Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu, AKP’den ayrılış süreçlerini defaatle aynı biçimde aynı sorulara cevaben ve farklı kanallarda anlatıyor. Yayın bitiyor ve soruları yönelten gazetecilerin, program yorumcularının büyük bir kısmından bu iki eski devlet adamına dair mealen şu sözler duyuluyor: “…Şimdi haklılar fakat geçmişe dair öz eleştirilerini yaptılar mı? Bilemiyoruz…” Muhtemelen yapmışlardır, aksini düşündüğümüzde yeni kurulan partilerin ideolojik ve politik temellerinde, deniz kumu kolonlara önünde sonunda rastlayacağımızı biliyor olmalıyız. Kaldı ki yeni partilerin kuruluşundan çok bu isimlerin AKP’den ayrılışlarının küçük de olsa öz eleştiri emareleri taşıdığına inananlardanım ancak buradaki temel problemi, bu isimlerin ya da hareketlerin öz eleştiri yapıp yapmadığından çok öz eleştirilerinin tabir-i caizse önceki günahlarının kefareti sayılıp sayılamayacağı oluşturuyor. Varlığını AKP merkeziyetçiliği üzerinden şekillendiren diğer parlamento temsilcilerine baktığımızda bunu çok daha net görebiliyoruz. Sağ baştan sayalım isterseniz: Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhur İttifakı kurulana dek AKP’yi milliyetçilik düşmanlığı ile suçlayan parti değil miydi? Öz eleştirisini yaptı mı? Büyük Birlik Partisi, 7 Haziran seçimleri öncesinde Recep Tayyip Erdoğan’ı; ettiği cumhurbaşkanlığı yeminine sadık kalmamakla ve tarafsızlığını yitirmekle suçlayan parti değil miydi? Öz eleştirisini yaptı mı? Saadet Partisi, geçtiğimiz günlerde AKP politikalarının Türkiye’nin nabzını en iyi tutan politikalar olduğunu söyleyen parti değil miydi? Öz eleştirisini yaptı mı? İyi Parti, mayıs ayında kayyum atanan belediyelerden Iğdır’da son yerel seçimlerde Cumhur İttifakı’nı destekleyen parti değil miydi? Öz eleştirisini yaptı mı? Cumhuriyet Halk Partisi, milletvekilliği dokunulmazlıklarının kaldırılmasında öncü parti değil miydi? Öz eleştirisini yaptı mı? Halkların Demokratik Partisi, Edirne’den Hakkari’ye demokrasi şiarıyla yola çıkarken Ahmet Şık’ı istifaya götüren süreci inşa eden parti değil miydi? Öz eleştirisini yaptı mı? Çok yüzeysel dahi baktığımızda siyasi partilerin öz eleştiri mekanizmalarından yoksun oluşları açığa çıkarken politik figürlerin, gazetecilerin, danışmanların, danışanların, aydınların, siyasetçilerin durumu da siyasi partilerden çok da farklı değil. Sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların ve sivil toplum gibi çalışmaktan öteye geçemeyen teorik tartışmaların kıskacından kurtulamamış iddiasız sosyalist partilerin de öz eleştiriye mesafesi bir hayli fazla. Bugün geldiğimiz noktada, eleştirdiğimiz her şeyde payımızı yabana atıp salt konjonktürün gerekliliğine tutunmamız da siyasetin kaldıysa ahlaki yapısıyla olabildiğince çelişmekte. Peki, AKP’nin hiç suçu yok mudur? Vardır! Kendi hatalarından ders çıkarıp çıkarmadıkları başka bir tartışmanın konusu olmakla beraber ilk elden iğneyi de çuvaldızı da rastgele karşısındakilere sallayanları gördükçe Anadolu’nun meşhur deyişi geliyor aklımıza: “Sen doğru ol, eğri duvar elbet bir gün yıkılır.” İçinde bulunduğumuz kaotik ve çelişkili durumu belki de en iyi anlatan kıssa Barnabas 201’de rivayet ediliyor: İsa’yı zor durumda bırakmak isteyenler, İsa’nın karşısına zina suçu işlemiş bir kadın getirirler. Bu kadını İsa’nın karşısına getirenler aralarında: “Şayet İsa bu kadını kurtarırsa bu Musa’nın kurallarına aykırıdır çünkü Musa, zina suçlularının recmedilmesi gerektiğini söylemiştir ve bu durumda İsa’yı suçlarız. Şayet İsa, bu kadını mahkûm ederse bu da İsa’nın kendi akidesine aykırıdır çünkü İsa merhameti tebliğ etmektedir dolayısıyla yine İsa’yı suçlarız.” Demişlerdir ve kadına ne yapılması gerektiğini İsa’ya sorarlar. İsa parmağıyla bir ayna yapar ve oradakiler o aynada işlediği günahları görürler. İsa, ahaliye dönerek: “Aranızda günahsız olan O’na ilk taşı atsın.” Der. Bunun üzerine oradakiler bir bir dışarı çıkar… Asıl partiyi kaçırıp AKP’nin after partilerine yetişirken muhalefet ve demokratlık arasındaki dereyi geçmekte zorlananlar, ne yazık ki ilk taşı atarken son derece pervasızlar! Mesele burada iktidar ya da iktidardan kopuşların çok ama çok uzağındayken muhalefette olduğunu sananların büyük çaresizliğinin mihenk taşları sanıldığının aksine çok ama çok yakınlarında. Esas mesele salt emeği savunabilmekte! Emeği, barışı ve demokrasiyi savunduğunu iddia eden her kimse ya da hangi oluşumlarsa AKP’yi ya da yeni kurulan siyasi hareketleri suçlarken kendi öz eleştirilerini yapmaktaki acziyetleri; emekçi halk nezdinde samimiyetten oldukça uzak ve riyakâr bir konumlandırmaya mahkûmiyetle sonlanmakta.