“Kuşaktan Kuşağa Feminizm” podcast serisini hazırlayanlardan; Barış Akademisyeni ve feminist araştırmacı Yasemin Özgün, Türkiye’deki kadın hareketinin dününü, bugünü ve yarınını değerlendirdi. Özgün şunları söyledi:

“Kuşaktan kuşağa feminizm podcast serisi; Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dayanışma Ağı’nın (AG-DA) Avrupa Birliği iş birliği içinde düzenlediği, Eren Deniz Tol Araştırma ve Savunuculuk Destek Programı’nın desteğiyle başladı.

O programa başvurmuştuk, kabul edildi. Bu podcast serisinde amacımız; farklı kuşaklardan, farklı feminizm anlayışına sahip, belli bir dönem feminist mücadele ya da kadın hareketi içerisinde yer almış öne çıkan isimler aracılığıyla geçmişle bugün, bugünle yarın arasında kimi köprüler kurabilmek. Ben biraz daha ucundan yakaladım mesela 80’ler dönemi yükselen feminist dönemi. 90’ların sonunda daha aktif olmaya başladım daha doğrusu. İşte bu Kaktüs’ten başlayan ya da daha eskilere hatta Osmanlı Kadın Hareketi’ne kadar götürülebilir. Bu topraklardaki feminist mücadelenin, kadın hareketinin tarihini çok fazla bilmediklerini, çok fazla ne tür badireler atlatıldığını, toplumsal olarak hangi mücadelelerin verildiğini ve öte yandan pek çok tartışmalar, kampanyalar, didişmeler, iş birlikleri var. Bütün bunları genç kuşaklara duyurmak arzusundan çıktı daha çok.

“FARKLI FEMİNİST BAKIŞ AÇILARINA SAHİP KİŞİLERLE SÖYLEŞİLER YAPARAK KUŞAKLAR ARASI BAĞ KURMAK İSTEDİK”

Farklı feminist bakış açılarına sahip kişilerle söyleşiler yaparak kuşaklar arası bağ kurmak istedik. Mesela; Handan Koç, radikal feminist, Aksu Bora, Amargi ile başlayan başka bir bakış açısına sahip olan karakter olarak yer aldı. Öne çıkan bir kişi olarak yer aldı daha doğrusu. Hidayet Şefkatli Tuksal, Müslüman feminist olarak yer aldı. Banu Paker, Kaktüs’ten bu yana sosyalist feminist mücadelesini sürdüren ve bu alanda çalışmalar yapmış bir isim olarak yer aldı. Yani her biri kendi baktığı yerden, kendi feminizm kavrayışıyla, mücadelesiyle o yıllardan bu yıllara mücadelenin içinde yer almış, isimlerini duyurmuş kadınlar. Gelecek hafta; Hasbiye Günaşçı ile feminist bir LGBTI+ olarak veya eşcinsel bir feminist olarak yaşadığı deneyimleri, mücadelelerini konuşacağız. Gültan Kışanak’a da kendi sorularımızı ilettik. O da Kürt kadın hareketinin kadın hareketi içindeki mücadelesinden bahsedecek. Sağ olsun, biz böyle bir şey önerdik. O da kabul etti. Avukatı aracılığıyla sorularımızı yolladık, yanıtları bekliyoruz. Gelen yanıtları bir arkadaşımız da seslendirecek. Onunla da bu serinin ilk bölümünü tamamlamış olacağız.

“ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ İLE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ KARŞITLIĞINI PERÇİNLEMEK İSTİYORLAR”

Toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığını şiar edinmiş bir iktidardan bahsediyoruz. Kadın düşmanlığı, LGBTI+ düşmanlığı… Yani düşmanlığa varan uygulamalar, pratikler söz konusu. Anayasa değişikliği ile de bunu perçinlemek istiyorlar. İstanbul Sözleşmesi’yle başlayan bu saldırıyı bir şekilde kayıt altına almak istiyorlar. Kadın örgütleri de bunu durdurmak için mücadelelerini sürdürüyorlar. Bu konuda sonuna kadar ‘Hayır’ demeye devam edeceğiz. Hem kadınların hem LGBTI’lerin alanlarını daraltan bu değişikliği asla kabul etmeyeceğiz.

“İKTİDAR DEĞİŞTİĞİNDE BİLE KADIN VE LGBTI MÜCADELESİNİN SÜRMESİ GEREKİYOR”

Şu ana kadar geldiğimiz nokta düşünülürse; buradan sonra geri adım atacaklarını düşünmüyorum. Hatta iktidar değiştiğinde bile kadın ve LGBTI mücadelesinin sürmesi gerekiyor. Bu öyle bir şey ki birileri gelip de sihirli değnek ile değiştirmiyor maalesef. Vaatlerle de gelseler bu konularda iktidara geldiklerinde öyle olmadığını gördük. AKP öncesi de çok parlak değildi durum. AKP ile kadın düşmanlığı, LGBTI düşmanlığı zirveye ulaştı. Bir yandan toplumsal cinsiyet karşıtlığı dediğimiz, feminizm karşıtlığı, LGBTI karşıtlığını da içeren bir şey bu. Zaten bütün dünyada yükselişte. Otoriter sağ yönetimlerin yükselişiyle beraber bu aileci politikalar, kadını sadece çocuk doğuran gelecek nesillerin bakımından, neslin yeniden üretiminden ve iş gücünün yeniden üretiminden sorumlu varlıklar olarak tanımlıyorlar. Kadını bir özne olarak, birey olarak ya da işte hakları olan eşit mücadeleler içinde olan eşitliğiyle vurgulamıyorlar. Fıtrat diyorlar, başka şeyler diyorlar. Dolayısıyla da şu ana kadar geldiğimiz noktada bizi boğan, hepimizi boğan kimi pratiklerle karşılaştık.

“DİYANET AİLECİ POLİTİKALARINI AKTARMAYA ÇALIŞIYOR”

Diyanet’e bir dolu yetki verdiler. Diyanet, evliliği özendiren, küçücük çocuğu evliliğe hazırlayan ki küçük yaşta evliliklerin ne kadar yaygın olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunu perçinleyen ‘iyi bir eş nasıl olunur’ gibi birtakım vaazlar veriliyor. Bu konuda sözüm ona bilgilendiren bir yerden ama bir yandan da bir tür kendi görüşlerini aktardıkları, kendi bakış açılarını, aileci politikalarını cemaate aktardıkları bir durum söz konusu.

“ERKEKLERİ HUKUKSUZLUKLA, CEZASIZLIKLA GÜÇLENDİREN BİR HÜKÜMET ANLAYIŞI SÖZ KONUSU”

Kadın cinayetlerinin bu kadar ayyuka çıktığı, her dakika bir kadının katledildiği bir ortamda mesela kadın boşanmak istiyor. Zaten bir tepkiyle karşılaşıyor. Sonrasında da canıyla ödüyor, boşanmanın bedelini. Çok yaygın maalesef. En son Ankara’da yaşandı bir kadın cinayeti. Meclis’in dibinde yaşandı. Fotoğrafını görmüşsünüzdür. Elinde silah sanki böyle bir avdan gelmiş. Yerde kadın arkadaşımız kanlar içinde yatıyor. O görüntüyü asla unutmayacağım. Bu aynı zamanda cesaretlendirilmiş bir erkek. Yaptığının cezasını çekmeyeceğini bilen bir erkek görüntüsüydü. Maalesef bu şekilde erkekleri hukuksuzlukla, cezasızlıkla güçlendiren bir hükümet anlayışı söz konusu. Kutsal aile kılıfı altında dayatılan; kadını, görmezden gelen, babaya, kocaya veya hayatındaki erkeklere bir şekilde mahkûm eden politikalar bunlar.

İstihdam politikalarıyla da bir arada yürüyen, kadının kısmi ve yarı zamanlı işlerde çalışmasını ön gören yani sonuçta eve ekmek getirenin erkek olarak tanımlandığı, kadının da ekonomiye bir şekilde destek olduğu ve bir ucuz iş gücü olarak da emeğini sattığı konumda kadını değerlendiren politikalar. Aynı zamanda aile dediğiniz zaman ‘anne’ olarak kadını tanımlayan kutsal aile masalı var. Kadın eşittir annedir. Anne, şefkat kelimeleriyle kadını pasif, edilgen ve siyasetin, kamusal alanın dışına koyan politikalar bunlar.

“SALDIRGANLIĞIN, İŞGALCİ MANTIĞIN BİR ŞEKİLDE YENİDEN ÜRETİLDİĞİ, DESTEKLENDİĞİ BİR YAPI ORTAYA ÇIKIYOR”

Milliyetçilikle, militarizmle erkek egemenliği hep iç içe geçmişti. Sonuçta vatan, fethedilen bir dişi olarak veya bir kadın olarak hep resmedildi. Bunun üstünden bir söylemler ve anlatılar oluşturuldu. Bu çok da elverişli bir dildi. Savaş zamanlarında kadınlar üzerinden işkence yapıldı. Erkeklere bile kadınlar üzerinde işkence yapıldı. Eşleri, sevgilileri, anneleri üzerinden, onları cezalandırmak üzerinden işkenceler yapıldı. Yani sonuçta milliyetçilik ve erkeklik bu biçimiyle her zaman çok iç içe geçti. Günümüzde çok daha saldırgan da bir boyutu var. Türk milleti de erkek olarak tanımlanıyor sonuçta. Kurak Günler filmindeki hani o domuzu kovalayan, yaban domuzunu ‘yaban’ olarak niteleyip istediklerini yapabileceklerini de ‘zarar veriyor’ gibi söylemlerle konuşan bir erkek güruhu geliyor gözümün önüne daha çok. Bu saldırganlığın, işgalci mantığın bir şekilde yeniden üretildiği, desteklendiği bir yapı ortaya çıkıyor.

“MEDYA GÖRMEK İSTEMESE DE KADINLAR, SÖZLERİNİ SÖYLEMEK İÇİN O KADAR ÇOK MÜCADELE EDİYORLAR Kİ GÖRMEK ZORUNDA KALIYORLAR”

Feminizm medyada görünürlük açısından çok daha meşru olarak görülebiliyor. 90’larda ve 2000’lerin başında çok daha zordu. Feministler çirkin kadınlar, ‘koca bulamamış’ bu işlerle uğraşan kadınlar olarak niteleniyordu. Giderek bu görüş, bu bakış değişti. İktidarın yandaş medyasında kadınlara yönelik saldırıları tabii ki her gün karşılaşabiliyoruz. Giyimine, kuşamına, eteğine, boyuna, dış görünüşüne, var olma biçimine müdahalelerle karşılaşıyoruz. Medya da bunu destekleyen bir yerde duruyor. Bir yandan da muhalif medya içerisinde daha meşru ve şu anda mücadelesiyle göz dolduran bir hareket olduğunun da altı çiziliyor. Yeterli olmasa bile bu noktada hakkının verildiğini düşünüyorum. Çok güçlü bir kadın hareketi var Türkiye’de. Dağınık bile olsa hiçbir zaman geri adım atmayan her zaman mücadeleci, sokakta olan, sesini, sözünü haykırmaktan, isyan etmekten asla geri durmayan bir kadın hareketi var. Medya görmek istemese de kadınlar o kadar güçlüler ve o kadar sözlerini söylemek için mücadele ediyorlar ki görmek zorunda kalıyorlar açıkçası. Her türlü aykırı sese, bastırmaya, saldırıya karşı kadınlar mücadele etmeyi sürdürüyorlar.”