döneme girmek üzereyiz. Kapitalizm ayakta kalabilmek için tekrar devlete, kamucu bir yaklaşıma sarılmak zorunda kalacak. Tabi bu yönelimin özünde toplumcu bir felsefe yatmıyor, sermaye birikim rejiminin önünü açmak tek gaye.

Sistemin bu gelgitlerinden, yapısal krizlerinden kurtulmanın formülü ise belli.

Siyaseti kimlik ekseninden kurtararak sınıfsal mücadeleyi büyütmekten başka çıkar bir yol yok.

Toplumu kimlik eksenine hapsetmek, elli parçaya bölmek, sömürü ilişkilerini, sınıf çelişkilerini perdelemenin ustaca bir yoludur.

Kimlik eksenli siyasetin kimlerin işine yaradığı, kimlerin raf ömrünü uzattığı ortada.

Kayıt dışılığın, kuralsızlığın, güvencesizliğin, işsizliğin, yoksulluğun zirve yaptığı, sınıfsal mücadele koşullarının hiç olmadığı kadar olgunlaştığı, nesnelliğin bizi bu mücadele hattına zorladığı bir dönemdeyiz. Bu şansı iyi değerlendirmek zorundayız. Sisteme aldırılacak her nefes yüzde 99’u boğmaktan geçer. Yüzde 1’i boğmadan bize rahat yok!