AYM, 2 yıl içerisinde, sonradan hepsi mahkeme veya YÖK tarafından iptal edilen 9 disiplin cezası verilen Bingöl Üniversitesi’nde görevli Yrd. Doç. Zülküf Kılıç’ın bireysel başvurusunu inceledi.

2 YILDA 9 KEZ DİSİPLİN CEZASI

Zülküf Kılıç hakkında, 2011 ve 2013 seneleri arasında, “belli saatlerde izinli ve mazeretli olmamasına rağmen işe gelmemek, mesnetsiz iddialarla kurumu ve kişileri mağdur edecek şikayetlerde bulunmak, amirine sözle saygısızlık etmek, hastalık raporunu en geç raporun düzenlendiği günü takip eden gün intikal ettirmemek, gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemek, öğretim elemanı sıfatı ile bağdaşmayacak eylemde bulunmak, doktora tezinde usulüne uygun olmayan alıntı yapmak” gibi iddialarla dokuz farklı disiplin cezası verildi. Bu disiplin cezalarının üçü itiraz üzerine YÖK tarafından kaldırıldı, diğerleri ise mahkeme kararıyla iptal edildi.

“SORUŞTURMALAR VE CEZALAR İŞKENCE ARACI OLARAK KULLANILDI. BU YOLLA PSİKOLOJİK TACİZ UYGULANDI”

Kılıç, kendisine verilen disiplin cezalarının mahkeme kararıyla iptal edilmesi nedeniyle uğradığı zararların tazmini talebiyle 26 Mayıs 2014’te dava açtı. Kılıç, dava dilekçesinde, hakkında yürütülen disiplin soruşturmalarının ve cezaların bir işkence aracı olarak kullanıldığını ve bu yolla kendisine psikolojik taciz uygulandığını savundu. Mahkeme, 30 Aralık 2014’te, olayda hizmet kusurunun bulunmadığı, Kılıç’ın ileri sürdüğü zararın muhtemel zarar kapsamında kaldığı, bu tür davalarda ise ancak ilgilinin uğradığı gerçek zararların tazmininin amaçlandığı gerekçesiyle davanın reddine karar verdi.

“PSİKOLOJİK TACİZ İDDİALARINA, MAHKEME KARARININ DAVANIN ÖZETİ KISMINDA DAHİ YER VERİLMEMİŞTİR”

Kılıç, bu karara karşı temyiz yoluna gitti. Ancak Danıştay 8. Daire, mahkemenin ret kararını bozmadı. Kılıç, bu karar üzerine AYM’ye başvurdu. Başvuruyu karara bağlayan AYM, Kılıç’ın ‘maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme’ hakkının ihlal edildiğine hükmetti. AYM, kararının gerekçesinde şunları belirtti:

“Anayasa Mahkemesi’nce yapılan değerlendirmelerde, mevzuatın yorumlanmasıyla ilgili sorunları çözmenin öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanında olduğu da daha önceki kararlarda sıklıkla vurgulanmıştır. Sistemli ve kasıtlı olarak haksız şekilde gerçekleştirilip iddia edilen eylem, işlem ve ihmallerin psikolojik taciz olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine yönelik yapılacak incelemede, olayın tüm tarafları ile doğrudan temas halinde bulunan derece mahkemelerinin olayın koşullarını değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda bulunduğu tartışmasızdır.

Başvurucu, derece mahkemelerine sunduğu dilekçelerde, hakkında yürütülen disiplin soruşturmalarının ve verilen disiplin cezalarının bir işkence aracı olarak kullanıldığını, kendisine psikolojik taciz uygulandığını ve bu süreçte tedavi görmek zorunda kaldığını ileri sürmüştür. Somut olay bakımından başvurucunun iki yıllık süreçte dokuz farklı disiplin cezasıyla cezalandırıldığı, fakat bu yöndeki işlemlerin yargı yerlerince iptal edildiği veya YÖK tarafından kaldırıldığı, bununla birlikte aynı dönemde başvurucu hakkında psikolojik hastalık tanısı konulduğu görülmüştür. Derece mahkemeleri tarafından ise başvurucunun bu bağlamda bir sürece yayılan olaylar ile desteklenen ciddi iddiaları bulunmasına rağmen herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Öyle ki başvurucunun psikolojik taciz iddialarına, mahkeme kararının davanın özeti kısmında dahi yer verilmemiştir.

“KAMUSAL MAKAMLAR, PSİKOLOJİK TACİZ OLUŞTURAN DURUMLARI TESPİTLE YETİNMEMELİ, BU TÜR DAVRANIŞLARIN OLUŞMAMASI YA DA TELAFİ EDİLMESİ AMACIYLA ETKİLİ ÖNLEMLERİ HIZLA ALMALIDIR”

Kamusal makamlar, psikolojik taciz oluşturan durumları tespitle yetinmemeli, bu tür davranışların oluşmaması ya da telafi edilmesi amacıyla etkili önlemleri hızla almalıdır. Kamusal makamların psikolojik taciz iddiaları karşısında hızlı davranarak gerçeği ortaya çıkarması, psikolojik tacizi ortadan kaldıracak, tekrarlanmasını önleyecek tedbirleri alması ve mağdurun zararlarının giderilmesini sağlamasının bir yandan kamusal hizmetin etkin bir şekilde yürütülmesine hizmet edeceği, diğer yandan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması bağlamındaki pozitif yükümlülüğünün gereği olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, somut olaydaki tam yargı davasının, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı bağlamında giderim sağlayacak yol olduğu tartışmasızdır. Ancak mevcut başvurunun koşullarında, tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle başvurucunun var olduğu açık olan manevi zararlarının tazmin edilemediği görülmüştür. Bu bağlamda, mahkemece ulaşılan ret sonucunun kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının içerdiği güvenceleri koruyacak, başvurucunun zararlarını tazmin edecek şekilde ilgili ve yeterli gerekçeler içermediği sonucuna ulaşılmıştır.

“TAM YARGI DAVASINDA DERECE MAHKEMELERİNCE ULAŞILAN SONUÇLAR, İLGİLİ VE YETERLİ GEREKÇELERLE AÇIKLANMADI”

Kamusal makamlar tarafından etkili önlemler alınmaması ve yürütülen tam yargı davasında derece mahkemelerince ulaşılan sonuçların ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı kapsamında kamusal makamlarca üstlenilmesi gereken pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği kanaatine varılmıştır.”