Röportaj: Kibar Özkan

Heykeltraş Uygur Orhan: “Eşeği maviye boyadığı için resim öğretmeni çocuğa kızıyor. Çocuğun hayal gücü öyle. Eşeğin rengi mavi de olabilir, turuncu da olabilir. İlla yönlendiriyorlar. Ev böyle mi çizilir diyorlar. Evin içi görülür mü? Görülür tabii. Dışardan çocuk görüyor evin içini. Çocuklarda perspektif duygusu yok. Sen okullarda kısırlaştırıyorsun, güdükleştiriyorsun.”

Herkesin sanatçı ruhlu olmasına gerek yok, sadece sanatla uğraşsa bile ne güzel bir dünya olur düşüncesinden hareketle okuyucularımızı hayata dokunan sanatçılarla buluşturmaya devam ediyoruz. Yaşadığı çevrede çocukların” Şirin Baba” olarak tanıdığı, Edebiyat Öğretmeni, Heykeltraş ve Şair Uygur Orhan ile keyifli, okunası bir röportaj gerçekleştirdik.

WhatsApp Image 2023-07-06 at 21.21.56


 

Sizi tanıyabilir miyiz?

Elazığlı, heykeltraş bir babanın çocuğuyum. Bu nedenle içinde bolca sanatın olduğu bir ortamda büyüdüm. Çocukken Picasso, Henry Moore, Kandinsky gibi sanatçıların cep kitapları elimden düşmezdi. Ayrıca, Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Edebiyat Bölümü mezunuyum. Otuz bir yıllık öğretmenlik hayatından sonra birkaç yıl önce emekli oldum. Ve Ankara’ya taşındım. Profesyonel meslek hayatımın yanında sanat hep hayatımda oldu. Sanattan emekli olunmaz tabii. Tüm bunların ötesinde beni tanımak istiyorsanız sokak sanatını, Çıra Sanat Atölyesi’ni bilmeniz gerekir.

Çıra Sanat Atölyesi’nden, onun hikayesinden bahseder misiniz? Atölye kurma fikri nasıl gelişti?

Kayseri’de öğretmenlik yaptığım sıra Marmara depremi oldu. O üzüntüyle, bu durumda ben de bir şeyler yapmalıyım, dedim. Sonra benim bir sanatım var, ben bir ressamım diyerek, sokağa çıktım. İnsanların portresini çizmeye başladım. İlerleyen zamanlarda, Kayseri Kadın Dayanışma Derneği, Pir Sultan Abdal Derneği, Eğitimsen gibi sivil toplum kuruluşlarının destekleriyle çocuklara ve gençlere yönelik çalışmalar yaptım. Sanatsal birikimimi paylaştım. Atölye ismi olan çıra kelimesi çeradan geliyor. Yanan gönül manasında. Ama ben bunu insanların içinde yanan sanatsal kıvılcımı, sanatsal hareketi yansıtmak için kullandım. O izi, öz enerjiyi ortaya çıkarmaya çalıştım. Öncelikli hedef kitlem çocuklar ve gençlerdi. Böylelikle Kayseri’deki çalışmamız yaratıcı atölyeler biçiminde oluştu. Yaratıcı atölye derken iki tür atölye vardı. Yaratıcı yazma atölyemiz bir de kilden heykelcikler atölyesi olmak üzere. Çıra Sanat böyle yol aldı. Şu anda da Ankara Hatay Sokakta Teşüp adlı sahafta hem okumalar yapıyoruz hem de sanatsal faaliyetimizi sürdürüyoruz.

Heykel yapmaya nasıl ve ne zaman başladınız, bu sanata dair neler söylemek istersiniz?

Heykel sanatından bahsetmem için babamdan daha fazla bahsetmem lazım. Benim babam 1945 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirmiş biri. Türkiye’nin ilk sayılı heykeltraşlarından. Arkadaşları İlhan Koman ve Kuzgun Acar o bölümde. Evimiz atölye gibiydi: Çayda Çıra Anıtı, Değirmen Çekenler Heykeli, Malagazi Anıtı, büstler. taştan yontulan heykeller, konstrüksiyon heykelleri.Tüm bunları ve daha fazlasını babam yapıyordu. Sanat taklitten ortaya çıkar ya ben de babamı taklit ediyordum. O birikimle büyüdüm. Babam sanatın sadece okullarda öğretildiğini değil içten gelen bir duyguyla sanata yönelmiş olunabileceğini söylerdi. Birgün bana da sen artık yaparsın dedi. O birikim içinde ben de bir şeyler öğrendim. Kendime hala sanatçıyım diyemem. Babam 80 yaşına gelmişti sanatın daha ne olduğunu yeni öğrendim diyordu. “Hayatın kısa sanatın uzun” olduğu sözünü hep söylerdi. Sürekli hep yeni şeyler araştırıyordu. Heykel sanatını diyalektik bakış açısıyla değerlendirirsek, karşıt formların birlikteliği olarak görüyorum. Yani doğayı kopya eden. Diyelim ki senin portre büstünü yapacağım, yüzünü yaptım. A ne güzel parlattım, cilaladım saçlarını böyle aynı şekilde yaptım. Hayır! böyle olmamalı. Sanat yeni bir yorum, yeni bir bakış açısı gerektiriyor. O yüzden bu birikimle İlhan Koman’danın, Hengri Moore’nin önemli kitaplardan kopyalar yapardık. Onlardan sanatın inceliklerini sezmeye, öğrenmeye ve daha güzel yeni şeyler yapmaya çabalardık.

Heykel sanatını isteyen herkes yapabilir mi?

Tabii yapabilir. Öyle bir standart yok. Örneğin milattan önce bile Yemesek’te heykel atölyesi varmış. Anadolu topraklarında heykel yapan, üreten hem taş ustaları, çamur ustaları hem de atölyeler var. Bu topraklar çok değer yetiştirmiş. Biz onların değerini bilerek, onların sanatını bir üst aşamaya getirmeliyiz. Türkiye’de bir matematik köyü yapıldı. Sanat köyü de var sanırım ama bir heykel köyü yok. Bir köye yerleşip heykellerimi ücretsiz halka açarak, herkesin gelip heykellerini yapabileceği, atölyelerin olduğu bir köy düşlüyorum, düşünüyorum. Tabii sivil toplum ve belediyelerin katkı ve destekleri de şart. Ama olmasa bile benim Don Kişot gibi planlarım var.

Çocukların gelişimine dair neler söylemek istersiniz?

Çocuklar en ayrıcalıklı olması gereken bir sınıf. Onların içindeki o naif güç, o heyecansal, yaratıcı güç benim de onlardan çok şey öğrenmeme neden oluyor. Sanatsal kil heykelcikler etkinliğinde buraya küçük çocuklar geliyor. Çamurun o plastik gücü, kolay biçimlendirilen hali bir çocuğun kurbağa, fil ya da tavşan heykeli yapıyor olmasına ben hayranlıkla bakıyorum. Ne kadar saf, tertemiz, naif bir şekilde a ben yaptım, oldu diyor. Ben de aferin ne güzel yaptın diyorum. İlla file benzemesi ya da tavşana benzemesi şart değil. Ama şu an eğitim istemindeki dijitalleşme, laptoplar, tabletlerle çok fazla meşguller. Onlarında faydalı yanı vardır ama doğaya biraz daha yönelip doğanın o içsel enerjisini çocuklara yansıtmak, yozlaşmamaları, körelmemeleri için onların eğitimine ağırlık veriyorum. Hem bizim geleceğimizdeki en önemli etken çocuklar. Bu sanatsal kültürü, öğretiyi almışlarsa, ileride estetik bir beğeni oluşacak çocuklarda. Ortaokula, liseye giderken kendi içlerinde bir beğeni oluşacak. Bir heykeli değerlendirecekler. Bunlar tuhaf şeyler, ben daha güzel yapabilirim duygusuna, düşüncesine erişebilecekler. Sanata sahip çıkacaklar. . 3 yaşındaki çocuktan tutun 16 yaşındaki gence kadar burada böyle masalar kuruyoruz, hem eğleniyoruz hem öğreniyoruz.

Peki genel olarak el sanatları insanlığa ne katar?

Darvin’in bir sözü var. ”El dışarıya uzanmış bir beyindir.” diye. Elini kullanan insanın beyni de gelişir. Eliyle bir şey yapabilen kişinin özgüveni de yüksek olur. Şimdiki gençler bir torna vidayı, bir elektrik prizini tamir edemeyecek şekilde yetişti. Eğer topraktan üretimden gelen gücümüzü kullanırsak insanlığın gelişimi daha iyi olabilirdi. Örneğin köy enstitüleri projesi çok önemli bir projeydi. Çocuk hem keman çalıyor hem arıcılık yapıyor hem resim yapıyor hem de klasikleri okuyor. Böyle bir atmosferde ne olur? İnsanın dünyayı algılama gücü daha çok gelişir. Bunlar gelişmek için çok önemli nedenler.

Siz sanatçıyı nasıl tanımlıyorsunuz?

Sanatçı, bence siyasal bir varlıktır. Yani sanatını öyle gözleri olan, kulakları olan evleri süslemek için kullanmayan kişidir. Dünyanın bu yakıcı, dramatize edilen günlerinde sanatının estetiğini mücadelenin biçimlerine göre yönlendirebilmeli diye düşünüyorum. Çünkü sanatı sadece evi süslemek için çerçeveli bir resim olarak düşünmüyorum. Sergi salonlarına hapsedilmiş, fil dişi kulelerde üretilmiş bir şey olarak da düşünmüyorum. Toplumun tümünün sanatsal faaliyetlerden yararlanması gerektiğini düşünüyorum. Sokakta resim yaparken, kağıt toplayan çocuklara rastlıyordum, onların içinde de öyle sanatçılar vardı ki. Mesela, bir gün benim resmimi çizdi biri, kağıt topluyordu o sıra. Çok önemli yetenekler olduğunu keşfettim. Birlikte projeler ürettik, Sokak çocuklarıyla etkinlikler düzenledik.

Sanatın üretilebilir, yapılabilir olması için sanatçının toplumdan izole, kendine özgü bir yalnızlığının olması gerekmez mi?

Sanat hem öznel hem nesnel şeyler barındırır. Sanatçının özelinde tabii biraz yaratıcı bir yalnızlık vardır ama bir yerden de beslenmesi lazım. Nerden beslenecek sanatçı? Toplumun açlığından, yokluğundan, ihtiyaçlarından beslenecek. Ben mesela sadece güzel bir kadının bacağının resmini çizdim. Sanat diye koydum oraya. Olur mu? Hayır, o dönem ihtiyaçları ne belirliyorsa sanatçılar o yönde olmalı. Geçmişin küllerini saklamak yerine içimizdeki bu enerjiyi, kıvılcımı harekete geçirmeliyiz.

Yaşadığınız şehir olan Ankara’yı sanatsal açıdan yeterli buluyor musunuz?

Ankara’da çok büyük bir eksiklik var. Örneğin birkaç tane heykel tarzı şeyler var ama bir sanat sokağı yok. Diyarbakır’da, Mersin’de, İzmir’de sanat sokakları var. Sanatçılar orada eserlerini, ücretsiz olarak sergileyebiliyorlar. Ve oralar aynı zamanda halkla buluşma yerleri. Forumlar düzenleniyor, konserler veriliyor. Peki neden bir ressam da gidip bir resim yapmasın. Ankara’da bu hala proje halindeymiş. Bana göre çok geç kalınmış bir proje. Bir sanatçının orada rahatlıkla eserlerini sergileyebilmesi ve halk tarafından görülmesi lazım. Sergi salonlarında üç beş kişi gördü, hadi buna sanat diyelim. Bence olmaz. Sanatı piyasalaştırmadan yani metalaştırmadan sergilemek istiyorum ben. Bir de yaptığın resme baktılar diyelim, “bu çok güzel bir tablo benim evime, mobilyama yakışır.” “Benim mobilyama uygun resim arıyorum.” diyorlar. Hayır, ben bu yaklaşımı da kabul etmiyorum. Önce sen resmi beğen, ondan sonra mobilyanı ona göre al. Kültürel birikim meselesi bunlar. Mesela Sovyet Rusya’da Arbat Sokağı Çocukları vardı. O sokakta çocuklar öyle sanat eserleri üretiyorlardı ki hem halkla buluşuyorlardı. Halkın beğenisine göre portre çizenler, yerlere, parke taşlarına, duvarlara resim çizenler vardı. Geçen gün gördüm, büyük bir oteli sanatçılar komple işgal etmişler. Otelin duvarını portrelerle doldurmuşlar. Sanatçının edilgen değil de biraz daha etkin bir şekilde bu duruma müdahale etmesi lazım.

Aynı zamanda siz şiirle de ilgileniyorsunuz. Ödül de aldınız. Yalın bir şekilde şiir ne demektir?

Sennur Sezer, Kemal Özer ve Adnan Yücel ödüllerini alan dosyalarım var. Daha başka aforizmalar da ürettik, kitaplarda yayımladık. Şiirin ne demek olduğu hakkında şimdiye kadar herkes birbirine soru sormuştur. Bence şiir bir matematiktir, şiir bir kurgudur. Shakespeare öyle demiş. Çocuklarla yaratıcı şiir yazma atölyesi yapıyorduk Çıra Sanat Atölyesinde. Kayseri’de, Ankara’da, Elazığ’da, ulusal ve uluslararası kamplarda. Orada çocuklara hayal güçlerini geliştirsinler diye beş tane soyut beş tane somut kelime veriyorduk. Arka fonda klasikte müzik açıyorduk ve hadi uydurun, kurgulayın, saçma olsun ama yazın diyorduk. Gerçek şiir bence ilk başta insana saçma gelebilir. Ama aslında o metaforu o bağdaştırmayı yapabilmesi çok önemli. Ben çok şey öğrendim çocukların hayal gücünden. Tabii bu arada şiir sergileri düzenlendik. Öğretmenlik yaptığım zaman şiir sergisi de olur muymuş gibi sözler duyardım. Olur tabii. Çocuklar, yaratıcı yazma atölyesinde şiir yazardı ve ben onları tek tek resimlerdim. Resim ve şiir sanatını bileştirdik. Mesela yüz atık yüz şiir projemiz vardı. Yüz tane çocuk katıldı. Muhteşem bir sergiyle doldurduk hayatımızı.

Size özellikle klasik soruları çok soruyorum. Çünkü sizin klasik sorulara vereceğiniz cevapların hayata çok katkısı olacağını düşünüyorum. Bu noktada hayat felsefenizden bahseder misiniz?

Benim tek amacım üretmek. Ürettikçe mutlu oluyorum. Bir insanın, çocuğun kalbine dokunuyorsun. Ürettiğin anda o teması yakaladığın anda yapıyorsun. Yoksa uzaktan tepeden inme bir şekilde çocuklarla temas edeceksin. Peki nasıl olacak? Sen ona bir roman okumamışsın, bir masal okumamışsın, çamurla oynamamışsın. Gençlerle sanatsal bir etkinliği paylaşmamışsın. Şimdiki çocuklar cetvelle resim çiziyor. Cetvelle resim mi çizilir. Demek ki hayal güçleri kısır kalmış, güdükleşmiş, yontulmuş. Hayal güçlerinin damarlarını kesmişler. Ben o zaman sanat yapmaya çalışan biri olarak çığlık hissediyorum. Bunlara nasıl ulaşabiliriz diyorum. Ben biliyorum bu tekniği. Cetvelle resim çizilir mi? Kalemi alacaksın, serbestçe, özgürce çizeceksin. İşte korkuta korkuta bir şeyler öğretilmeye çalışılıyor. Eşeği maviye boyadığı için resim öğretmeni çocuğa kızıyor. Çocuğun hayal gücü öyle. Eşeğin rengi mavi de olabilir, turuncu da olabilir. İlla yönlendiriyorlar. Ev böyle mi çizilir diyorlar. Evin içi görülür mü? Görülür tabii. Dışardan çocuk görüyor evin içini. Çocuklarda perspektif duygusu yok. Sen okullarda kısırlaştırıyorsun, güdükleştiriyorsun. İşte Çıra Sanat Atölyesinin amacı benim yaşam felsefem. Resim yaparken de şiir yazarken de motivasyonumu sokaktan alıyorum. İnsanların konuşmalarından, annemin söylediği bir sözden, bir işçinin söylediği “öf bıktım artık bu çalışmaktan” sözünden, otobüs durağında amele meydanında, banka kuyruğunda bekleyenlerden alıyorum. Bunlar hep hayatın içinden geçen şeyler.

Sanat dünyanın gidişatını değiştirebilir mi?

Sanat bir üstyapı kurumudur. Yani altyapı değil. Altyapı üstyapıyı belirliyor. Ama üstyapı da yani sanatta altyapıyı etkileyebiliyor. Sanatın etkileyici gücü sanatsal estetiğimizi toplumun mücadelesinin gereklerine, ihtiyaçlarına göre şekillendirebilmeliyiz. Sanat zaten bir devrim yapmaz. Ama bazı şeyleri dönüştürür. İnsanları o konuda evrimleştirir. Değişim yaratmanın bir ön koşulu olarak sanatın görevine inanıyorum. Yoksa tabii mağaraların duvarlarına ilk resim yapmışlar. Göbekli Tepe’de, yeni bulunan yerleşim yerinde bunları görebiliyoruz. Sanatı bir ihtiyaç olarak görüyorum.

Dünyayının gidişatını nasıl görüyorsunuz?

Kötü gittiğini düşünüyorum. Depremler, seller, ekonomik krizler, kapitalistler, sömürü düzeni bunlar insanların sanata ulaşmasına da bir etki ediyor. Önce karnının açlığını düşünüyor. İnsan açken çamurla oynamak istemez, heykel yapmak istemez. Önce karın açlığını doyurmak ister. Bir şey değişecek. Diyalektiğe, değişime inanıyorum. Kötülükler iyiliklerle çatışma halinde ve iyilikler, güzellikler kazanacak. Hiç umutsuz, karamsar değilim.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

İnsanlar, sanatla kıyısından köşesinden buluşsun, bunu geliştirsin isterim. Zaten bizim görevimiz insanlara bunu ihtiyaç olarak hissettirmek. Herkesin yapabileceğini düşünüyorum. Çünkü sanat toplumun tümünü kapsayan bir faaliyet. Sokaklar sanata aç insanlarla dolu. Ama karın açlığı da var. İnsanlar bilgi istemiyor artık bir avunma da istiyor. Gorki, Benim Üniversitelerim adlı kitabında “ Kahveleri geziyorum, İnsanlar bana bilgi verme diyor.” minvalinde anlatmıştı bu durumu. Böyle bir avunma nasıl olacak? Sanatla olacak. Birisinin resmini çizecek, bir kitap okuyup bir paragrafı paylaşacak ve mutlu olacak. Benim düşündüğüm ve istediğim dünyada salt bir sanatçı yoktur. Yani sadece sanatla uğraşan birey yoktur. Ben fabrikada işçi olabilirim ama üç saat çalıştıktan sonra parkta resim yaparım, akşamda eve gider çocuklarla ilgilenirim, eşimle sevişirim.