15 Şubat'ta Öcalan'dan mektup beklerken Van Büyükşehir'e kayyım atandı. Tarih sembolizmi Türk devleti açısından da hep önemli olmuştur. Bu nedenle kayyım atayan irade günlerdir özellikle bugünü bekledi ve Kürtlere ve Kürtlerle anlaşma arayışındaki devlet damarına "al sana barış" diyerek bir tür rest çekmiş oldu. Elbette bu nihai bir restten ziyade önemli de olsa bir ara hamle ve sınır çizme çabası gibi gözüküyor.
Bahçeli ve Erdoğan arasında uyum değil uyumsuzluk ve hatta çatışma var
Ben başından beri Bahçeli'nin çağrısı ve çabasıyla Erdoğan'ın tutumu arasında bir uyum olmadığını veya kimilerinin iddia ettiği gibi bir 'danışıklı dövüş' hali olmadığını, aksine çelişki ve çatışma durumu olduğu analizini yapıyordum. Sırrı Süreyya Önder bunu "Öcalan'a devletin iki farklı eğiliminden iki farklı yaklaşım söz konusu." cümlesiyle daha üstü kapalı ifade etmişti. Cemil Bayık ise daha da ileri gitti ve çatışma halinin adreslerini de tarif etti. Önceki gün kendilerine Öcalan'ın mektubunun ulaştığını açıklayan Cemil Bayık, aynı açıklamasında çok net ifadelerle Erdoğan'ın çatışmacı, Bahçeli'nin barışçı tutumu temsil ettiğini bir anlamda ifşa etmiş oldu. Öcalan'ın çözüm eğiliminde olanları güçlendirmeye yönelik çabalarına işaret eden Bayık ve PKK yönetiminin devlete yönelik yaptıkları "Korkmayın, Kürtler devleti bölmenin peşinde değil" vurguları da bu noktada tesadüf değil. Ancak belli ki bu çağrının ve demokratikleşmenin önünü açması önlenemez olan bir çözüm sürecinin Saray-Erdoğan cephesinde nesnel bir sınırı var.
Erdoğan iktidarının sıkışmışlığı: 2012-2015 döneminin tekrarından korkuyor
Erdoğan iktidarı barış yapma imkân ve iradesini nesnel olarak kaybetmiş gibi gözüküyor. Erdoğan barış yönündeki ilk ciddi adımlarda bile 2012-2015 sürecinden daha hızlı bir iktidar kaybı yaşayacağının farkında. Hatırlanırsa 2013 Gezi, 2014 Kobane eylemleri ve 7 Haziran 2015'te AKP'nin kaybettiği ve muhalefetin zafer elde ettiği seçimler barış sürecinin yarattığı atmosferde vücut bulmuştu. Bugün ise 2015'ten sonra inşaa ettikleri ve tüm güç gösterilerine rağmen aslında en zayıf dönemini yaşayan iktidarları en küçük bir demokratikleşmeyi dahi kaldıramayacak durumda.
Türk devletinin gerçek bekası için Türk-Kürt ittifakının güncellenmesi olmazsa olmaz
Oysa bugün Türk-Kürt ittifakını asgari demokratik koşullarda güncelleyecek bir çözüm süreci herkesten çok Türk devletinin gerçekten bekasını ve varlığını savunanlar açısından tarihsel bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Bahçeli de zaten bunu dillendiriyor. Erdoğan'ın ise tek kaygısı kendini ve yakın çevresini iktidarda tutabilmek ve devlet içinde varlığını çatışmanın sürmesine bağlamış olan damarla işbirliği halinde dokunulmazlığını muhafaza etmek. Bu noktada 5-10 yıllık bir perspektifle, 50-100 yıllık bir perspektif çatışıyor.
Karşılıklı hamlelerin yarattığı kilitlenme nasıl aşılacak?
AKP ve Saray'ın Van hamlesine demokratik muhalefet ve halk elbette gücü oranında mücadele ederek yanıt verecektir, ancak iktidar içi çatışmanın tarafları açısından da hamleler gelecektir. Bahçeli'nin Mardin'e atanan kayyım sonrası yaptığı açıklamayı ve Ahmet Türk'ün görüşme heyetine dahil edilerek verilen yanıtını hatırlayın. Yine geçen gün gündeme gelen, Ekrem İmamoğlu'na yönelik olası tutuklamaya sevk adımının Bahçeli tarafından önlendiği iddiasını hatırlayın. Van kayyımı hamlesine karşı hamleler de gelecek dedik ama bir patinaj ve ilerleyememe hali de iyice ayyuka çıktı. Bu kilitlenmeyi aşmak için zaman da daralıyor. Türk devleti Ortadoğu'da ve Rusya-Ukrayna cephesinde işlerin bu kadar hızlandığı bir evrede çok geç kalıyor ve bu kaybettiği zamanı tarihsel olarak telafi etmesi de giderek zorlaşacak.
Bahçeli devletin kurucu partisini fiilen iktidara çağırırsa şaşırtıcı olmaz
Bahçeli'nin bu düğümü çözmek üzere fiilen iktidarın CHP'ye devredilmesiyle sonuçlanabilecek bir erken seçim çıkışı yapması durumunda hiç şaşırmayacağımı da bir süredir ifade ediyordum. 'Devleti kuran parti' olarak CHP'nin bu tarihsel kavşakta yeniden rol üstlenmesi gerekebilir ve Bahçeli'nin daha önce CHP'yle yaptığı ittifak düşünüldüğünde kimse bu yönde bir tutum değişikliğine şaşırmaz. Elbette "Hangi CHP?" diye sormak anlamlı olur ama meselinin bu yönünü daha sonra ele alalım. CHP'nin de Bahçeli'nin "çözüm çağrısına" karşı çıkmadığını ve hatta el yükselterek çözüm sürecinin dışında kalmayacağını ilan etmiş olduğunu unutmayalım. Ayrıca CHP 2018 seçimlerinde kısmen, ama 2019-2023 ve 2024 seçimlerinde kapsamlı şekilde hayata geçirdiği ve kendisini iktidar alternatif haline getiren DEM Parti ittifakını korumaya özen gösteriyor. İki partinin toplam oyunun bugün yüzde 40'ın epey üzerine çıktığı tüm anketlerin ortak sonucu. TÜSİAD'ın da safını ilan eden çıkışı sonrası bu yönlü bir kapsamlı değişim daha da yakın ihtimal haline geldi. Bu tabloda Saray ve Erdoğan damarının DEM Parti'ye yönelik artan baskısının öne çıkan gerekçesinin "Kent uzlaşısı"nı kriminalize etmek olduğunu da unutmayalım. Diğer yandan CHP'yi de "yolsuzluk" iddiaları ve şimdi de "Şaibeli kurultay" iddialarıyla baskı altında tutarak iç gündemine boğulmasını sağlamaya çalışıyorlar. Bu saldırılar çözümden yana olan devlet damarını (Bahçeli şahsında) yalnızlaştırma ve bu damarla CHP-DEM Parti arasında çözüm odaklı bir fiili yakınlaşmasının ortaya çıkmasını sabote etme çabasından bağımsız değil.
Belli ki Bahçeli tam zamanında "hasta oldu" ve ilk anda akıllara ikinci Özal vakası mı ihtimalini getiren "ameliyat" meselesi belki de süreci sakince izlemek için vakit kazanma çabası da olabilir. Bunu söyleyeceğim 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi ama kendisine tez elden sağlık ve sıhhat diliyorum ve yapacağı hamleleri de merak ediyorum.