15 Şubat 2025 günü Öcalan'ın videolu bir açıklama yapma ihtimalinin zayıf olduğunu belirtmiştim. Bu bir yerlerden aldım somut bilgiye dayanarak değil, tamamen gelişmeleri okuyarak yaptığım bir değerlendirmedir. Sürecin gelişme eğilimini objektif bir biçimde ele aldığımızda meselenin nereye doğru evrileceğini ve bu süreçte hangi adımların atılabileceğini kestirmek zor değil.
Peki neden bu olasılık zayıf?
İlk olarak “İmralı’da görüşmelerinin ilk adımı Öcalan tarafından mı atıldı, yoksa devlet tarafından mı başlatıldı?” sorusunun ciddi bir önemi olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta ortaya çıkan bir diyalog var ve bu diyalog sürecinde tartışılması ve çözülmesi gereken sorunlar var. Tarihsel geçmişi olan ve anlık çözülmesi mümkün olmayan sorunlar ciddi bir yoğunlaşmayı gerektirir.
İkinci ve tamamen psikolojik olan husus da şu ki PKK, 15 Şubat tarihini ‘Uluslararası Komplo’ olarak değerlendiriyor ve İmralı tecrit sisteminin kurulmasının başlangıcı olarak görüyor. Öcalan’ın 15 Şubat 2025’te dünyaya seslenecek bir videosunun yayınlanması PKK açısından ‘Uluslararası tecritin kırılması’ anlamı taşıyacaktır ve bu da kendisi açısından büyük bir başarı olacaktır. Öte yandan Öcalan’ın böyle bir konuşma yapabilmesi devlet açısından geri adım anlamına gelir ve bu da devletin sembolik olarak ‘İmrali sistemine’ yenildiği sonucuna yol açar. Bu nedenle Kürt tarafı için Öcalan’ın 15 Şubat’ta konuşması olumlu değerlendirilebilir, fakat bu olasılık devlet için olumsuz değerlendirilecektir. Devlet, tarihsel günlere tahminimizden çok daha önem veriyor. Bu nedenle devlet, Öcalan’a 15 Şubat’ta videolu bir açıklama yaptırmaz. Bu bir çok insan için basit bir mesele gibi görünebilir ancak devlet için önemlidir.
Öcalan ile görüşen devlet tek yönlü bir politika üzerinden mi yürüyor?
Taraflardan biri olan devlet Kürt meselesini 'acilen' aşmak istiyor. Bu nedenle de meseleyi kamuoyunda tartıştırmaksızın, hatta tarafların varlığını yok sayarak kendi planına göre bir çözüm yönünde hareket ettiği ya da edeceği bilinmektedir. Devletin, artık uluslararası güçlerin de gündeminde olan ve bölgesel bir mesele haline gelen Kürt sorununu acilen çözümünü istiyor çünkü bu sorunun önümüzdeki yıllar içerisinde Ankara’nın gündemine gelip oturacağının ya da zorunlu olarak sokulacağının farkında. Devlet Bahçeli’nin Suriye'deki gelişmeleri dikkate alarak 'iç barışımızı sağlayalım' dediği nokta tam da budur. Yani uluslararası güçlerin müdahalesi olmadan kendi planı doğrultusunda bu meseleyi çözmektir.
Gündeme gelen soru
Kürt sorunu yaklaşımına dair Cumhur İttifakı içinde bir görüş ayrılığı var mıdır? Devlet kurumları arasında krize yol açabilecek böyle bir görüş ayrılığının olduğunu söylemek doğru değil. Ancak MHP'nin almış olduğu inisiyatif ile iktidar gücü AKP'nin belirlediği siyaset arasında çözüme dair bir farkın olduğunu söyleyebiliriz. Bu da devletin çözüme dair tek bir noktaya odaklanmadığını gösteriyor.
Öcalan'la yapılan görüşmelerin MHP baskısı ile yapıldığını söylemek doğru değildir. Yani sadece MHP istedi diye böyle bir süreç başlatılmadı. Bu, devletin masasında olan farklı politik kararlarından birini yaşama geçirmek için atılmış bir adımdır. MHP ile AKP arasında sorunun çözümüne yönelik farklı eğilimlerin olmuş olması, devlet içerisinde Kürt sorununun çözümüne dair bir çatışma alanının oluştuğunu göstermez. Bu nedenle iktidar, özellikle legal alanın tasfiyesi için baskılarını yoğunlaştıracaktır. Örneğin kayyum politikaları ve tutuklamalar kesintisiz devam edebilir.
Öcalan bütün bu gelişmeleri görüyor
Belki de devletin bu konuları en çok Öcalan'la görüştüğü ve tartıştığı söylenebilir. Bu nedenle Öcalan devletteki eğilimleri ve yaklaşımları çok iyi görüyor. Kürt sorununun çözümüne yönelik devlet içerisindeki farkı eğilimlerin nasıl bir tercih yapabilecekleri ve hangi yolda ilerleyebileceklerini Öcalan’ın gördüğünü söyleyebiliriz. Öcalan, devletin tasfiye politikalarına karşı Kürt sorununun çözümünde hukuki dayanakların da oluşturulacağı çözüm merkezinin parlamento olması gerektiğini vurgulayarak devlet içindeki farklı eğilimleri bir bakıma çözüme zorlamaktadır. Öcalan, bunun ne kadar etkili olabileceğinden bağımsız olarak devletin iç dengelerindeki güçlere bir mesaj veriyor. Öcalan devlet arasındaki görüşmelerde; Ortadoğu'da haritaların değişmeye başladığı, Kürt sorununun uluslararası ve bölgesel bir düzeye ulaştığı elbette konuşulmuştur. Doğal olarak bu sorunun çözümüne dair görüş alışverişlerinde bulunulduğunu da düşünebiliriz.
İktidarın baskı politikalarını arttırarak aslında kendi çözümünü Öcalan’a ve PKK’ye dayatmaya çalıştığı anlaşılıyor. Etkili olmayacak bu yöntemde ısrar ulaşmak istediği hedefin aksine iktidarın çok daha hızlı çözülmesine yol açabilir. Bu durumda Bahçeli’nin söylediği nokta çok daha hızlı devreye girebilir.
Öcalan sorunun çözümüne yönelik devlete ne söylemiş olabilir?
Spekülasyon yapılan ve belki de üzerine en çok konuşulan konu budur. Hem iktidar hem de muhalif medya, Öcalan'ın 15 Şubat 2025 tarihinde yayınlayacağı video ile 'PKK'yi tasfiye ettiğini' açıklayacağını ısrarla belirtiyor. İktidar temsilcilerinin sistematik olarak yaptıkları açıklamalar da bu algıyı güçlendirmektedir. Doğal olarak hem toplumda böyle bir beklenti oluştu, hem de Kürt tarafında açık veya gizli kaygılar oluşmaya başladı. Oluşturulmaya çalışılan bu algı bir psikolojik savaş yöntemi olup Kürt toplumunda güvensizlik yaymak ve irade kırılmasını sağlamaya yöneliktir.
Devletle yapılabilecek politik pazarlıklarda Öcalan ne söyler ya da ne söylemez?
Öcalan neyi söylemez: Öcalan, ‘PKK’yi tasfiye ettiğini veya edeceğini ya da kendinizi tasfiye edin’ gibi bir cümleyi kullanmayacağını ve bunu PKK'ye dayatmayacağını söyleyebiliriz. Öcalan'ın Ortadoğu'daki gelişmeleri dikkate alarak haritaların yeniden çizilmeye başlandığı, güç ilişkilerinin ve dengelerin yeniden değiştiği bir ortamda PKK gibi bölgesel etki gücü olan bir hareketin bütünlüklü olarak tasfiye edilmesinin Kürtlerin denklem içerisindeki yerine zarar verebileceğini görür. Meselenin sadece PKK'nin tasfiyesiyle sınırlı kalmayacağını, bunun Kuzeydoğu Suriye'de, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminde ve yakın gelecekte İran Kürdistan Eyaletinde ciddi olumsuz sonuçları olabileceğini, Öcalan herkesten iyi görebilecek bir konumdadır. Bu nedenle kamuoyunda sıklıkla tartışılan PKK'nin tasfiyesinin Öcalan tarafından sağlanacağı iddiası gerçekçi değildir.
Öcalan, PKK’nin farklı alanlardaki örgütlerinin veya kurumlarının görüşlerini ve düşüncelerini almadan, onların ne söylediğini öğrenmeden karar vermez ve bağlayıcı açıklama yapmaz.
PKK kararı Temmuz-Ağustos 2025’e kadar sarkabilir
Öcalan, Kürt sorununun oldu-bittiye getirilemeyeceğini en iyi bilen kişidir. Bu nedenle ‘acil’ açıklamalar yaparak sorununun çözümsüzlüğüne onay vermez. Öcalan çözüm için makul bir sürece ihtiyaç olduğunu belirtiyor ve buna göre bir planlama yapacağı anlaşılıyor. Bu nedenle PKK kurumlarının stratejik bir karar alması Temmuz 2025-Ağustos 2025 aylarına kadar sarkabilir. Öcalan’ın alacağı kararın arkasında duracaklarını deklare eden PKK Yöneticileri belki bir niyet beyanında bulunabilirler. Bu nedenle Öcalan, bu süreci bir kaç haftaya sıkıştırmaz ve PKK’nin ikna süreci tamamlanmadan adım atmaz. Çünkü çok çok zayıf bir ihtimal de olsa bir bölünmeyi asla tercih etmez.
Öcalan ne söyleyebilir: Öcalan PKK'ye tasfiyeyi değil, silahlı mücadele yerine politik mücadeleyi esas almalarını, ortaya çıkan bölgesel denklem içerisinde silahlı mücadelenin sonlandırılmasını, politik ve toplumsal mücadelenin ön plana çıkartılmasını isteyebilir. Yani Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi sonlandırmaları talebinden bulunabilir.
Öcalan, Ortadoğu'da Hamas, Hizbullah gibi örgütlerin tasfiyesinden sonra Suriye ve Irak dahil olmak üzere devlet dışı silahlı güçlerin politik denklemin dışına atılması sürecinin başlatıldığını görüyor. Yani önümüzdeki süreçte devlet dışı bölgedeki silahlı güç odakları ya bulundukları ülkelerin sistemlerine dahil olacaklardır ya da askeri ve politik olarak tasfiye edileceklerdir. Hiç şüphesiz ki PKK'nin durumuyla söz konusu olan örgütler arasında ciddi farklılıklar bulunmaktadır ve durumları aynılaştırılamaz.
Söz konusu değişim sürecinde en azından Kandil merkezli PKK'nin lider kadrolarının fiziki tasfiyesini ve PKK'nin politik-toplumsal etki gücünün zayıflatılmasının gündeme gelmesi kimseye sürpriz gelmemelidir. Öcalan bu tür olası gelişmeleri görüyor ve buna karşı hamleler yapmaya çalışıyor. Öcalan’ın PKK'yi Ortadoğu'daki değişim sürecine dahil ederek tasfiyesini değil, politik etki gücünü arttırmasını sağlamaya yönelik bir çaba ve arayışı içerisinde olduğunu söyleyebiliriz.
Öcalan Ortadoğu'nun karmaşık denklemi içerisinde devletle Kürt sorununun çözümüne yönelik ‘pazarlık’ yaparken aynı zamanda hem PKK'nin örgütsel varlığını hem de PKK kadrolarının fiziki varlığını garanti altına almaya çalışıyor. Bu nedenle PKK'nin Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi durdurduğunu açıklamasını, buna paralel olarak parlamentoda bir kısım politik ve hukuki kararların alınmasını sağlamaya çalıştığını anlıyoruz. PKK yöneticilerinin yaptıkları açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Öcalan’ın belirlediği politikaya tam bir uyumun olacağı ve ‘değişim sürecine dahil olacakları’ anlaşılıyor.
Öcalan'ın 'Türkiye'nin hassasiyetlerini dikkate alınması gerektiği' gibi yaptığı bazı değerlendirmelerinin arka planı doğru okunmalıdır
Öcalan'ın PKK'nin Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi sonlandırılması biçiminde bir talepte bulunması aynı zamanda uluslararası ilişkilerde ve bölgesel alanda hem PKK'nin ‘politik meşruiyetini’ sağlamaya yönelik bir rol oynayacaktır, hem de özellikle Kuzey Doğu Suriye'deki Özerk Yapının korunmasına yönelik bir hamle olarak değerlendirilecektir. Dünyanın bütün ülkeleri tarafından terörist görülen HTŞ gibi bir örgütün küresel sisteme dahil edilmeye başlandığı bir ortamda PKK'nin küresel sistem tarafından kabul edilmesi bölgesel denklemi etkileyecek bir kısım sonuçlar doğurabilecektir. Bunun da PKK'nin hem NATO üyesi hem de bölgede bir güç olan Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi sonlandırması açıklamasıyla başlayacağı belirtiliyor. Öcalan’ın merkezinde Kuzeydoğu Suriye var. Özerk yapının Ankara tarafından kabul görmesi için ciddi bir mesai harcadığı tahmin edilebilir.
Öcalan açıklamayı tek başına yapar mı ?
PKK, Öcalan’ı ‘baş müzakereci’ olarak kabul etti ve kendileri adına karar vermeye tam yetkili olduğunu bir çok kez açıkladı. Buna rağmen Öcalan’ın bu düzeyde ve bölge denklemini ciddi oranda etkileyecek bir açıklamayı tek başına yapacağını sanmıyorum. Öcalan’ın almış olduğu ve PKK’nin bütün kurumlarıyla ve yöneticileriyle paylaştığı kararın etkili bir şekilde uygulanabilmesi için kurum temsilcilerinin bulunduğu bir ortamda yapmasının en uygun tercih olduğunun farkındadır. Ancak devletin bu talebi kabul etmeyeceği dikkate alındığında, İmralı heyetiyle birlikte açıklama yapma olasılığı oldukça yüksektir. Aynı şekilde yanında bulunan arkadaşlarını heyete dahil ederek onlardan birini heyetin yanına alarak bir açıklama yapabilir. Öcalan’ın bu şekilde yapacağı açıklama, bütün kurumları bağladığı mesajı olarak algılanır ve kabul görür,
Devlet, demokratik çözüme odaklanmalı ve Öcalan’ın elini güçlendirmelidir.
Öcalan’ın yapacağı açıklamaların sadece PKK’yi ilgilendirmediği aynı zamanda devleti de çok ciddi olarak ilgilendirdiği açıktır. Özellikle iktidar, Öcalan’ın yapacağı olası açıklamaya ilgisiz davranıyormuş gibi politik açıklamalar yapsa da işin esası şudur ki bu açıklamayı tahmin edilenden çok daha fazla önemsiyor.
Devlet, bu sürecin tek taraflı bir süreç olduğu algısını terk etmeli ve sürecin sağlık ve makul bir sürede çözümü için inisiyatif almalıdır. Devlet Öcalan’ın elini güçlendirmeli ve yapması gerekenler konusunda somut ve güvenilir açıklamalar yapmalıdır. Ankara, bu süreci doğru okumalı, devlet egosuyla hareket etmeden gerçekten bir çözüme odaklanmalıdır. Aksi taktirde Ortadoğu’daki gelişmelerin Ankara’nın kapısını çalması çok uzak değil. Çözüm; demokratik siyaset içerisinde parlamentoda olmalıdır. Sorunu içeride anayasal çerçevede demokratik çözüme odaklı bir barış olmalı aksi taktirde yaşadığımız coğrafyadaki örnekler masaya konulur. Tekrarlamak gerekirse, devlet çözüm için Öcalan’a geniş bir politik manevra alanı sağlamalıdır.