Bütün dünya aslında farklı dillerle, farklı şarkılarla, farklı mücadele yollarıyla aynı çeteyle mücadele ediyor. Emekçi insanlık, bütün yeryüzünün bütün kaynaklarını, üretilen bütün değerleri, bilimin – teknolojinin ve doğanın bütün nimetlerini kendi tekeline almış bir çeteyle mücadele ediyor. Bu çete kimi yerde dinsel formlar alıyor, kimi yerde milliyetçilik giyinmiş, kimi yerde ise liberalizmden söz ediyor. 

Gazete sayfalarında, haber ekranlarında, sosyal medya ağlarında dolaşan haberlerde aynı büyük çağrıyı duyuyoruz. Çünkü neo-liberal sömürgecilik yeryüzünü kıyasıya sömürüp, geriye kavrulmuş toprak, yanmış ormanlar, çürümüş denizler ve kabuklaşmış insanlar bırakıyor. Çünkü neo-liberal sömürgecilik dünyayı demokrasi maskesiyle sömüremediği yerde, sahici yüzünü giyiniyor. Kurallar, hukuklar hemen ortadan kalkıyor, kolluk baskısı, tutuklamalar, sansür ve kısıtlama rejimi devreye giriyor. Çünkü neo-liberal sömürgeciliğin dünyaya önereceği yeni bir yaşam yok. Onun aklı olan modern anlatı ise toplama kampları, mülteci botları ve kanserojen yiyecekler ile son buldu. 

Katalonya siyasi baskılara karşı sokaktaydı, Lübnan zamlara ve haksız vergilere karşı isyan etti. Şili yoksulluğa, hayat pahalılığına karşı sokaktaydı… Dünya üzerinde neo-liberal sömürgecilik halklara baskı ve yoksulluk, savaş ve yıkımdan başla bir yer vermiyor, dünya yeni bir yol arıyor. Yol arıyor dünya…

Başka bir yol vardı, vardır…diyenlerin ise fiyakası bozuk bu aralar. Herkes aslında bir çeşit komünizm özlüyor ama adını koymak istemiyor. Çünkü emekçi insanlık sömürüyü anladı, kabul etti, teşhis etti ama sömürüsüz bir dünyayı tasavvur edemiyor. Yanlış deneyimler kırdı bu hayalin hevesini, oluşan değerli nüveler faşist zorbalıkla ezildi. Bundan olacak, bir umuttan çok bir çılgınlık çağındayız. Umut ve devrim çağrı biraz geride kaldı, çılgınlık ve aşırılık çağının içindeyiz. Doğadan kovuldu kentler, canlı yaşamı seyreldi, insanın kurduğu bütün iyimser cümleler, acımasızca küçümsendi. 

Yeryüzünü bir avuç asalak yönetmesin, şirketlerin savaşında insanlar ölmesin, gelir adil dağılsın, doğa yağmalanmasın, dinsel, ırksal zorbalık son bulsun demek marjinallik, mevcut dünyayı kabullenmek rasyonellik oluyor artık. 

Çok tuhaf bir zaman içindeyiz, düşü çalınmış insanlığın. Bir insanın rasyonel değeri ancak bir pille ölçülebilir ticarileşmiş bu dünyada. Pil, geceleri şarj olup sabahın kör vaktinden geceye, geceden sabaha yeniden ve yeniden üretim yataklarına konan, lokantalara, bankalara, fabrikalara, inşaatlara konan piller… Şarj olsun diye salınan, bu salındığı saatler içinde ancak karnını doyurup, ancak temizlenip, ancak uyuyarak yarı insan yarı makine biçiminde iş yerlerine akan pil-insanlar… 

Çünkü neo-liberal sömürgecilik budur. İnsanlığın pil yataklarından şarj yataklarına aktığı süre içinde ona oyuncaklar veren, sosyal medya ağlarını sunan, diziler, futbol maçları, küçük iktidarlar veren, harcama yetisi kadar özgürlük vaat eden sistemin büyük aklıdır. Modern değildir bu akıl, post-modern değildir. Bir kültürel mantığı yoktur, bir mantığı da yoktur, sürdürülebilir bir iktidar ister, sürdürülebilir bir sonsuz iktidar. 

Bunca kıyımın için, gündelik hale gelen şiddetin gösteri içinde alınan vitamin hapları, uyku hapları, anksiyete gidericiler, enerji topları, cinsel sağlık destekleri, bağırsak düzenleyiciler. Uygarlık denen şeyin odağında haplar duruyor. Vitaminler ya da uyarıcılar hepsi sentetik bir zamanın bedene kazınan izleri işte. Sağlıklı yaşam için sıralanan o yemekler, kürler, türlü tarifler içinde unutuluyor; 10 saat çalışma, 2 saat yol, kira, fatura ve kötü yemek için ödenen paralar, yozlaşmış insani ilişkiler, aptallığın iktidarı, gündelik gaddarlık içinde “sağlık” yoktur, sadece hayatta kalınır.

Çünkü neo-liberal sömürgecilik bitti, onun yıkacak özneyi de çürüttü biterken… Geriye savaş kaldı, geriye kitlesel mutsuzluk, bireysel umarsızlık, geriye gösterinin bitimsizliği, hakikatin uzaklığı ve umudun sıcacık hissi kaldı.