Türkiye ve Avrupa'nın birçok ülkesinde ligler sona erdi. Bu sene Katar'a peşkeş çekildiği için, yazın Dünya Kupası’nı da izleyemeyeceğiz. Bundan 10-15 yıl önce “endüstriyel futbol” diye yazılar yazıyorduk. Çok değerli hocalar, kitaplar ve tezler yazdı.

Şimdi artık bu kavramlar da futbolun geldiği kapital süreci tam olarak ifade edemiyor. Endüstriyel futboldan sanırım futbol endüstrisine dönüş yaptık.

Çünkü 30 yıl önceki futbol anlayışı ile şimdiki futbol anlayışı arasında korkunç bir fark var. Bu fark hem iyi anlamda var; hem de kötü anlamda. 25-30 yıl öncesine kadar futbolcuların ön plana çıktığı, estetiğin ön plana çıktığı dönemlerdi.

Para yine önemli bir rol oynuyordu, ama bu kadar hakim değildi. Yıldızlardan oluşan takımlar kurulurdu. Sanırım o dönemleri izleyenler; Real Madrid, Barcelona, Milan, İnter, Juventus, Bayern Münih gibi kadroları şimdi bile ezbere sayabilir.

Ama şimdi yıldız oyunculardan ziyade, hocalar öne çıktı ve sistemler öne çıktı. Sert ve katı sistemler. Guardiola, Klopp, Diego Simeone, Tuchel gibi hocalar domine etmeye başladı. Her oyuncunun, makinanın bir dişlisi gibi asla disiplinden kopmadığı sistemler ve koşu mesafelerinin her oyuncu için çok daha arttığı maçlar oynanmaya başladı. Bu yeni sistem, eski yıldızları artık kaldırmıyor.

10 oyuncunun 1 oyuncuya çalıştığı sistemler artık çok geride kaldı. Ronaldo, Messi, İbrahimovic, artık sadece güzel hayallerden ibaret. Onlara benzer oyuncuların da daha az önce saydığım hocaların sistemlerinde yer alma imkânı yok.

Pep eski usul santraforları kullanmıyor, Tuchel ve Klopp da kullanmıyor. Orta sahada 2. ile 4. bölgelerin birbirine çok yaklaştığı 20 metrekarede oynamayı tercih ediyorlar. Takımların stoperleri ile ön bölgede oynayan oyuncuların arasında en fazla 30 metre oluyor.

Stoper görevlerini artık kaleciler yapmaya başladı. Ayağı en az bir stoper kadar iyi olmayan kalecilerin artık iş bulması çok zorlaştı.

Bir ön libero kadar ileride rakibe press yapmayan forvet oyuncularının iş bulması çok zorlaştı. 3. Dünya ülkelerinde elbette bu saydıklarımın olması çok zor. Türkiye gibi 3. Dünya ülkelerinde, futbol saha içinde oynanmadığı için kimsenin bu sistemleri dert ettiği de yok.

Türkiye'den Avrupa'nın üst düzey liglerinde oynamış bazı oyuncular, şimdi Avrupa'daki üst düzey sistemleri uygulamaya çalışıyor.

Emre Belözoğlu, Nuri Şahin ve İtalya futbol kültüründen gelen Fariolli gibi yeni nesil hocalar Türkiye'de sistemi biraz hızlandırmaya çalışsa da, köhnemiş sistem onları geriye çekiyor. İngiltere Premier Lig'i bu kadar üst düzey yapan unsurların başında hakemler geliyor.

Oradaki hakemlerin yaşları dünya ortalamasının çok üstünde. Ama oradaki hakemlerin izin verdiği oyun akış hızı da, dünya ortalamasının çok çok üstünde. Oyunu durduran değil, oynatan hakemler artık makbuldür. 

Türkiye'de de hakemler, kendilerine birileri tarafından sipariş olarak verilen düdükleri hiç ağızlarından çıkarmıyor. Böyle olunca da oyun hızı ve kalite de paralel olarak düşüyor.

Futbol endüstrisinden bahsederken, saha içine girip bir kere topa vurmadan çıkmak imkânsızdır. Çünkü futbol endüstrisi bütün gücünü saha içinden alıyor. Eskiden yıldızlardan alıyordu, şimdi ise daha çok oyunun kendisinden alıyor. Eskisi gibi dünya yıldızları sadece Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Arabistan, Çin ve ABD'de iş bulabiliyor. İngiltere gibi üst düzey bir klasmanda çalışmaları çok zor artık.

Bu bahsettiğim ülkeler, kendi liglerinin reklamlarını yapmak için daha çok “futbol starlarına” yöneliyorlar. Beckham, bir ara önemli bir simgeydi. Türkiye'ye gelen yıldızlar bu şekildeydi. Evet, belki kısa süreli o liglerin reklamları yapılıyor, ama uzun vadede hiçbir işe yaramıyor. Çoğunlukla da kara para aklama aracı olarak kullanıyorlar. İngiltere Premier Lig'de bu sezon son sıralarda yer alan takımlar bile, yayın ve sponsor gelirlerinden en az 100 milyon sterlin kazandı. Tek bir takımın orada kazandığını, Türkiye'de bütün lig kazanamıyor. Türkiye Ligi'nin değeri, her sene yüzde 40 oranında düşüyor.

Pep, Klopp ve Tuhel gibi isimler aslında sadece saha içi oyunu hızlandırmadılar, aynı zamanda İngiltere Premier Ligi'nin parasal değerini de hızla yükselttiler. Dünyanın her yerinden para İngiltere'ye aktı. Dünyanın en iyi hocaları ve uyum sağlayabilen oyuncuları İngiltere'ye aktı. İngiltere'de artık futbol tamamen özerk bir yönetimle var oluyor. ABD'de NBA neyse, Avrupa'da da Premier Lig odur artık. Endüstri ve kapitalizm sadece para değildir. Herkes öyle zannediyor, ama öyle değil.

Sadece para olsaydı Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi yerler kapitalizmin göbeği olurdu ve her şey oraya akardı. Ama oralar sadece sıcak paranın döndüğü tek gecelik endüstrileşmelerin yaşandığı, kara paraların aklandığı ve eninde sonunda o paraların tekrar Avrupa'ya geldiği yerlerdir. O paraları da bizzat Arap şeyhleri ve zenginleri getiriyor. Prens Selman ve Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu ile 320 milyar pound, İngiltere Primier Lig'e aktı. 

Sheikh Mansour Manchester City'e 23,3 milyar pound aktı. Statlara, sponsorluklardan, kulüp sahipliklerine kadar milyarlarca dolar ve sterlin aktı. Rus Milyarder Roman Abramovich, Chelsea'ye 9,6 milyar pound yatırım yaptı. Ama Ukrayna savaşı ile birlikte bir gün içerisinde kulüp elinden alındı.

Bu el koyma durumu yeri geldiğinde Arap milyarderler için de geçerli. Ne kadar para yatırırsanız yatırın, yeri geldiğinde o paranızı bırakıp gitmek zorunda kalıyorsunuz. Rus ya da Arap milyarderler neden Arap ya da Rus ligine bu büyüklükte yatırım yapmıyorlar?

Çünkü kalite, para ile olacak bir şey değildir. İstediğiniz kadar para yatırın, eğer adaleti sağlamazsanız ve siyaseti spordan uzak tutmazsanız o yatırımlarınız boşa gider. İngiltere bunu sağladı. 5 yıl öncesine kadar bile İngiltere Premier Ligi en iyisi değildi. İspanya açık ara en iyisiydi. Barcelona ve Real Madrid başı çekiyordu. Messi ve Ronaldo'nun başını çektiği yıldız futbolcularla bu iş gidiyordu.

Ama Barcelona ve Real Madrid'teki yıldızlar yaşlanınca ligin kalitesi de düştü. İngiltere, uzun süreli alt yapı yatırımları yaptı. Dünyanın en iyi yerlerinden çok önemli hocalar getirildi. O hocalar sistemlerini kurdu ve o sistemlere uygun oyuncular almaya başladı.

Artık sistem oyuncunun peşinde koşmuyor, oyuncu sistem için koşuyor. Bunu da çok adil ve sabırlı bir şekilde hayata geçirince, yayın hakları bütün dünyaya dağıtıldı. Dünyanın her yerinden izleyiciler gelmeye başladı. Futbol Endüstrisi İngiltere'ye kamp kurdu. Dünyanın her yerinden sermaye akmaya başladı. "Futbol, asla sadece futbol değildir" demişti ya Kuper; İngilter Premier Ligi de artık sadece İngiltere Ligi değildir.

İngiltere Premier Ligi artık bir şampiyonlar ligidir. Artık Türkiye ligidir, Arap ligidir, Rus ligidir, Afrika ligidir. Şampiyonlar Ligi'nde de ya Manchester City, ya Liverpool ya da Chelsea şampiyon oluyor. İngiltere Premier Ligi'nde artık şampiyon olmak, Şampiyonlar Ligi'nde şampiyon olmaktan çok daha zordur. Bu sezon Liverpool ile Manchester City arasında yaşanan şampiyonluk yarışı, her şeyi çok daha net bir şekilde ortaya koydu.

Bu yarış Manchester City ile Liverpool arasında değil, Pep ile Klopp arasındaydı. Manchester United Ronaldo'yu, Chelsea Lukaku'yu aldı, ama olmadı. Çünkü artık o devirler geçti. Önümüzdeki yıllarda M. United, Arsenal, Everton, Totenham, Chelsea gibi takımlarda bu hıza ayak uydurabilirse, fark çok daha fazla açılır. İngiltere Premier Lig ekonomisi İngiltere ekonomisini aşar. İngiltere'nin 50 yıl öncesine kadar sömürgecilikle ülkeye soktuğu para, artık futbol ile gelecek. “Futbol bir sömürü müdür?” sorusu da sorulabilir. Bu sorunun da her coğrafya için ayrı bir cevabı var. İngiltere için değildir.

Futbolun beşiği İngiltere de, uzun yıllar bu sporu bir sömürü aracı olarak kullandı, ama artık sömürüden çok bir kültür alanı oldu. Herkesin kendini kültürü, dili ve inancı ile çok rahat ifade ettiği ve ekonomik olarak sömürülmediği bir alan oldu. Muhammed Sallah bunun iyi örneklerinden biridir. Kendi inancını çok rahat bir şekilde ifade edebiliyor. İsteyen futbolcular arada oruç da tutabiliyor, kiliseye de gidebiliyor.

Drogba gibi kendi ülkelerine hizmet de edebiliyor. Ama bu soruyu örneğin Çin, Türkiye, Arap ülkeleri için sorarsak, evet yüzde yüz sömürü aracıdır. Kimsenin kendi inancını ifade edemediği, kendi kimliğini açıklayamadığı, açıkladığında ise kadro dışı bırakıldığı ülkelerde, futbol bir sömürü aracıdır. Türkiye'de Amedspor iyi bir örnektir. Egemene benzemediğinde sana yaşam alanı bırakılmaz. Maçların bile sadece TRT Kurdi'de yayınlanır.

Kimlik nedeniyle kimse sana sponsor olamaz korkar, reklam veremez korkar, hakemler tarafsız olamaz korkar. Böyle bir futbol anlayışı sadece sömürüyü getirir. Sadece sömürü de değil, kalitesizliği ve gericiliği de getirir.

Bazı takımların kayırılması da yine sömürü çarklarını döndürür. Türkiye'de iktidara yakın hangi takımların ekonomik ve siyasi olarak kayırıldığını da hepimiz biliyoruz. İsimlerini vermeyeceğim. Futbol Endüstrisi’nden bahsederken, bu denli çok yönlü değinmek gerekiyor. Yoksa her şey havada kalır. Tek bir yönüne bakarsak, sadece o yönünü görürüz. Bu yazımda İngiltere Premier Lig üzerinden değinmeye çalıştım. Önümüz yaz, bol bol vaktimiz var. Daha detaylı tartışmaya çalışırız.