Bu yazıda çözüm sürecinde tarafların samimiyetinden, iktidar blokları arasındaki kavgadan söz etmeyeceğim. Bu süreci Devlet Bahçeli’nin devlet adına gündeme getirip getirmediğinden, iktidar arası çatışmadan da bahsetmeyeceğim. Sürecin, Suriye’deki durum, İsrail ve Orta Doğu’daki gelişmelerle ilişkisinden de…
10 Ekim Katliamı’nın 10 yıldönümünün üzerinden 2 gün geçti. Ankara’da, Suriye’de IŞİD ve çeşitli cihatçı grupların katliamları, Türkiye’deki yarım asırlık şiddet döngüsüne karşı ilk defa farklı siyasi görüşlerden insanlar Ankara’da toplanmıştı. Orada patlayan bomba sadece barış talep edenlere yönelik bir saldırı değildi. Amaçlanan şey, bir arada durmaydı. Umudu hedef aldılar, barış olasılığını, yola başlamadan yolu... Savaş cephesine karşı çok çeşitli bir barış cephesinin oluşması birilerini acayip rahatsız etmişti. Saldırıda çok sayıda CHP’li insan da yaşamını yitirdi. Sonrasını biliyorsunuz zaten. Ayrışan, istenilen yöne sevk edilen muhalefetin, savaş isteyenlerin belirlediği alanda siyaset yapması. HDP’lilerin dokunulmazlıklarının muhalefet eliyle de kaldırılması, İslamcı-milliyetçi-ulusalcı/Avrasyacı bir iktidara karşı yine muhafazakar-milliyetçi-ulusalcı bir muhalefet inşasıyla tamamlandı. Bu denklemde ne barış ne çözüm isteyenler yer almadı, yer verilmedi. Lanetlenen bu kesimin oyları karşılığı arka kapılardan pazarlık yapıldı o kadar. Öyle bir dönemdi ki, kentlerde art arda patlayan bombalar, Sur, Cizre, Nusaybin süreci, barış isteyen akademisyenlerin ihraçları, KHK’larla sol, sosyalist ve Kürtlerin kurumlardan tasfiyesi, açlığa mahkûm edilmeleri. HDP’nin tepeden tırnağa kriminalize edilip, binlerce partilinin tutuklanması, genel merkezlerinin yakılması, il binalarına baskınlar ve linçler de cabası…
Sosyal medyada yükselen ırkçılık, şu doksanlı yılların karanlığını hatırlatan beyaz toros paylaşımları, ticaret sitelerinde açıkça satılması falan 2015’te yaşanan kanlı ve ağır süreçten izler taşıyor. 1990’lardaki karanlık süreçten bugüne medyada ve devlet içinde ölümlerin sürmesini ısrarla destekleyenlerin tamamı şu anda aktif şekilde yeni başlayan süreci sabote etmeye çalışıyor. Çözümsüzlüğün bugüne kadar sürmesinde rolü olan ve patronları aracılığıyla savaş baronlarının sözlerini kendi sözleriymiş gibi tekrarlayanlar, şimdilik YouTuber rolünde yine eski baronların sözlerini tekrar etmeye devam ediyor. Muhalefet safında bulunsun yarın lazım olur diye, adliyelerden dosya servis edilip gazeteci yapılan ve muhalefet medyası sayılan kanallar arasında mekik dokuyan, muhalefet belediyelerinin davetiyle palazlandırılan, yedekte tutulan barış karşıtı çakma Ertürk Yöndem’ler de devrede.
Ekonomik kriz nedeniyle yükselen öfkeyi, hiç de hak etmeyen göçmenlere yönlendiren partiler. Yine aynı kaynaktan beslenip, muhalefet masasını tekmeleyen ve deşifre olunca başkan değiştiren, kendi cumhurbaşkanı adayını iktidara yolcu edip, kendine bakanlık verilmeyince mecburen muhalefeti dağıtma görevine devam eden Özdağ’lar, İYİ Parti’ler falan. Hepsi barış karşıtlığı üzerinden sahada. CHP içinde ırkçılıkları ayyuka çıkmış belediye başkanları. 1990’ların karanlığından beslenen trol orduları, yabancı düşmanlığı üzerinden oyun odalarında organize olan genç çocukların hepsi…
Aslında 2015’te ne yaşandıysa aynısı başka bir yöntemle devreye sokuluyor. Muhalefeti olası bir demokrasi ve barış ittifakından uzaklaştırıp, 2015’ten sonra yaşananlar gibi iktidarla benzer ideolojik ve yenik bir çizgide yine muhalefette tutmak. 10 Ekim gibi bomba patlatılamıyor ama, propaganda ettikleri şeyle amaçladıkları, 10 Ekim sonrası toplumu sindirme, umutsuzluğa mahkûm etme. 10 Ekim’de katliama sevinenler şimdi, şimdi olası bir barış iklimine ağız dolusu küfrediyor.
Tabii, en konforlusu ve en tehlikesizi DEM Parti’ye küfretmek. Özgür Özel, Kürt meselesinin masada çözülmesi bizim talebimiz dediği zaman susanlar, DEM Parti’nin sürece karşı her açıklamasında toplu linçe başlıyor. Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan için “Kurucu Başkan, elini altın koydu, İmralı’ya bir heyet gitmeli” sözlerini duymamazlıktan gelenler, aynı gün DEM Parti’nin Öcalan ile ilgili açıklamalarına ve grup toplantısında atılan sloganlar üzerinden ortalığı yıkıyor. Oysa Bahçeli’nin grup toplantısındaki sözlerinin alkışlanması ile DEM Parti grubunda atılan sloganlar arasında pek de fark yoktu. Anlaşılır tabii, Devlet Bahçeli’yi DEM Parti’ye benzer biçimde linç etmeye çalışmak cesaret istiyor. DEM’e vurmak en ucuzu, en sinsisi.
Özgür Özel ve İmamoğlu’nun DEM Parti’yle benzer açıklamalarını eleştirseler, çıktıkları televizyonlar, yazdıkları medya organları ve beslendikleri belediye etkinliklerinden olacaklar. Fakat kastedilen aslında muhalefetin iktidar olasılığı. Ülkenin ağır bir yıkımdan eskiden farklı bir yöntemle silkinmesi ve bizzat Özgür Özel/CHP.
Tekrar edeyim, girişte de dediğim gibi, sürecin samimi olup olmamasından, gerekli olup olmadığından bahsetmeyeceğim. Bahsettiğim şey yol, olasılık, umut, barış umudu, işte ona karşı çıkılıyor. Büyük kazançla da sonuçlansa karşılar, değilse de. Beslendikleri şey savaş, onları var eden şey de. Eşit yurttaşlığa karşılar…
CHP’nin çeperlerine üşüşüp çözüm olasılığını emip semiren aşırı sağcı/ırkçı akademisyen, gazeteci ve siyasetçilerin çözüm olasılığına karşı, DEM Parti üzerinden yürüttükleri saldırılar eğer CHP’yi, hele ki Sosyalist Enternasyonel'de "CHP, aşırı sağa karşı settir" diyen Özgür Özel’i tedirgin etmiyorsa, bu bir dönem daha iktidar olmamayı göze alıyor demektir. Bu sindiriş, bu suskunlukla, bu yol oraya çıkıyor çünkü…