Geçtiğimiz aylarda tanıklık ettiğimiz kadarıyla Covid-19'la mücadele ulusların bir iç politika meselesi haline dönüştü. Böylelikle uluslararası koordinasyonun izine rastlanmıyor. Örneğin Danimarka’daki karantina süreci tamamiyle bir Danimarka sorunu; Fransız ekonomisini kurtarma çabaları bütünüyle bir Fransız meselesi; Malta takımadalarında gıda tedariğini sürdürme mücadelesi ise yalnızca Malta’nın bir meselesi haline geldi. Covid-19 artık Avrupa’da da bir iç politika meselesi halinde ve bu AB için bir felaket demektir.

70 yıl önce bu ay Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, Avrupa’da bir “Kömür ve Çelik Topluluğu” fikrini önerdi. Ve yıllar içinde savaş yorgunu 6 büyük Avrupa ülkesinin imzaladığı bu mütevazi antlaşma, bugün Avrupa Birliği olarak bildiğimiz birliği ve ortak pazarı yarattı. O zamandan bu yana entegrasyon ve işbirliği Avrupa Birliği’nin hedeflediği bir yön oldu. Engebeli bu yolda birçok liderler gelip gitti, Berlin Duvarı yükseldi ve yıkıldı, ekonomik kasırgalar çarptı ve Avrupa Birliği bir şekilde bunu da atlattı. Daha da gelişti, dünyanın en büyük tek pazarını inşa etti, sınırlar arasında serbestçe hareket edebilmeyi sağladı ve ortak bir para birimi yarattı. Komünizm altında yıllarca acı çeken 11'i de dahil olmak üzere 22 devlet, kurucu 6 ülkeye katıldıkça Avrupa Birliği genişledi. Barış atmosferi güçlendi ve refah yayıldı. Bugün Avrupa, özgürlükçü değerlerin bir sembolü ve daha nazik bir kapitalizmin örneği haline geldi. Ancak Avrupa Birliği de yolunu kaybetti. Avrupa'daki salgın, dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi sadece ekonomik bir kriz değil, aynı zamanda hızla siyasi ve anayasal bir kriz haline geldi. Süreç boyunca AB’nin hemen hemen her ülkesi, Schengen ve Roma Antlaşmaları kapsamında serbest dolaşım taahhütlerini görmezden geldi. Avro bölgesi üyeleri, sınırları kapatmanın ve karantinanın sebep olabileceği derin ekonomik durgunluk riskini göze alarak Avrupa Birliği’ne karşı sahip oldukları istikrar sorumluluklarını yoksaydılar. Mart ayı sonunda Macaristan’da Viktor Orban, virüs krizini bahane ederek bir yasa tasarısıyla birçok siyasi gücü tek elinde topladı. Orban’a kanun hükmünde kararname çıkarabilme ve bazı kanunların uygulanmasını askıya alabilme siyasi gücünü veren bu tasarıyla birlikte Avrupa Birliği’nin temelini oluşturan demokrasi ve hukukun üstünlüğü de yoksayılmış oldu. 8 Nisan'da AB’nin Araştırma Konseyi başkanı Mauro Ferrari istifa etti. Ferrari istifasında “sisteme olan inancını kaybettiğini” söyledi. Ferrari’nin istifası AB’de siyasi bir fırtına başlattı. Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen ve İtalya Başbakanı Giuseppe Conte de dahil olmak üzere Avrupalı ​​liderler, AB’nin pandemiye karşı tepkisini zayıf ve etkisiz olarak nitelendirdiler. Conte, mevcut krizin AB’nin çöküşüne yol açabileceği konusunda uyaracak kadar ileri gitti. Hal böyle olunca İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma sürecinin (Brexit), hiç olmadığı kadar yıkıcı olması ihtimali arttı. Tüm bunlar AB için çözülebilir problemler gibi gözükse de, AB üye ülkeleri, birliği daha dayanıklı hale getirmek için neyin gerekli olduğu veya reformun nasıl gerçekleştirileceği konusunda kararsızlar. Tüm bu sorunlar ancak ilerici ve birlik yanlısı bir vizyonla, uzlaşma ve reform ile çözülebilir. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, pandemi öncesinde Avrupa Birliği’nin kendisini daha az bağışlayıcı bir dünyaya karşı güçlendirmesi gerektiği konusunda uyarmıştı. Ancak birçok çözüm önerisi üye ülkelerin, Avrupa Birliği’nin ne ifade ettiği, neden varolduğu konusundaki farklı görüşleri karşısında işlevsiz kalıyor. Örneğin, refah düzeyi yüksek Kuzey üye ülkeleri, Güney üye ülkeleri ekonomik olarak destekleme fikrinden hiç hoşlanmazlar, hatta eğer bu ekonomik olarak daha güçsüz üye ülkelerin borçlarını paylaşmak anlamına geliyorsa, bu durum onları çok daha rahatsız eder. Pandemi sonrasında tüm ülkelerin ekonomik krizle mücadele edeceği ve yüzlerini AB’ye dönecekleri ise bir gerçek. Zira üye ülkeler, Macaristan ve Polonya'daki demokrasi erozyonu ve hukukun üstünlüğü konusunda ne yapacakları konusunda bile bir anlaşmazlık içindeler. Daha Covid-19 öncesine kadar Avrupa Birliği, “savunma”, “Rusya”, “göç” ve çok daha fazla konu hakkında ortak politikalar oluşturmak için mücadele ediyordu. Eğer Avrupa Birliği bu krizden sağ çıkacaksa, bu ancak bir takım iddialı değişiklikler için masaya oturmaya kararlığı ile olacaktır. Örneğin bu durum, Avrupa Parlamentosu’nun, Avrupa Birliği kurucu antlaşmalarına karşı olan tabusunu yıkması anlamına geliyor. Başarılı bir antlaşma değişikliği ile farklı ülkelerin Avrupa Birliği’nden farklı şeyler bekledikleri kabul edilebilir ve böylesi bir durum “çok çemberli Avrupa” fikrini daha gerçekçi kılabilir. Ancak her halükarda tüm bunlar AB’nin Avro bölgesi tartışmasını daha çok derinleştirmesi anlamına geliyor. Ancak her ne var ki Avrupa Birliği birbirine çok bağlı ve güçlü bir yapı içerisinde. Bir Avrupa Birliği erozyonunu tahmin etmek için çok erken. Avrupa Birliği yıllar boyunca sayısız küresel badireyi atlatmış ve dünya üzerinde etkisi çok güçlü bir birlik. AB regülasyonları dünyadaki diğer insanların günlük yaşamlarını oldukça etkilemektedir. Yediğimiz yiyecekleri, soluduğumuz havayı ve ürettiğimiz ve tükettiğimiz ürünleri… Ayrıca Endonezya'da kerestenin nasıl hasat edildiğini, Brezilya'da balın nasıl üretildiğini, Kamerun'da kakao çiftçilerinin ne kullandığını, Çin'deki süt fabrikalarında hangi ekipmanın kullanıldığını, Japonya'daki plastik oyuncaklarda hangi kimyasalların yer aldığını… tüm bunların hepsini denetleyen bir güç konumunda Avrupa Birliği. Ulus devletler tek başlarına göç dalgalarını yönetemezler, iklim değişikliğini hafifletemezler veya derin küresel ekonomik krizlere çözüm olamazlar. Zira AB zor koşullar altında hayatta kalabildiğini ve hatta büyüme yeteneğini defalarca kanıtlamıştır. Böylesi bir küresel salgınla savaşta ulus devletler kendilerine yetemeyecektir. Avrupa devletlerinin ise bu mücadelede uluslararası koordinasyonun ve işbirliğinin önemini görüp göremeyeceğini ise bize yakın tarih gösterecek.