Türkiye tarihi boyunca makroekonomik göstergelerde iniş-çıkışlar yaşanmış, bu süreçlerin bir kısmında ülke kendi içinde yaşanan olumsuzlukları bertaraf etmeye çalışırken, kimi zaman da dış yardımları kullanma yoluna gitmiştir. Uygulanmak istenen ve uygulanan tüm politikalar, ekonomik menfaatler için yapılmak istense de zaman zaman dönem hükümetlerinin siyasal çıkarlarına alet edilerek hüsrana uğranılmasına neden olmuştur.

1929 KRİZİ - BÜYÜK BUHRAN

Cumhuriyet gazetesi geçmişten bugüne yaşanan 15 krizi derledi. 1929 yılında başlayan ve etkisini 1930’larda da gösteren kriz, Kuzey Amerika ve Avrupa merkezli olmasına rağmen tüm dünya ülkelerinde iz bırakmıştır. Büyük Buhran adını almasının sebebi, o güne kadar yaşanmış en yıkıcı ve en geniş sınırlara ulaşan ekonomik kriz olmasıdır. Dünyada 50 milyon kişinin işsiz kalmasına, yeryüzündeki toplam üretimin yüzde 42 oranında azalmasına ve dünya ticaretinin de yüzde 65 oranında düşmesine neden olmuştur.

Türkiye’ye ise ekonomisi tarıma dayalı, sanayileşmesini tamamlayamamış, özel sektör yatırımlarıyla umduğunu bulamamış, pazar payının çok büyük olmadığı ve kendi kendine yetebilen, mikro ölçekli bir halde krize yakalandı. Türk Lirası, sabit kur rejimine bağlı olduğundan hızla değer kaybı yaşadı. Ekonominin tarıma bağlı oluşu, tarım ürünlerinin fiyatında meydana gelen düşüşle birlikte ihracat gelirlerinin azalmasına yol açtı. Ödemeler dengesinde bozulmalar baş gösterdi, fiyat düşüşlerinin devam etmesiyle deflasyon yaşandı. Osmanlı’dan devralınan borçlar, krizin yarattığı olumsuzluklara ek yük oldu.

Hükümet, krizle mücadele adına pek çok adım attı; ihracat ve ithalatını artırıcı politikalar izledi. 1933 yılında dış ödemeler dengesinde kliring ve takas sistemi uygulanmaya başlandı. İthalat, ihracata bağlandığından ihracat teşvik edilmiş oldu. İhraç mallarının standart olmasına önem verildi. Devletçilik ilkesi benimsenerek devlet eliyle sanayileşmeye hız verildi. Türk Lirası'nda istikrarın sağlanması adına Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kuruldu ve Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu çıkartıldı.

1946 ve 1958 KRİZLERİ

İkinci Dünya Savaşı boyunca Türkiye’de tarımsal düşüş yaşandı. Bu da tarımsal üretimin azalmasına neden oldu. 1945 yılı tarımsal hasılası; 1939 yılı seviyesinin yüzde 59’una, GSYİH’ da aynı dönemde yüzde 71’ine geriledi. 1946 krizi sonrası Türkiye’de ilk kez devalüasyon yapıldı. Türk Lirası, dolar karşısında büyük bir düşüş yaşadı. Uygulamadaki temel sebep ihracatı artırmak olsa da bu hedefe ulaşılamadı.

1950 yılında Demokrat Parti dönemi başladı. Bu dönemde, içe dönük iktisat politikaları terkedilmiş ve serbest dış ticaret rejimi benimsenmiştir. Ancak ithalat artışları, dış açığın giderek büyümesine yol açarak ülkenin ekonomik açıdan yabancı yatırımcı ve kredi yardımlarına bağlı kalmasına sebep olmuştur. Yaşanan bu süreçler, döviz kıtlığının görülmesine de zemin hazırlamıştır.

1954 yılından itibaren; hem tarım hem de dış ticarette tıkanıklıkların baş göstermesiyle, tarıma ve dış ticarete yönelik sanayileşme politikasından vazgeçilmiştir. İç pazara yönelik, tüketim mallarının üretiminin öne çıktığı, ithal ikameci sanayileşme politikası benimsenmiştir.

1958 yılında Türkiye, dış borç anapara ve faiz ödemelerinde zorlanmaya başlamış ve beraberinde borç erteleme (moratoryum) yoluna başvurulmasına sebep olmuştur.

1974 ve 1980 KRİZLERİ – (PETROL)

Arap Birliği ülkeleri ile İsrail Devleti arasında başlayan savaşlar, petrol fiyatlarının 4 kat artmasına neden olmuş ve bu durum, ekonomileri altüst etmiştir. Türkiye, dönemin Başbakan'ı Bülent Ecevit'in emriyle Kıbrıs Barış Harekâtı zamanında uygulanan ambargo sürecinde bu krize yakalandığından oldukça zor bir dönem yaşamış, işsizlik artışı ve yüksek enflasyon ilk kez birlikte görülmüştür. Uygulanan ithal ikameci politikalar bekleneni vermemiş, ödemeler dengesi ve dış açık sürekli artmıştır.

1980 yılında petrol krizinde ikinci dalganın görülmesiyle fiyatlar tekrar artmış, halihazırda yüksek olan işsizlik ve enflasyon verileri tırmanmıştır. Yaşanan olumsuzluklara önlem olarak 24 Ocak Kararları yürürlüğe konmuş ve devalüasyon uygulaması yinelenmiştir. Ayrıca sabit kur politikası terk edilerek kontrollü dalgalı kur rejimine geçilmiş, yabancı sermaye girişine yönelik teşvik çalışmaları yapılmıştır.

1984- BANKER KRİZİ

Serbest piyasa ekonomisine geçilmesiyle faizler bir hayli artmış, büyük şirket ve işletmeler bankalardan kredi alamayacak hale gelmiştir. Bu durum, işletmeleri ve tasarruf sahiplerini bankerlere yöneltmiştir. Ayrıca o dönem bazı büyük bankalar, bankerlerle işbirliği yaparak bankerlere bono sattırmış ve tasarruf sahiplerinden mevduat toplamaya çalışmıştır. Bankerlerin, borç aldıkları paraların faiz ödemeleri için daha yüksek faiz oranlarıyla borçlanma durumuna girmesiyle faiz artışları devam etmiş, 1984’te bankerler krizi patlak vererek pek çok tasarruf sahibinin bu durumdan zarar görmesine neden olmuştur.

1990 KÖRFEZ KRİZİ- 1994 KRİZİ

Birleşmiş Milletler'in Irak ve Kuveyt'e müdahaleleri ile şekillenen Körfez Savaşı, 1990 yılındaki Körfez Krizi'nin önemli olaylarındandır. Bu olaydan sonra Türkiye kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan 1994 krizine yol açmıştır.

1990’lı yıllarda devlet, harcamaları için ağırlıklı olarak kamu bankalarından borçlanmaya başladı ve zamanla borç yükü ciddi rakamlara geldi. O dönemde özel sektörün elindeki bankalar yüksek faizle mevduat topluyor, kamu bankalarına da yüksek faizle kredi veriyordu.

1993 yılında Prof. Dr. Tansu Çiller, başbakanlık görevine geldi. Görevi süresince uygulamaya koyduğu bir dizi politikalarla yüksek faiz ve kamu borç yükünün önüne geçmek istedi.

Çiller’in yoğunlaştığı hedef, faizlerin indirilmesiydi. Bu kapsamda; Hazine’nin borçlanma ihaleleri iptal edildi ve tahvil ile bonodan elde edilen faiz gelirlerini artırmak için bu gelirlerden alınan vergi oranları artırıldı. Türkiye hiperenflasyonu yaşadı. Tüm bunların ışığında ülkeden sermaye çıkışları başladı.

5 Nisan 1994’te hükümet bir dizi önlem paketi açıklamıştır. Bu kapsamda:

TL’de devalüasyona gidildi.

Çeşitli tüketim ürünlerine zam yapıldı.

Hububat, tütün ve şeker hariç tarım ürünlerinde sübvansiyonlar kaldırıldı.

Vergi mükelleflerinin matrahlarının üzerinde ek bir verginin alınmasına karar verildi.

Alınan kararlar sonrasında IMF ile 14 aylık stand-by anlaşması imzalandı.

2001 KRİZİ YA DA KARA ÇARŞAMBA

Türkiye tarihinde en büyük ekonomik kriz olarak nitelendirilir.

1994 krizinin yankıları devam ederken, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Rusya’nın krize girmesi ve yaşanan Marmara Depremi’nin bütçe üzerinde ek baskı oluşturması ekonomik sıkıntıları daha da artırdı. O dönemde sabit kur - serbest faiz politikası vardı. Kur, Merkez Bankası tarafından belirlenirken faizi piyasa belirliyordu.

Ekonomide baş gösteren ilk kriz, likidite kaynaklıdır. Bankaların açık pozisyonları kapatma arayışları, faizlerin yükselmesine neden olmuştur. Elindeki sayıca fazla olan Hazine bonolarının finansmanını sağlayamayışı da yabancı yatırımcıların çekilmesiyle sonuçlanmıştır.

Millî Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında yaşanan anayasa fırlatma krizi, ekonomideki mevcut sıkıntıları daha da körüklemiş ve bankacılık sektöründe başlayan krizin reel sektöre de sıçramasına neden olmuştur. Sonucunda pek çok işyeri kepenk kapatmış ve çoğu insan işsiz kalmıştır.

IMF ile stand-by anlaşması imzalanarak yeni bir ekonomi programı yürürlüğe konmuştur.

2008 KRİZİ

Amerika Birleşik Devletleri’nde 2007 yılında finansal piyasalarda yaşanan sorunlar 2008 yılına gelindiğinde bir krize dönüşmüş, diğer tüm ülke ekonomilerini olumsuz etkilemiştir.

Düşük gelirlilere yüksek faizle verilen mortgage kredileri, yaşanan bu krizin en büyük unsuru olarak gösterilir.

Türkiye, yaşanan bir dizi olumsuzluktan doğrudan etkilenmese de bozulan dış ticaret hacmi ve yabancı sermaye girişlerinin azalmasıyla dolaylı olarak etkilenmiştir. İhracat düşmüş, ekonomik daralma sorunu işsizlik artmış, 2008 yılında ekonomik büyüme görülmesine karşın 2009 yılında küçülme yaşanmış ve yabancı sermayenin yetersiz kalmasıyla reel sektörde daralma görülmüştür.

2018 DÖVİZ KRİZİ
Türkiye halihazırda ekonomi dinamiklerinde sorunlarla uğraşırken Rahip Brunson krizi, bu sorunları iyice tırmandırmış ve 2018 yılı ekonomik krizinin fitilini ateşlemiştir.

Türk Lirası büyük oranda değer kaybı yaşarken, enflasyon çift hanelerde takılı kalmıştır. Faiz artırımlarına gidilmesiyle büyüme ivmesi kaybedilirken, yüksek enflasyon ve ekonomik daralma ile işsizlik verileri de bir hayli yükselmiştir.

Rahip kriziyle mevcut döviz kuru bir anda tırmanmış, 2017’de 3.80 TL olan dolar 2018’de 7 TL’yi aşmıştır. Başta inşaat olmak üzere pek çok sektörde tıkanıklıklar yaşanmış, beraberinde ise iflaslar gelmiştir.

Merkez Bankası döviz rezervleri ise 2018 yılında önemli ölçüde azaldı. 2018 yılı ocak ayında net döviz rezervi 77.9 milyar dolar iken 2020 yılı ocak ayı itibarıyla 33.9 milyar dolara geriledi.