Prof. Dr. Cem Say,  Siyaset Bilimci Özgün Emre Koç ve Nurcan Seven'in sorularını yanıtladı. Türkiye'de bilim politikalarını, akademik özgürlüğü, üniversitelerin özerklik durumunu ve Türkiye'nin bilim bilime dair yatırımları ve öngörüleri konuşuldu.

"Sistem değişikliğiyle liyakatsizlik tavan yaptı"

Boğaziçi rektörlük sürecini ve direnişini değerlendiren Siyaset Bilimci Özgün Emre Koç " 1 Ocağı, 2 Ocağa bağlayan geceydi, zannedersem Boğaziçi'nde bir rektör krizi bir yönetim krizi yaşanıyor. Ancak bu aslında Boğaziçi'ne has bir durum değil. Türkiye'de genel olarak bir üniversite yönetimi krizi yaşanıyor. Zaten 12 Eylül'de başlayan bir facia vardı. YÖK faciası yine o dönemde aslında. Üniversitelerin kendi yönetimini seçmeme hadisesi 89 yılındaki Boğaziçi'nin sergilemiş olduğu direnişle yine aşıldı ve kısmi bir seçime geçilmiş oldu. Doksanların başında Boğaziçi bir direniş sergiledikten sonra biz kendi rektörümüzü seçtik ve bu atanacaktır diye bir tutum sergiledikten sonra doksanların başında bir yasa değişikliğiyle kısmi seçimli sisteme geçildi. Üniversiteler kendi sektörlerini seçip cumhurbaşkanlığına gönderiyordu. Bizim rektör adaylarımız yani en çok oy alan 3 aday budur diye ve Cumhurbaşkanı da bunların içerisinden birisinin rektör olarak atıyordu. Boğaziçi'ne tabii teamül biraz daha şöyle işliyordu. En çok oyu alan adayın lehine diğer adaylar çekilerek tek aday olarak gitme sistemi oluyordu. Genel de ve Cumhurbaşkanı aslında mecburen Boğaziçi'nin seçtiği adayı atamış oluyordu. Şimdi 15 Temmuz darbe girişiminden sonra işte sistemde değişikliğiyle birlikte iyice üniversitelerdeki hükümet nüfuzu kontrolü baskısı ne yazık ki arttırıldı ve doğrudan dışarıdan müdahaleler atama ve hatta liyakatsizliğin artık tavan yaptığı süreci yaşadık. 

"Melih Bulu'nun gelişi direniş fitilini ateşledi"

2021'de Melih Bulu'nun Cumhurbaşkanlığı tarafından dışarıdan atanması üzerine yaşanan direnişi değerlendiren Siyaset Bilimci Özgün Emre Koç "İlk önce Mehmet Özkan'ın atanmasıyla ilgili aslında Boğaziçi'nde ciddi bir kriz yaşandı. Fakat o dönemde bir ara formülle Mehmet Özkan'ın da aslında Boğaziçi mensubu olması, liyakate de bir personel ve akademik personel olması nedeniyle bir araç formülle o dönem geçiş geçiştirildi diyebiliriz. Ancak sonrasında 2021 de Melih Bulu'nun dışarıdan atanması, üstelik rektörlük liyakatini sahip olup olmadığı tartışmalı biri olması. Zaten daha sonra doktora tezi ve yayınlarını ilişkin de ciddi intihal tartışmaları ortaya çıkmıştı. Orada çok ciddi bir dışarıdan zorla dayatılan bir rektör olarak Boğaziçi'nin önüne getirilmesi çok büyük bir direnişin fitilini ateşledi ve Boğaziçi daha öncesinde aslında Türkiye'de üniversite mücadelesinde de hep kendi içine kapanık olmakla suçlandı. Fakat bu uygulama Türkiye genelinde birçok üniversitede olduğu halde Boğaziçi kadar direnen ve bu konuda sembolleşen başka üniversite olmadı. Burada bir öncü rol aslında üstlenmiş oldu. Boğaziçi Üniversitesi ve Türkiye'de de demokrasi mücadelesini, hukuk mücadelesinin ve üniversite özerkliği mücadelesinde sembollerinden biri oldu olmaya da devam ediyor. Bu işin taşıyıcısı" dedi.

Aslında hocamıza da sormak istiyorum. Boğaziçi Üniversitesinin bu dönemde bu kadar karakteristik bir şekilde öncü bir şekilde öne çıkmasını neye bağlıyoruz? Bunun bir siyasi, bir şeyi var mı zemini var mıydı?

Boğaziçi üniversitesinin politik zeminini değerlendiren Prof. Dr. Cem Say "Neden Boğaziçi böyle oldu da diğer iyi üniversitelerimiz olmadı? Sorusuna güzel soru bende düşündüm. Geçenlerde İstanbul'da başka bir önemli devlet üniversitesinin ve onların da başına böyle şeyler geldi. Son zamanlarda hızla artarak geliyor. Hocalarımdan birkaçı ile konuştum. Yani bir ama bizde zaten dönemlerden beri böyle yani. Rektör kimse o onun dediği olur. Hani illaki parti tarafından atanmış olmasa bile eskiden beri böyle bizde hani işte o kendi öğrencisini oraya getirir filan, bunlar hep normal karşılanır, işte oldu. Açıkçası bence buradaki fark o Boğaziçi'nin geleneği, onun tam tersi. Yani ben çok genç taze öğretim üyesi olduğum dönemden beri bütün rektörlere karşı konuşup yazıp duruyorum. Bizim kendi içimizde Türkiye'de ilk defa olarak herhalde daha böyle Whatsapp filan da icat edilmişken, bir hocaların kendi aralarındaki tartışma mail grubu vardı. Hatta bu mevcut yönetimin son harika icraatlarından biri. Onu kapatmak oldu. Sonunda adına dayanamayıp yani ta işte doksanlardan beri ben buna karşıyım. Bu yanlış filan diye ben gayet genç bir yardımcı doçent olarak orada bir dediğimi ve de herkesin de beni dinlediğini, yani tabi ki benimle aynı fikirde olmak zorunda değiller de. Yani bu sen kimsin arkadaş daha dün geldin filan kimsenin böyle bir şeyi demek aklına koca koca profesörlerin bile aklına gelmiyor, yani onun Boğaziçi'nin hakikaten kurulurken ki temelinde bu demokratlık var. Evet bir de yani liyakat diyoruz ya hani işler birisinin bir şeysi olduğu için değil, hakikaten o konuda iyi olduğu için kendini de kimseye borçlu hissetmiyor. Kimsenin adamı olmak zorunda hissetmiyor aslında. Hani tabi ki dediğiniz gibi her yerde olması gereken şeyler de son zamanlarda görüyoruz ki bu pek hiçbir yerde kalmamış. Bir dakika, bu bizim anayasada yazan hakkımız. Bunun böyle olması lazım. Filan diye böyle bir günlük mırıltı değil. Her gün bunu söylemeye devam etme uygulaması başka hiçbir yerde olmamış. Bize de niye olmadı acaba diye şaşmak düşüyor" dedi

Bilim politikaları ve üniversiteyi de konuşmak istiyoruz. Aslında siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Hem Türkiye'nin bilim politikalarını hem üniversitenin akademik özgürlük bağlamında da az evvel liyakate da biraz değindiniz. Onu da ileriki zamanlarda biraz açacağız ama açıkçası değerlendirmenizi merak ediyoruz.

Bilim politikaları ve üniversiteyi dair görüşlerini aktaran Prof. Dr. Cem Say " Yani işte çok güzel bir yerden girdiniz çeşitli taraflardan bakılabilir buna yani bilim politikası nedir, bunu kim belirler? Dışarıda kim belirliyor filan yani mesela Amerika'da bu en son ortalığı birbirine katan yapay zeka gelişmelerini devlet yapay zekada gelişecek diye karar aldı, işte hükümet filan, öyle mi oldu yoksa onların girişimcileri onların ülkesinin doğasından gelen bir çok olumsuzluğa rağmen, buluş yapacaksan olmak için en iyi yerlerden biri orası. Ona imkan tanıyorlar. Bir kere yani bilimden haberdar olması lazım doğal olarak en temelden başlarsak bütün vatandaşlarını doğanın dünyanın nasıl işlediğini, işte aşıların ne işe yaradığını falan filan o temel hayatta kalma tekniklerini bağlı olan temel bilgiler konusunda eğitmesi haberdar etmesi lazım. Yani eğitim politikası denen şeyin ona göre dizayn edilmiş olması lazım. Tabii ki aynı şekilde işte devletin yöneticileri de bu şekil bir eğitim almış, hatta mümkünse daha da böyle katmer daha iyi eğitim almış kişilerden oluşmuş olması gerektiği için hani dünyada neler oluyor? Dediğim gibi yapay zekada ne oldu? Devletin üst kademe bir yöneticisiyle oturduğunuzda bu konulardan haberdar olduğunu konuşmasından anlamanız lazım. Ülkemizin sistemimizin bozukluklarından biri o yani bir kişi tabii her şeyi bilemez de bilen bir çevresinde bir destek sisteminin olması lazım. Zaten bunun için kurulmuş kurumlar var. Üniversite dediğimiz şey zaten bu işte ülkelerin bilim akademileri var. Bilim fonlama ajansları var. Bu Tübitak dediğimiz şey var. Yani aslında neler olup bitiyor? Şu yöne yöneltmek iyi olur ya da bir takım hakikaten devlet olarak düşünmeniz gereken, yönlendirmeniz gereken şeyler oluyor. Son günlerde savunma teknolojisi gündemde. Yani bir bizim bu teknolojiden illa ki bizde de bir tane bir kopya bizim kendi milli olarak geliştirdiğimiz bütün içini filan da kontrol edebildiğimiz. Olması lazım, filan diyebileceğiniz teknolojik şeyler de var. O ihtiyaçlar o devletin neresinde bunun uzmanı var? O hangi kurumlar bu işe yöneltilmedi? Uzman kuruluşlardan gelen bilgiyle veriyle hani illa devlet politikası olacaksa bu bizim devlet şu konuya kafayı koydu. Bunu muhakkak yapacağız. Bunda dünya lideri olacağız ya da bunda bağımsız olacağız. Kimseye muhtaç olmayacağız. Kararların alınıp uygulanması lazım. Bu da tabii benim bahsettiğim kurumların doğru düzgün çalışmasına, o kurumların kendi başında ya da içinde sadece bilim sadece onun esas misyonu onu önemseyen, onun içindeki liyakate göre işleyen başka bir derdi olmayan hani birisine beni buraya tayin etti. Ben de bunun duymak isteyeceği şeyi söyleyeyim, gerçekten konu neyse o orada esas önemli olan şey neyse gerçek neyse onu söylemekten başka bir derdi ve bu konuda bir kaygısı olmayan kişilerden oluşması o kurumun öyle bir kurum olması gerekiyor. Yani öyle olarak özellikle olması gerekiyor" dedi.

Neden üniversitelerin özerkliği bu denli önemli? Neden liyakat diyoruz biz?  İnternette sosyal medyada sürekli liyakat diyoruz ama bunun aslında zincirleme neye reaksiyon verdiğini anlatmanızı istiyorum. Neden liyakat bu kadar önemli?

Üniversitelerin özerkliği ve likayat sistemine dair konuşan Prof. Dr. Cem Say " Şimdi sonuç olarak bir işi uzmanına yaptırırsanız o iş daha iyi çalışır değil mi? Yani hani doktora giderken böyle rastgele seçilmiş bir doktora mı gitmek istersiniz yoksa hakikaten o işin uzmanı, doktora mı gitmek istersiniz? Onun bir ölçüsü var. Birkaç şekilde cevap verilebilir. Bir kere demin bahsettiğim kitap vardı ya. Taşra üniversiteleri orada işte birkaç tane adı hakikaten üniversite olan ama içine baktığınızda öyle bir şey olmadığı ortaya çıkan kurumdan bahsedilir. Ekonomik olarak düşünün, hani bir şeyin alıcısı olur, bir değeri olur. Çok talep olursa efendime söyleyeyim, oraya erişmek zor olur değil mi? Arz talep kuralları var ekonomide mesela o oradan bakabilirsiniz. Yani toplum neyin ne olduğunu anlıyor ve de bu her sene yapılan üniversite giriş sınavlarında oluşan puanlamalar filan aslında toplumun bunun neyin ne olduğunu anladığını ve üniversiteleri kendi kafasında böyle bir sıralamaya koyduğunu gösteriyor genel olarak bir konuda. Her konuda aslında bu dediğimiz geçerli de hani uzmanlık gerektiren konu diye bir şey var, anlatabiliyor muyum? Zaten bizim mezunların çoğu Türkiye'de duramıyor. Yani durmuyor. Çünkü böyle bir hortum gibi. Bu bizim uzmanlık alanının ekonomik şartlar nedeniyle yurt dışından böyle çekildiği bir ortama dönüştü. Yani her şey çok güllük gülistan olsa bile ekonomik açıdan hesap ettiğimizde ben buradakinden 2 kat fazla maaş alırım gibi bir şey karşınıza çıkıyor. Bir de her şey güllük gülistanlık değil. Yani genç bir insan için oldukça karanlık bir ortam var.

Liyakatsizlik üzerine görüşlerini aktaran Özgün Emre Koç "Aslında şöyle birleştirmek istiyorum, hocanın anlattıklarıyla şimdi üniversite sayısı artıyor, niceliğe artıyor. Fakat niteliği giderek düşüyor. Bazı kurumlar kendi imkanlarıyla ve yetişmiş insan kaynaklarıyla varlıkların devam ettirmeye ve toplumsal fayda ve kendi varoluşsal gerekçelerini yerine getirmeye devam ediyorlar. Bazı üniversiteler üniversite fonksiyonunu yerine getirmeye devam ediyorlar. Ancak topyekun bir niteliksizleşme ve çöküş var. Üniversite olsun ve orada akademisyenler bilim üretsin. Toplumsal fayda üretsin ve insan kaynağımızı geliştirsin diye değil de işte emmioğlu şurada işe girsin işte öbürünün kaynı şurada sekreter olsun diye açıldı ve bazı karar mekanizmalarında kelle sayısını arttırmak için hocamın da bahsettiği gibi kurulduğu için ve bu üniversite denen kurumun vasfını ortadan kaldırmaya başlıyor ve bu toplumda şuna da yol açıyor. İnsanlar bu kadar çok üniversite ve üniversite mezunu olunca ve bunların birçoğu da aslında niteliksiz insan yetiştirmeye başlayınca toplumsal toplumdaki algı da şu olmaya başlıyor, diploma anlamsızlaşıyor. Çünkü siz çok fazla ihtiyaçtan fazla üniversite mezunu veya belli alanda uzman yerleştirince, örneğin hukuk buna iyi bir örnektir. Çok fazla hukukçu yetiştirilir. Türkiye'de ihtiyaçtan fazla bir alanda insan yetişince arz fazlası oluşunca ve bunların çoğu da niteliksiz olunca yani toplumda bu anlamda bir kültürel hiyerarşi olması gerekirken, kültürel hiyerarşide şunu kastediyorum. Yani liyakat aslında bahsettiğim şey. İşi ehline teslim etmek, liyakat diye teslim etmek. Üniversite de olsun, toplumun dışındaki diğer üniversite dışındaki diğer ihtiyaç alanları olsun depremi afetle öğretimi vesaire gibi burada işini ehline teslim etmekte bir süre sonra anlamsızlaşıyor veya ehil olması gereken kişilere toplumda itibar kaybı yaşanıyor. Toplum bunlara itibar etmeme, hatta düşmanla aşmaya da başlayabiliyor. Bir bu iktidarın bilinçli politikaları neticesinde işte bu liyakatsiz ve işte üniversite üzerinde özellikle yığılma işte buraya bir akademisyen olmayan akademisyenlerin doldurulması, üniversite olmayan üniversitelerin açılması ve bunların işte yükselme şartlarının güya kağıt üzerinde belli kriterlere bağlanması neye yol açıyor? Şimdi siz oraya bir yeni bir personel alıyorsunuz. Bu personel hak etmeden, oraya girmiş, hak etmeden oraya girdiği için de gerekli donanımlara sahip olmadığı için de o yükselme kriterlerini karşılayamıyor" dedi.