MA / Zemo Ağgöz

12 Eylül askeri darbesine karşı direnişin simge isimlerinden Erdal Eren’in yaşı büyütülerek idam edilişinin üzerinden 42 yıl geçti. Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinde 25 Eylül 1964’te dünyaya gelen Eren, yaşı büyütülerek idam edildiğinde henüz 17 yaşındaydı. Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi olan Eren, mücadeleye Türkiye Devrimci Komünist Partisi-İnşa Örgütü’yle başladı, daha sonra Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) ve Türkiye Genç Komünistler Birliği’nde (TGKB) devam etti.

Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğrencisi Sinan Suner’in 30 Ocak 1980’de MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasında yer alan Eren, gösteri sırasında çıkan çatışmada asker Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklandı.

JET HIZIYLA İDAM KARARI

Göstermelik bir şekilde yargılanan Eren, jet hızıyla 19 Mart 1980’de idama mahkum edildi. Eren’in idamı, Askeri Yargıtay 3’üncü Dairesi tarafından önce “delillerin noksanlığı” nedeniyle esastan, ardından da idamın müebbet hapse çevrilmesini gerektiren “TCK’nın 59’uncu maddesinin uygulanmaması” nedeniyle usulden bozuldu. Ancak başsavcılığın itirazı üzerine dosya Yargıtay Daireler Kurulu’na gitti ve orada reddedildi.

İKİ KEZ BOZULAN KARAR ONAYLANDI

İki kez bozulan karar savcılığın itirazı üzerinde reddedildi, ardından Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan kararla Eren, 13 Aralık 1980’de Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde idam edildi. Eren’in idam kararı, dünya çapında yürütülen “İdamı engelleyelim, Erdal Eren idam edilemez” kampanyasına rağmen verildi. 

ÖLÜMDEN KORKMADI

Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini “ibret” olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını söyledi.

TALEBİ YERİNE GETİRİLMEDİ

İdam kararını verenler, gerekli incelemelerin hiçbirini yapmadı. İdamdan önce olay yeri inceleme, olay yerinde bulunan 24 kişi ve tanıklar dinlenmedi, yalnızca askerler dinlendi. Olaylarda ölen Zekeriya Önge’nin üzerindeki elbiseler Adli Tıp Kurumu’na (ATK) gönderilmedi, ifadelerinde çelişkiler olan askerler görmezden gelindi. Olay yerinde ve askerlerin silahlarında balistik ile Önge’nin ölümüne neden olan kurşunun mesafesine ilişkin inceleme yapılmadı. Eren’in yaşının kemik incelemesiyle belirlenmesi talebi yerine getirilmedi. Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde Önge’nin otopsisini yaptığı belirtilen Ankara Numune Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümünden Oktay Çetinsoy adlı bir stajyerin varlığı tespit edilmedi ve mahkeme de bu çelişkileri araştırmadı.

 27 YIL SONRA GELEN İTİRAF

O dönem yaşanan hukuksuzluğa dair Yargıtay 3’üncü Dairesi üyelerinden emekli Hakim Albay Ahmet Turan, 27 yıl sonra şu itirafta bulundu: “Askeri Yargıtay Başsavcılığı kararı ‘onayın’ diye bize göndermişti ama biz kararı yine yetersiz bulduk. Burada çok hassas bir nokta var, vurulan erin cesedinden çıkarılan mermi çekirdeği ile sanığın tabancasından çıkan mermi çekirdeklerinin doğru dürüst mukayesesi yapılmadı. Olay yerinde iki tabancaya ait boş kovanlar bulunuyor ama onların Adli Tıp’a gönderilip mukayesesi yapılmadı. Eri vuran kurşun, ‘yüzde 100 Erdal’ın tabancasından çıktı’ diye bir şey yok dosyada. Çünkü incelenmemiş. En önemlisi, Erdal Eren girdiği bir evin bahçesinde sinmiş bir yere. Askerler geliyor. Elinde de kendi tabancası var, gelişigüzel ateş etmiş. Diyelim ki gelen askerleri hedef gözeterek ateş etti. Üzerine gelen askerlerden biri öldüğüne göre, göğsünden yara alması lazım. Halbuki vurulan asker sırtından vurulmuş.”

SON MEKTUBU

Eren’in ailesine bıraktığı mektuptaki sözleri bir yandan cesaretini gösterirken, diğer yandan idam kararı veren zihniyetin amacını gözler önüne serdi. Uzun bir mektup kaleme alan Eren’in sözlerinin bir kısmı şöyleydi: “…çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizin de bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler…”

ZİHNİYET DEĞİŞMEDİ

Eren’in mektubunda idam edilmesindeki amaca dair vurgusu, cuntanın başı Kenan Evren tarafından da itiraf edildi. Evren’in, Eren’in idamıyla ilgili sorulan bir soruya verdiği “asmayalım da besleyelim mi” cevabı, dönemin karanlık zihniyetini ortaya koydu ve hep nefretle anıldı. Ancak zihniyet değişmedi.  Eren için “Asmayalım da besleyelim mi” sözlerini sarf edenlerin yerini, bugün asker ve polis kurşunuyla ölen çocuklar için, “havaya ateş açıldı”, “dur ihtarına uymadı vuruldu” diyenler aldı. Yine kendi yasalarına bile uymayan mahkemelerin verdiği kararlar nedeniyle cezaevlerinde tutulan binlerce insan, idamın yerini alan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarıyla yargılanıyor.

‘BUGÜN KANUNLAR DA HİÇE SAYILIYOR’

“Hukuk ve uygulamalar açısından baktığımızda bugün 12 Eylül dönemini aratan günler yaşıyoruz” diyen Eren’in avukatlığını yapan İsmail Sami Çakmak, 12 Eylül’de hukukun olmadığını ama hiç olmazsa kanunların var olduğunu ifade etti. Çakmak, “Bugün kanunlar da hiçe sayılmaktadır. 12 Eylül şartları bugünkü şartlardan daha iyiydi dersek abartmış olmayız. Bugün yaşanan hukuksuzlukları ben 12 Eylül’de yaşamadım. Bugün, savcılar görevlerini yapmıyor, aksine kötüye kullanıyorlar. 12 Eylül’de hiç olmazsa muhatap olabileceğimiz savcı, mahkeme bulabiliyorduk. Şimdi onları da bulamıyoruz” dedi.