Haber: Elifsu Dilek Şen/#dokuz8
• Uzay sahası barışçıl amaçlarla kullanılmalıdır.
• Uzay sahasının barışçıl faaliyetlerle kullanımı esnasında devletler arasında uluslararası iş birliği yapılmalıdır.
• Uzay sahası bütün insanlığın ortak malıdır.
• Uzay sahası üzerinde ve gök cisimleri üzerinde hiçbir devlet egemenlik iddiasında bulunama
• Ülkelerin uzay faaliyetleri sonucu ortaya çıkan zarardan uluslararası sorumluluğu vardır.
• Devletler uzayda zarar doğuracak faaliyetlerden kaçınmalıdır
UZAYIN TANIMI VE KAPSAMI
Uzay kavramı uluslararası hukuk bakımından yalnızca uzay boşluğunu değil uzay boşluğu içerisinde bulunan ay ve diğer gök cisimlerini de kapsamaktadır Uzayın nerede başladığı hava sahasının ise nerede sona erdiği konusunda uluslararası hukuk bakımından mutabık kalınmış kesin bir sınır bulunmamaktadır. Kesin bir sınır belirlenememesinin en önemli nedeni 1000 km kalınlığında olan atmosferin yeryüzünden yukarı gittikçe incelmesi ve sonunda gözden kaybolmasıdır. Hava sahası ile uzay sahası arasında sınır belirlenmeye çalışılmasının en önemli nedeni devletlerin hava sahası üzerinde kendi egemenlikleri söz konusu iken uzay sahası üzerinde devletlerin herhangi bir egemenlik iddiasının söz konusu olamamasıdır.
Uzay hukuku öğretisinde bu sınırın belirlenmesi için farklı kıstasların kullanılması önerilmiştir. Bu kıstaslardan bazıları; atmosfer tabakasının sona erdiği yüksekliğin sınır olarak tespit edilmesi, yer çekiminin sona erdiği noktanın sınır olarak kabul edilmesi ya da uydu yörüngelerinin en yakın yüksekliğinin sınır olarak tespit edilmesidir. Fakat bu kıstaslardan hiçbiri kesin sınır olarak kabul edilmemiştir. Devletler bu konuda genellikle yerden yükseklik ölçütünü benimsemişlerdir Uluslararası Havacılık Federasyonu bu konuda “Karman Hattı Teorisi” ni benimsemiştir. Karman Hattı teorisine göre deniz seviyesinin 100 km yukarısı uzay olarak nitelendirilmelidir. Çünkü 100 km üstünden itibaren hava aracının kaldırma kuvveti elde edebilmesi için yörünge hızına göre daha hızlı uçması gerekmektedir.
Uzay Hukuku 1957 yılında Rusya’nın Sputnik- 1 uydusunu uzaya göndermesi ile insanlık literatürüne girmiştir. Uzay hukuku kavramı uzayda insan faaliyetlerini düzenleyen düzenlemeler için kullanılmaktadır. Uzay hukukunun kuralları ve ilkeleri uluslararası anlaşmalarla ortaya konmuştur. Uzay hukukunun en önemli ilkesi Uzayın Serbestliği ilkesidir. Uluslararası anlaşmalar bu ilkenin sınırları çerçevesinde düzenlenmiştir. Uzayın serbestliği ilkesinin tek istisnası uzayın barışçıl amaçlarla kullanılmasıdır. Uzay Hukukunun amacı uluslararası iş birliği içerisinde uzayın keşfi ve kullanılması konusunda ortak menfaatlerin gerçekleştirilmesini sağlamaktır.
UZAY HUKUKU TEMELLERİNİ BELİRTEN İLKELER
BMGK, 13 Aralık 1963 tarihli ve 1962 (XVIII) numaralı kararıyla uzay hukukuna ilişkin ilkeler bildirgesini yayınlamıştır. Söz konusu alınan karar uyarınca uzay hukukunun temel ilkeler:
1. Uzayın keşfi ve kullanımı, tüm insanlığın yararına yürütülecektir.
2. Uzay ve gök cisimleri, eşitlik temelinde ve uluslararası hukuka uygun olarak tüm devletler tarafından keşif ve kullanım için serbesttir.
3. Uzay ve gök cisimleri, egemenlik iddiasıyla, kullanım veya işgal yoluyla veya başka herhangi bir yolla ulusal mülk edinmeye tabi değildir.
4. Devletlerin uzayın keşfi ve kullanımıyla ilgili faaliyetleri, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve uluslararası iş birliği ve anlayışın geliştirilmesi amacıyla Birleşmiş Milletler Sözleşmesi de dahil olmak üzere uluslararası hukuka uygun olarak yürütülecektir.
5. Devletler ister devlet kurumları tarafından ister sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülsün, dış uzayda yürütülen ulusal faaliyetler için ve ulusal faaliyetlerin bu bildiride belirtilen ilkelere uygun olarak yürütülmesini sağlamak için uluslararası sorumluluk taşırlar. Sivil toplum kuruluşlarının uzaydaki faaliyetleri, ilgili devletin yetkilendirmesini ve sürekli denetimini gerektirir. Uluslararası bir kuruluş tarafından uzayda faaliyetler yürütüldüğünde, bu bildirgede belirtilen ilkelere uyma sorumluluğu, uluslararası kuruluş ve ona katılan devletler tarafından karşılanacaktır.
6. Uzayın keşfi ve kullanımında devletler, iş birliği ve karşılıklı yardım ilkesi tarafından yönlendirilecek ve diğer devletlerin ilgili çıkarlarını dikkate alarak tüm faaliyetlerini uzayda yürüteceklerdir. Bir devletin, kendisi veya vatandaşları tarafından planlanan bir dış uzay faaliyeti veya deneyinin, diğer Devletlerin uzayın barışçıl keşif ve kullanımına yönelik faaliyetlerine potansiyel olarak zararlı müdahalelere neden olacağına dair inandırıcı nedenleri varsa, herhangi bir girişimde bulunmadan önce uygun uluslararası istişarelerde bulunacaktır.
7. Dış uzaya fırlatılan bir cismin siciline kayıtlı olduğu Devlet, uzaydayken bu cisim ve üzerindeki herhangi bir personel üzerinde yargı ve kontrolü elinde tutacaktır. Uzaya fırlatılan nesnelerin ve onları oluşturan parçaların mülkiyeti, uzaydan geçişlerinden veya dünyaya geri dönüşlerinden etkilenmez. Tescil devletinin sınırlarının ötesinde bulunan bu tür nesneler veya bileşen parçaları, iade öncesinde talep üzerine kimlik bilgilerini sağlayacak olan bu devlete iade edilecektir.
8. Bir cismi uzaya fırlatan veya uzaya fırlatılmasını sağlayan her devlet ve topraklarından veya tesisinden bir cismin fırlatıldığı her devlet, bu tür bir cisim veya bu cisim nedeniyle yabancı bir devlete veya onun gerçek veya tüzel kişilerine verilen zarardan dolayı sorumludur.
9. Devletler, astronotları insanlığın uzaydaki elçileri olarak kabul edecekler ve yabancı bir devletin ülkesine veya açık denizlere kaza, tehlike veya acil iniş durumunda onlara mümkün olan her türlü yardımı yapacaklardır. Böyle bir iniş yapan astronotlar, güvenli ve hızlı bir şekilde uzay araçlarının tescil edildiği devlete iade edilecektir
Kararlılıkları nedeniyle gökcisimleri genellikle tanrılar olarak görülmekteydi. İnsanlar bu hareketleri dikkatlice izlediler; kozmik tanrıların alışkanlıklarını öğrenmeye çalıştılar, savaşların seyri, ürün verimi ve hatta kişisel meselelerle ilgili alametleri gökyüzünde aradılar. Böylelikle gökyüzü, uygun soruları sorma ve uygun davranışları belirleme becerisine sahip kehanetlere olanak sağladı. Yaradılış hikâyesinin ve insanın ortaya çıkışının gök cisimlerinde aranması şaşırtıcı değildir
İnsanlar göçebe hayattan yerleşik hayata geçerken pek çok hava olayıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu insanlar tarımla geçindikleri için hava olayları onlar için çok önemlidir. Bu durum onları gökyüzünü incelemeye itmiştir. Gördükleri belirli şekilleri isimlendirip, hangi zaman aralıklarında göründüklerini kendi bakış açılarına göre yorumladılar. Yıldızları yön bulmada; Güneş ve Ay' ise zamanı algılamak için incelemiş ve kullanmışlardır.
Dilin zamanla evrim geçirmesiyle bu kelime günümüz İngilizce'sinde olduğu gibi Ay anlamına gelen "Moon" kelimesinden türeyen ay anlamına gelen" Month" kelimesine dönüşmüştür.
Günümüz İngilizce'sinde haftanın günlerinin bazıları, Güneş Sistemindeki yıldız ve gezegenlerden gelmektedir. Örnek verecek olursak: " saturday" (cumartesi), "Saturnday"(Satürn günü) kelimesinden ; "sunday" (pazar), "moonday" (Ay Günü) kelimesinden türetilmiştir.
Astronomi önceleri yalnızca, çıplak gözle görülen gök cisimlerinin gözlemi ve hareketleri hakkındaki öngörülerden oluşuyordu. Eski zamanlarda gözlemler çıplak gözle yapılıyorsa da o zamanlar günümüzdeki gibi sanayi ve ışık kirliliğinin bulunmayışı insanlara büyük bir avantaj sağlıyordu.
Günümüzde Sirius olarak bilinen, eski dönemlerde gökyüzündeki en parlak yıldız olması sebebiyle Araplar tarafından Şi'ra olarak adlandırılan yıldız İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'daki Necm suresinde,"Şira'nın da Rabbi Allah'tır" şeklinde yer almaktadır.
Babil ve Yunan uygarlıklarında gezegen hareketleri matematiksel işlemlerle ifade edilebildiğinden astronomi böylesine hızlı bir ilerleyişe sahip olabildi. Üçüncü sebep olarak düşünülebilecek diğer şey ise astronominin içerik itibariyle din ve felsefeyle bağlantılı olmasıydı, bu bir avantaj sağladı ve diğer dalların sahip olamayacağı bir sosyal değere sahip oldu.
arih öncesi insanlarının gezegenimizden görünen en belirgin cisimleri fark etmiş olmaları ve takip altına almaları şaşırtıcı değil, ancak yazının keşfinden önce yaşadıkları için göksel olaylara yükledikleri anlamları çıkarsamamız zor. Bu sebeple günümüz bilim insanlarının doğru istatistiksel testlerle, buldukları kalıntıların göksel kavram ve olaylarla uyuştuğunu göstermeleri önemli. Tarih öncesi çağa ait bir kalıntı, 5000 yıllık bir farkla şu ana kadar bilinen en eski takvim ve M.Ö. 8000 yıllarında yapılmış. İskoçya’nın Aberdeenshire bölgesindeki Dee River vadisinde yer alan Warren Field takvimi, ayın evrelerini taklit ederek kameri ayların izini sürmeye yardımcı olan 12 adet çukuru içerir. Kış gündönümünde gün doğumuna hizalanarak da Güneş yılıyla Ay döngüsünü uyumlu hale getirir. Güneş/Ay döngülerinin kaymasına uyum sağlamak adına M.Ö. 4000 yılında kullanılamaz hale gelinceye kadar sürekli yenilendiği düşünülüyor. Diğer bir buluntu oldukça popüler ve çoğunlukla seyahat noktalarından biri olan İngiltere’deki Stonehenge anıtları. M.Ö. 3000 ila 2000 yıllarında yapıldığı düşünülen buradaki yapıların ana eksenlerinin yaz gündönümünde Güneş’in doğuş yönüyle çakışacak şekilde ayarlandığı görülüyor. Ek olarak Stonehenge’in tutulmaları tahmin etme fonksiyonu olduğu gibi çeşitli spekülatif astronomi bağdaştırmaları da var.