Türkiye hiçbir zaman durgun bir ülke olmadı, ama seçimin kampanyasının başladığı bir dönemde her gün yeni bir gelişme yaşanıyor. Ama istersen Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığından başlayalım. Neler yaşandı orada?

Aslında bu süreci anlamak için 2018’e gitmek lazım. 2018 yılında bir strateji kuruldu değil mi? O strateji hatta belki daha önce başladı, ama 2018’de hayata geçirildi ve saat gibi işleyen bir strateji bugüne kadar geldi ve rüşdünü de 2019 yerel seçimlerinde aslında ispatladı. Stratejinin gelişmesi, büyümesi ve işte bu “birleşerek kazanacağız veya birleşe birleşe kazanacağız” anlayışıydı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 6 Temmuz 2022’de ‘biz 2019 yerel seçiminde oylarımız eridiği için değil de karşımızdaki cephe yani muhalefet birleştiği için kaybettik’ diyerek stratejinin başarısını itiraf etti. Şimdi aynı stratejiyi kullanarak tekrar hayata geçirmek ve tavizsiz bir şekilde uygulayıp tereyağından kıl çeker gibi olmasa da yine de kazasız bir şekilde bu işi nihayete erdirmek gerekiyor.

İktidar bu stratejinin başarılı olduğunu görünce böyle açıktan karşı çıkarak değil, bir de muhalefet içerisinden müdahalelere girişmeye başladı. Sürekli muhalefeti bölecek, adımlar atmaya çalıştı. İlk olarak, HDP'nin terörize edilmesi, marjinalleştirilmesi, toplumdan koparılması, ilişki kurmanın bir “günah” hâline getirilmesi gibi... İkincisi ise muhalefet içerisindeki kanatları, var olan gerilimleri kaşıyarak kopuşlar veya çatışmalar yaratmaya çalışmak.


İktidarda bir ideolojik birlik vardı değil mi ? Yerli ve milli dedikleri bir eksen; MHP ve AK Parti merkezli. Türk-İslamcı bir eksende uyumlu bir birliktelik söz konusu. Muhalefet tabii ki bu kadar homojen değildi ve iktidar bunu bir fırsat haline getirmeye çalıştı. Kazanacak aday tartışması “popülaritesi yüksek olan adaylar” vurgusuyla öne çıktı. Peki basında öne çıkanlar neydi?

Yerel seçimlerden beri Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş üzerinden, vatandaşın seçimi kazanmaya dönük haklı kaygıları manipüle edildi. Vatandaş samimi kaygılarla, seçimi kazanma kaygısıyla bu tartışmaları yürütürken, bazı çevrelerin aslında çok da kazanacak aday peşinde olmadığını işte Yavuz Ağıralioğlu çıkışıyla da görmüş olduk. ‘Kazanacak aday’ diye aylarca söylem üreten bazı çevrelerin Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kesinleştikten sonra ‘Biz Kılıçdaroğlu'nu istemeyiz’ diyerek cepheyi tekrar yarmaya ve çıkış yolları aramaya çalıştığını gördük. Mevzu kazanacak aday değil de, “kazanmaması istenen aday” tartışmasıymış. Anladık ki Kılıçdaroğlu'nun kazanmaması isteniyormuş. İktidar, Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kılıçdaroğlu üzerinden, “kazansalar da yönetemezler” propagandası sürdürdü. Etki sağladıkları kitleyi de Muharrem İnce’ye kanalize etmeye çalıştılar.

Zafer Partisi tüm söylemini göçmen karşıtlığı üzerinden inşa ediyor veya Muharrem İnce gibi Kemalist gelenek ve terör karşıtlığı üzerinden örgütlenmeye çalışıyor, ancak ortada somut bir siyaseti yok. Reel politika devreye girmeye başlayınca günlük sorunlarla vatandaş muhatap olmaya başlayınca örneğin; deprem meselesinde bunlara olan ilgi kayboluyor hızla. Seçimlere yaklaştıkça vatandaşın karşısında “kafa kesmeyi vadeden insanlar mı, yoksa “asgari hukuk düzenini anayasal düzeni sağlayanlar mı?” ayrımının yapılması gerekecek.

Bir antisiyaset dalgası yaşanıyor. Özdağ’ın da popülerleşmesinin altında yatan sebep bu, fakat bu çok uçucu, yani ne istediğini bilen bir siyasi programı olan bir kitle değil. Daha çok öfkeliler, mevcut siyasi düzene kızgınlar, bazı şeyleri belki restore etmek ya da bazı şeyleri imha etmek istiyorlar. Mevcut siyasi düzeni reddetme üzerine kurulu bir siyasi enerji motivasyon işte nereden kaynaklanıyor: “Gelir adaletsizliği, adaletsizliğin derinleşmesi, düzensiz göç sorunu” gibi konulardan.

Devletçi bir milliyetçilik üzerinden beslenen bu yaklaşım, Amerika'daki duruma çok benziyor. O yüzden antisiyaset tartışmaları zaten dünyada çok benzer örnekler üzerinden gidiyor. Düzene karşı çıkanlar rahatsız olanlar mesela Fransa'da aşırı sağcı Eric Zammour destekledi. Zammour’un herhangi bir siyasi programı yoktu. Yani aşırı sağcı bir aday olarak, kurucu bir şey ortaya koyamıyorlar, irade ortaya koyamıyorlar. İktidar da bu anlayış üzerinden seçmeni konsolide etmeye çalışıyor. Çeşitli hamlelerle seçimi 2. tura bırakabilmenin çabası içerisindeler.”

Deprem ve ardından yaşananlar siyasi nasıl etkiledi?

Kılıçdaroğlu’nun doğal liderliğini deprem sonrasında çok doğru konumlandırdı. “Biz devletin yanındayız” diyerek meseleyi siyaset dışına çıkarmayı kabul etmedi. Yaşanan her şeyin siyaseti ilgilendirdiğini söyledi, ve tüm gücüyle sahada olup vatandaşın hakkını savunacaklarını söyledi.

Ellerindeki kısıtlı olanaklara rağmen CHP’li belediyelerin ne büyük işler yapabileceği deprem sürecinde görüldü. Aslında “Bakın biz kısıtlı olanaklarla vatandaşın yanında olduk derdine derman olmaya çalıştık. Elimizde devlet olanakları olduğunda çok daha iyi bir Türkiye'de yaşamayı size vaat ediyoruz” denmiş oldu. Oradan çıkan doğal liderlik aslında bazı çevreleri tedirgin etti.

Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifakı’na katıldı, Hüda Par’ın doğrudan doğruya AKP listelerinden parlamentoya vekil sokuyor ve bir anda MHP bile neredeyse daha merkezde kaldı. AKP Grup Başkanıvekili Özlem Zengin bile kendisini tehdit altında hissettiğini açık açık söyledi. Şimdi bu bir güç gösterisi mi, yoksa bir çaresizlik ya da iradesizlik mi? Giderek daha fazla radikalleşmek veya o seçmen tabanına doğru eğilim göstermek zorunda kalındı. O tabana açılmanın 2 nedeni var. İlki, AKP’nin merkezden giderek daha fazla sağa kaymak zorunda kalması. Kaynak dağıtma olanakları kısıtlandı ve seçmeni konsolide edebilecek daha radikal bir söyleme başvurmaya başladı. Bir diğer nedeni de kendisinden daha sağ veya bir şekilde kendisi dışındaki İslami odaklara ya da siyasi aktörlere yönelik gerçekleşebilecek kaçakları önleyebilmek için sistemin içine almak durumunda kaldı.

Peki kadınların bunlara aksiyonu nasıl olacak? Yani bunun faydasından çok zararı olacağını düşünmüyor musun?

Erdoğan'ın kaybedeceği giderek daha fazla hissedilmeye başlarsa; oradan çatlaklar, sızıntılar, huzursuzluklar daha kolay gün yüzüne çıkabilecek. Hüda Par bunlar birer vesile olacak. Çünkü kazanan konsolide olur. Sorunlar, gerilimler, tartışmalar bir kenara bırakılır. Orada güç ve paylaşımla artık kaynak paylaşımına odaklanılır. Masaya oturmak daha kolaydır. Kazanan kişiler açısından fakat kaybeden taraf, hızla parçalanmaya ve senin yüzünden oldu diyerek suçlamaya ve çözülmeye başlar.

İktidarın parçalanması bugünün olgusu değil, 2013’ten beri devam eden bir parçalanma süreci var. İktidar kendi içinden 2 parti ve Sedat Peker fenomenini çıkarttı. Peker fenomeni sadece bir kürsüydü, toplumsal kürsü haline dönüşmüştü. Onun dışında çok daha fazla dışarıya sızıntı oldu. Muhalefete sızıntı oldu, bürokrasi içinden oldu, sermaye çevrelerinden oldu. Aslında bir dağılma süreci var.

Millet İttifakı’nın stratejisi önemli. İlk olarak dostlarla büyüyerek giderek daha da iktidarı kuşatmak, bir diğeri de hesaplaşmak. Şimdi hesaplaşma boyutu şu, suçlularla hesaplaşalım, doğrudan suça bulaşmış olanları tasfiye etmek üzere hazırlığımızı yapalım. Fakat öte yandan da suça bulaşmamış veya bir şekilde bu sistem içerisinde statü ve rant elde etmiş olsa dahi doğrudan cürüm işlemiş olanlara da çıkış kapısı açalım. O çıkış kapısı nedir, Deva Partisi ve Gelecek Partisi, onlar bu sistem içerisinde bir şekilde statü ve konum elde etmiş, rant elde etmiş çevreler ve onlar için o sistemden onurlu çıkış olanağı. Erdoğan çok pragmatik bir siyasetçi ve bir şekilde varlığını devam ettirmek üzerine kurulu bir siyasi anlayışı olduğunu da unutmamak gerekiyor. Gerektiğinde seçimi kaybetse dahi stratejik geri çekilmeye başvurabilecek bir anlayışı da olduğunu düşünüyorum. Bunu zorlayabilir.

İktidarın, gelinen noktada yapabileceği bir şey var mı? Artık şapkadan çıkacak tavşan kaldı mı sence?

Erdoğan’ın muhakkak bir son birkaç hamlesi olacaktır. Son olarak neler yapacak diye. Fakat Erdoğan'ın çok pragmatik bir siyasetçi olduğunu ve bir şekilde varlığını devam ettirmek üzerine kurulu bir siyasi anlayışı olduğunu da unutmamak gerekiyor. Gerektiğinde seçimi kaybetse dahi stratejik geri çekilmeye başvurabilecek bir anlayışı da olduğunu düşünüyorum. Bunu zorlayabilir. Şu an henüz bu planın uygulamaya geçildiğini düşünmüyorum. Ancak sessizliği direkt şuna yorulmaması gerek, ‘kendinden çok emin kazanacağını çok iyi biliyor o yüzden son derece rahat’ hayır, kendinden emin görünmek zorunda çünkü eğer kendinden emin görünmezse tabanı parçalanır. Şu an zaten psikolojik üstünlüğü yitirmiş durumda. Güç sarhoşluğu belli ölçüde hala devam ediyor ve dağılmanın, parçalanmanın farkında olmayan geniş bir kitle var. Şimdi bu uykudan uyanmaları gerekiyor.

Türkiye yeni bir yüzyıla hazırlanıyor ve aslında konuştuğumuz tablo biraz 1923 dönemine benziyor. Yani hiçbir yerde bir araya gelmeyen güçler son yüzyılda bir araya gelmiş durumda ve bunun karşısında durmak çok kolay değil. İşin sosyalist cephesi ya da Kürt siyasi cephesine bakıldığında neler görüyorsun? Oradaki tartışmaları nasıl değerlendiriyorsun?

Yeni bir sayfa açıldı. Siyasi deneyimi, siyasi aklı gelişkin olan sol kesimlerde şunu gözlemliyorum, yeni açılacak dönemde solun ve toplumsal mücadelelerin zemini de güçlenecek. Demokratikleşmenin önündeki baraj kapakları açıldığı takdirde vatandaşın siyasete müdahale etme olanakları da güçlenecek ve buradan solun güçlenerek çıkma potansiyeli de var. Bence uzun bir süredir hem HDP hem de Emek ve Özgürlük ittifakı içindeki ve dışındaki sol çevrelerde bu önemli ölçüde fark edilmiş durumda. Kılıçdaroğlu kendisi bir alan yaratıp o alanın örgütlenmesini teşvik etti buna destek oldu. O alanın içerisinden de Kılıçdaroğlu'na destek geldi.

Türkiye sosyalistlerinin ve kısmen de Kürt hareketinin en büyük zaaflarından biri çok fazla fraksiyonlara ayrılması. Reel politikaya müdahale edebilecek güç merkezini oluşturamıyor olmalarıydı. Şimdi sorunlar, bu bloku tekrar reel politika karşısında güçlü bir şekilde konum almaya itti ve birliktelik oluşmaya başladı. Fakat bir yandan da yeni dönem için kim buradan daha güçlü çıkacak tartışmaları da kendi içlerinde sürüyor. Bana kalırsa hedefe odaklanmak gerekiyor. Orada kâr maksimizasyonu yapmak gerekiyor. Yani herkes aynı anda aynı ölçüde kazanamaz ama bir optimum noktada kazanıp seçim sonrasına yönelik yatırım yapmak gerekiyor.