Nuri Cem Ceylan, Kanal İstanbul'un 2011 yılında bir seçim propagandası olarak ortaya çıktığını ve İstanbulluların yüzde 72'sinin bu projeyi istemediğini belirtti. İBB, Şehir Plancıları Odası, Mimarlar Odası ve TMMOB gibi birçok sivil toplum kuruluşunun projeye karşı hukuki süreç başlattığını ve Danıştay'da bekleyen onlarca dava olduğunu aktardı. Ceylan, hukuki süreçlerin devam etmesine rağmen, "hukukun ve planlamanın arkasından dolanarak" inşaat projelerinin devam ettiğini ifade etti.
Projenin Çevresel ve Ekonomik Etkileri
Ceylan, projenin İstanbul'un çevresine vereceği zararlara dikkat çekti. Kanal İstanbul kapsamında 136 milyon metrekarelik tarım alanının ve 20 binden fazla hektar yeşil alanın konut alanına çevrileceğini söyledi. Ayrıca Sazlıdere Barajı'nın da yok olacağını belirterek, yakın gelecekte İstanbul'da yaşanacak olası bir su sorununun sorumlusunun bu TOKİ projeleri olacağını öne sürdü.
Proje güzergahında 2017 yılında yaşanan "tapu hareketlerine" de değinen Ceylan, özellikle Katarlılar başta olmak üzere güneydeki sermayenin milyonlarca metrekare araziyi satın aldığını ve bu arazilerin birer rant alanına dönüştürüldüğünü dile getirdi.
Hukuki Mücadele ve İnşaatların Hızlanması
Ceylan, Türkiye'deki hukuk sisteminin durumuna ilişkin veriler paylaşarak, hukukun çeşitli yollarla etkisiz hale getirildiğini savundu. İBB'nin açtığı davalarda imar planlarının iptal edilmesine rağmen istinaf mahkemelerinde bozulduğunu ve projelerin bu engellere rağmen devam ettiğini belirtti. Son olarak "19 Mart darbesinden sonra" inşaat projelerinin hızlandığını iddia etti. Ceylan, TOKİ tarafından inşa edilen ve 50 bine yakın konut üretilmesi planlanan bu projelerin "sosyal konut" olarak nitelendirilmesine karşı çıkarak, binaların 5-6 milyon lira gibi yüksek fiyatlarda olacağını ve bu durumun kamu eliyle özel mülklerin yapılmasını meşrulaştırmaya çalıştığını söyledi.





