Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye ile ilgili alınan kararda Avrupa siyasal sisteminin kendi temel demokratik değerlerine, hukukun üstünlüğüne ve siyasal örgütlenme özgürlüğüne tam anlamıyla saygı duyması için Ankara'ya çağrıda bulunuldu. Kararda, muhalefet partilerinin haklarını kullanma ve demokratik rollerini gerçekleştirme kapasitelerinin iktidar tarafından kısıtlandığına vurgu yapıldı.

Türkiye ise bu kararı görmezden gelerek hala gümrük birliğinin yeniden müzakere edilmesini ve vize muafiyetini içeren AB'nin 2016'daki birinci göç mutabakatında vadettiği yakınlaşmayı yerine getirmediğini savunuyor. Dolayısıyla, AB ile Türkiye ilişkisi yine bütçelerle ve sayılarla kaldı. İnsan hakları konusu ise başka perdede. Peki Türkiye dümeni nereye kırıyor?

Türkiye’nin uzun zamandır dile getirdiği, ancak eyleme geçmeyen Avrupa Birliği’ne yönelik reform hamlelerinde iyileşme olmadığı görülüyor. Bu husus 8 Temmuz tarihinde Strazburg’da düzenlenen Avrupa Parlamentosu’nun da gündemindeydi. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nden sonra Avrupa Parlamentosu da Türkiye’nin lehine olmayacak önemli bir karar çıkardı.

Kararda üç önemli unsur yer almakta:

  • i) Muhalefet partilerine yönelik baskının siyasi partilerin haklarını kullanma ve demokratik rollerini gerçekleştirme kapasitelerini kısıtladığına vurgu;
  • ii) Yaklaşık 4 bin üyesinin hapiste olduğu belirtilen HDP’nin durumu ve diğer muhalefet partileri üzerinde artan baskı;
  • iii) Belediyelere kayyum atamalarıyla yapılan engeller.

Bu üç unsur göz önünde tutularak, kararda AB tarafından Türkiye’ye sunulacak her türlü pozitif programın insan hakları, yurttaşlık hakları ve hukuk devleti alanlarında iyileşme şartına bağlanması talep edildi. Öyle görünüyor ki bu rapor, Türkiye’de muhalefet partilerine iktidar tarafından uygulanan baskı üzerine bir karar niteliği taşıyor. Ancak Avrupa Parlamentosu’nun aldığı bu karar, sadece tavsiye niteliğinde ve bağlayıcılığı bulunmuyor.

KABUL EDİLMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR’

Mayıs ayında sunulan Avrupa Parlamentosu raporuna Türkiye Dışişleri Bakanlığı tepkisini koymuş, “Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin, AB’ye üyelik perspektifi temelinde olumlu bir gündem çerçevesinde yeniden canlandırılmasına yönelik çaba harcandığı bir dönemde, tek taraflı ve nesnellikten uzak olan söz konusu tavsiye kararının kabul edilmesi mümkün değildir” açıklamasını yapmıştı. Ancak bu rapordan sonra Türkiye tarafından dişe dokunur bir tepki gelmediği görüldü.

Bir önceki rapor ile bu raporu karşılaştırırsak farkı şu şekilde özetleyebiliriz. Önceki raporda AB’den Türkiye ile üyelik müzakerelerinin askıya alınması istenmiş, Türkiye’nin hukukun üstünlüğü ve temel haklar, tersine işletilen kurumsal reformlar ve çatışmacı dış politika ile açık bir AB karşıtlığı söylemi gibi üç ana alanda yaşadığı gerilemenin endişe yarattığı belirtilmişti. Ayrıca, yargı sisteminin artık bağımsızlığını yitirmesinden ve aşırı merkezileştirilen cumhurbaşkanlığı sisteminin otoriter yorumundan büyük kaygı duyulduğu kaydedilmişti. Basın özgürlüğü konusunda acil adımlar atılması dile getirilmişti.

Hükümet tarafından asılsız suçlamalarla tutuklanan diğer kişileri serbest bırakmaya çağırdıkları kaydedilmişti. Türkiye’nin AB üyesi Yunanistan ve Kıbrıs’a yönelik çatışmacı bir siyaset izlediği ve Suriye, Libya ve Yukarı Karabağ’da AB’nin önceliklerine sistematik olarak karşı çıktığı dile getirilmişti. Son olarak, “Bozkurtlar” olarak adlandırılan Ülkücü harekete ait derneklerin yasaklanması ve “AB terör örgütleri listesine” eklenmesi talep edilmişti. Tüm bu kararlara Türkiye Dışişleri Bakanlığı “Kabul edilmesi mümkün değildir" şeklinde bir yanıt verirken, AB üyeliğinin Türkiye için stratejik bir hedef olduğu, üyeliğin tüm Avrupa ve ötesi için bir kazanç olacağı ve Türkiye’nin bu hedef doğrultusunda çalışmalarını kararlıkla sürdüreceği vurgulanmıştı. Bu rapor sonrası Türkiye tarafından dişe dokunur bir tepki gelmemesi ise ilgi çekici oldu.

"AVRUPA TÜRKİYE’Yİ ANLAMIYOR"

Sadece geçtiğimiz Haziran ayında gerçekleşen son Avrupa zirvesinden sonra açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Avrupa’nın Türkiye’yi anlamadığını, AB ile Türkiye arasında kaydedilemeyen ilerlemelerin sadece Türkiye’den kaynaklanmadığını, AB’nin Türkiye politikalarında ‘güçsüz ve plansız’ olduğunu dile getirdi. AB liderler zirvesinin Türkiye’ye yönelik beklentilerin karşılanmadığını da belirten Kalın, Ekim ayında gerçekleşecek olan AB Zirvesinden de yeni bir şey beklemediğini dile getirdi. Nitekim, artık AB üyeliği söylem düzeyinde bile unutturuldu. AB ile Türkiye arasında görüşülen tek konu, Gümrük Anlaşması meselesi ile göçmenler konusu olarak kaldı.

Dolayısıyla bu karar sonrasıda hükümetten dişe dokunur bir tepki gelmemesi, Avrupa Parlamentosu kararını bağlayıcı olmaması sebebiyle Türkiye tarafından fazla dikkate alınmadığını gösteriyor. Ancak bu tür raporlar AB’nin yürütme yetkisine sahip organlarının kendi kararlarını şekillendirici nitelikte olduğunu da unutmamak gerekiyor. Öyleyse, Türkiye’nin bu kararları yok hükmünde sayması da, Türkiye’nin AB perspektifini neredeyse tam gaz değiştirdiğinin bir göstergesi.

TÜRKİYE DÜMENİ NEREYE KIRIYOR?

Türkiye’nin Batı’ya yönelik son dönem dış politika hamlelerinde iki önemli husus göze çarpıyor. Birincisi, Türkiye’nin Afganistan’a ABD sonrası asker göndermesi. İkincisi ise Doğu Avrupa ülkelerine SİHA satışlarında bulunmak ve Yunanistan ile ilişkileri iyileştirmek suretiyle NATO içinde yerini güçlendirme adımları. Yapılan tüm hamlelerin dış politikada askeri bir içerikle yapıldığı görülüyor. NATO içinde rolünü güçlendirme adımlarından, Amerikan askerlerinin Afganistan’dan çekilmesi ile Türkiye’nin burada asker konuşlandırıp, ABD’den sonra işi devralması hamlesi Türkiye’nin Batı kanadından kopmak istemediğinin göstergeleri.

Özellikle Afganistan konusu Türkiye için önemli bir düğüm. Pentagon’dan yapılan açıklamada ABD askerleri Afganistan'daki en büyük hava üssünü 3 Temmuz’da boşalttı, tam geri çekilme ise bu yıl 31 Ağustos’ta gerçekleşecek. Türkiye ise ABD sonrası Afganistan’da bulunmak için gönüllü. Bu durum Türk-Amerikan stratejik ilişkilerini canlı tutmak için vitamin etkisi görüyor. Ancak, Biden tarafından “askeri çözümü olmayan kazanılamayacak savaş” olarak nitelendirilen bölgede Türk askerlerinin bulunacak olması, Türkiye açısından büyük risk oluşturuyor. Peki dış politikada bu ödünleri vermek mümkünken, iç politikada insan haklarına dair bir değişime gitmemenin sebebi nedir?

Diğer taraftan, hatırlanacağı üzere geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin Polonya’ya SİHA satışı gündemdeydi. Doğu Avrupa ülkeleri arasında Polonya Türkiye ile askeri ve ekonomik işbirliğini artıran tek ülke kalacak gibi görünmüyor. SİHA satışları için Macaristan ve Slovenya gibi diğer Avrupa ülkeleri ile de görüşüldüğü biliniyor. Ancak üst perdeden bakılacak olunursa bu ülkeler Avrupa içinde özellikle iç politikada otoriter bir görüntü çizdiği gerekçesiyle uyarılan ülkeler. Hollanda’nın Macaristan’ı insan hakları konusunda sert bir dille kınaması, ABD Başkanı Joe Biden’ın otoriter rejimlerle mücadele içinde olacağını vurgulaması bu karışıklığı ortaya çıkaracak unsurlar. Türkiye’ye yönelik Avrupa Parlamentosu’ndan çıkan kararları da göz önünde tutarsak, Türkiye’nin dış politikada askeri ve ekonomik ilişkilerde bu ülkelerle işbirliğini daha da arttırması, gelecekte farklı bir tablo ortaya çıkarır mı sorusunu akla getiriyor.