Söyleşi: MELTEM FİGEN

Kemal Kılıçdaroğlu'nun Alevi videosunu önce de Kürt başlığı altında bir video yayınlamıştı. Bir cumhurbaşkanı adayının böyle videolar yayınlıyor olması zorunluluğunu ve açılımları değerlendirebilir misiniz ?

Aslında politik ya da sanatsal ya da ticari alanda öne çıkan kişilerin bugüne kadar bu tarz açıklamaları Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzüncü yılında yapamamış olmasını önce sorgulamamız gerekiyor. Gerek vicdan, inanç, düşünce, fikir ve seyahat özgürlüğü açısından gerekse tercihler ve yönelimler açısından sistemin ve rejimin insanın nasıl bloke ettiğini sık sınıflandırdığını ve kısıtladığını ilk defa tarihi bir kırılma noktasıdır. Bizim coğrafyamızda öteki çok biliyorsunuz yani Zaza'sı, Ermeni'si, Süryani'si, eşcinseli. Türkiye Cumhuriyeti siyasetinde bir liderin çıkıp kendi öz kimliğiyle kim olduğunu ve ne olduğunu açıklaması ötekiler adına da bir şeyler söylüyor olabilmesi çok önemli. Kale alınması gereken gündem olması gereken bir şey. Hatta iktidardaki belli kimlikler de bu kadar dingin, sakin, kendinden emin ve hoşgörülü bir açıklamanın nasıl rahatsız ettiğini de görüyor. Kılıçdaroğlu'nun söyledikleri son yirmi yılda özellikle siyasal İslam üzerinden yapılan propagandaların jakoben baskısı ırkçı, dinci, milliyetçi, cinsiyetçi siyasetlerin toplumda yarattığı yorgunluktan sonra bir nefes oldu.

Türkiye için umut vericidir. Gerçekten umut vericidir. Çok takdir ettim, izledim. Hem tonlaması hem bu projeleri anlattığı Bay Kemal'in tahtası, sevgili Selo'nun da bu konudaki yorumları çok önemliydi. Sevgili Başak'ın da ve Millet İttifakı'ndakilerin de farklı görüş ve inançlarda olmasına rağmen özellikle Karamollaoğlu'nun destekler tavırları Türkiye demokrasisi açısından bir umut. Yani bir tohum. Öyle diyelim. Ilk defa yüz yıl sonra bir tohum var. Umarım bu tohumu filizlendirip fidana döndürüp meyvelerini görebilir toplum.

Öteki dediniz tırnak içinde. Hani siz de bir öteki olarak çok zor şartlarda toplumun içinde var olmaya çalışan bir modacısınız öyle değil mi? Sanatçısınız aynı zamanda. Mesela politikaya atılmanız bu ötekiliğin verdiği bir şey mi? Bir zorlama mı? Ne zaman siz politikleştiniz?

İnsanoğlu apolitik, asosyal ve aseksüel değildir. Yaratılıştan gelen canlı türü olarak ve cinslerimiz olarak bunlar zaten bizi doğuştan politiklik yükleniyor. Özellikle Türkiye Brezilya Arjantin gibi oldukça radikal politize toplumlarda doğup büyüdüğümüz zaman onun dışında değilsiniz.

Ama ben hiçbir zaman politikaya atılmadım. Yani öyle lanse ediliyor. Politika yapma deniliyor. Ben politika yapmıyorum. Politikayı politikacılar yapar ve çok yüzlülüktür o. Hatta yüzsüzlüktür Türkiye için. Ama benim kavgam başka. Ben sadece LGBT hakları, sadece hayvan hakları, sadece çevre, sadece insan hakları değil. Hepsinde hak ve hukuk arayışına girmeye başladım. Ama ben doğduğumdan beri böyleydim.

Bu yeni değil. Eğitim hayatımda da böyleydim. 1980’de Dev-Sol üyesi olma iddiasıyla tutuklandım. Dokuz yıl sürgün yedim ülkemden. LGBT olduğun için saçım tıraşlandı, Sansaryan'a kelepçelerle götürüldüm. Zührevi hastalıklara atıldım. Şiddet gördüm. En son devletin organize ettiği bir organize suçla uluslararası bir havalimanında linç edilmeye çalışıldım. Sosyal linçten bahsetmiyorum. Dört polis ve on üç üniformalı çalışan tarafından şiddete uğradım, Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri inandırıcı delil bulamadı ve sanıkları beraat ettirdi. Şimdi bu politize olmak değil, bu vücut bütünlüğünün dokunulmazlığını ve yaşam hakkını savunmak önce birey olmak. Ki kazandığınız yani gasp edilmiş haklarınızı geri alıp diğerleriyle paylaşmak. Dolayısıyla politika yapma lafını kabul etme, politikaya girme gibi niyetinde hiçbir zaman olmadı ve olmayacağım.

Bana göre yerler değil oraları yani. Oraları işte vekil olup dokunulmazlık alıp mutluluk çubuğunu bedavaya taktıran, sekiz implantı yaptıran insanların olduğu bir zenginler kulübü. Ben sahada uluslararası arenada mücadelemi devam ettiriyorum. Altmış beş yaşındayım, politik değilim. Ama nerede dikkat çektik? Yıllarca Yıldırım Bey'le yaptığımız defilelerde sosyal, siyasal ve çevresel mesajları öne aldık. Hep sivil toplum kurumları ve hayır kurumlarıyla belli amaçlara çalıştık. İşte bir defile de Filistin bayrağı. Bir defilede kelepçeyle çıkışım. Bir de defilede ağzı bantlı çıkışım. Bir defilede siyah ampul takışım falan. Bunlar dikkat çekti. Düşündüğüm dilde sevişip düşmanımın dilinde savaşmam gerektiğini bildiğim için hayatta kalmak amacıyla. Yoksa mesleğimde iyiyim, takdir görüyorum. Ama sadece mesleğinde ve takdir gördüğüm için değil orada da beni sömürmek için yıllarca müşterilerimle mücadele ettim. Hep sömürülmek istendim. Hep ötekiydim ben. Bana samimi gülüp kahramanım deyip can yoldaşım deyip, arkadaşım diyenler, işte hayatıma giren özel hayatıma gelen insanlar bile bedenimden, imkanlarımdan faydalanmak için vardı. Ben aptal bir adam değilim. Dediğim gibi politik değilim ama. Yani apolitik de değilim, politik de değilim. Vermeyi seviyorum diyelim.

Hep politik mesajlar vermekten imtina etmeyen bir kimlik olarak, etliye sütlüye dokunmayanların kemik yaladığını görüyoruz sonunda. Yani teşbih yapayım biraz. Önüne kemik atıyorlar etliye sütlüye dokunmayanların. Etliye de sütlüye de dokunacaksınız tabii ki. Bu sizin yaşam hakkınız. Bu sizin vücut bütünlüğünüzün
dokunulmazlık hakkı. Evrensel insan hakları beyannamesinin size tanıdığı bir takım koruma kalkanları var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var. Dünyada da artık bir küreselleşmenin içinde bunları görüyoruz. Çok lokal kalamıyoruz

Dediğim gibi ben sadece politik mesajlar vermedim. Mesela bir gösterimizde tükenmekte olan tatlı su kaynaklarına dikkat çektim, geçen arşive baktım on dört yıl olmuş. Ben on dört yıl önce bunu anlatmaya başlamışım. Hatta Kadıoğlu o zaman ortaya çıkmıştı çevreci. Bir radyo yayınında sizin bu konu hakkında ne bilginiz var ki diye bana böyle hani modacıyım yani cahil yerine koymaya kalktığında ben ona dünyanın tatlı su kaynaklarının rezervlerini ve hacimlerini söylediğimde çok şaşırmıştı. Ha demek ki bilgi sahibisiniz dedi. Yani sadece politik değil çünkü bu gezegen, çevre zaten temelinde bizim yaşam alanımız. Biz önce onu korumak zorundayız, var olabilmek için. Sonra beşerî anlamda birbirimize hoşgörülü olmalıyız ve birlikten kuvvetli olacağını mücadelede farkına varmayız. Sonra da hani evet etliye sütlüye dokunmayanlar, daha popüler, daha zengin işte külliyelerde iftar sofralarında falan olabiliyorlar ama yani onlar her devirde varlar, onlar başka karakterler, onlar başka iskeletler. Bekir Çelenk de Nilüfer Koçyiğit aşkının kırk yıl sonra Ebru Gündeş aşkının hikayesine döndüğünü unutmayın o coğrafyada. Değiştirmeye mücadele etmemiz lazım ki gelecek nesiller evlatlarımız, torunlarımız ya da sevdiklerimiz özgür topraklarda özgürce eylem ve itiraz haklarını kullanabilsinler, sorgulayabilsinler ki sorgulanıp Silivri'ye tıkılmasınlar. Aslında bütün davamız bu politik bir mesele değil. Hak, hukuk meselesi.

Sedat Peker'le başlayan . Muhammet Yakut'la devam eden bir ifşa furyası işte açıklamalar furyası hani tırnak içinde bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Şimdi LGBT bireylerin tüm Türkiye'deki yaşam koşulları ve baskılarına karşı hatta Melih Gökçek'in bu söylemlerine karşı böyle de bir işte Okşan meselesini çok da konuşmak istemiyorum aslında etik bulmadığım bir alan.

Ama bunun üzerinden saldırıya maruz kalmış bir birey olarak size sormak istiyorum bu soruyu. Konuda ne düşünüyorsunuz?

Sedat Peker'i ben en son gazeteci Salih Keçeci'nin dergisinin gala gecesinde en ön masada Sibel Can, Orhan Gencebay ve Sevim Emre'yle otururken görmüştüm. Oluyor herhalde altı yedi sene tahmin ediyorum görmedim. Diğer bahsettiğiniz isimle ilgili bilgi sahibi değilim. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti medyasını takip etmiyorum. Sabahları sadece belli, siz de dahil olduğunuz haber sitelerinden bir gündeme beş on dakika bakıyorum. Sosyal medyayı da Belçika ve Alman polisinin tavsiyesiyle 2 Eylül'de terk ettim. Çok ilgilenmiyorum ama bu magazin yani bunun ben sadece bu şahısların açıklamalarının kendi inisiyatifinde olduğuna çok inanmıyorum.

Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin içindeki saiklerin de bu işin içinde parmağı olduğunu düşünüyorum. Çünkü Bizans oyunlarını hatırlayanlar vardır. İttifaklarda bunu görüyorsunuz. İşte iktidar partisinin ya da Millet İttifakı'nın iktidarlarında görüyorsunuz bu dengelerin nasıl değiştiğini, nelerin balık hafızasıyla unutturulmaya çalışıldığını görüyorsunuz. Çok bilgi sahibi değilim bu magazin açıklamaları konusunda. LGBT birey konusunda da bir tek ben değilim. Bütün canlılarda yüzde altı yedi oranında cinsel tercih yönelimi farklılığı görüyoruz tüm gezegende. İnsan da bunun içinde, yunus balıkları da bunun içinde, kediler de bunun içinde. Ve böyle hesaplarsak seksen beş milyonun yüzde altısını hesapladığınızda beş altı milyon LGBT birey Türkiye'de yaşıyor şu an. Yani bu birçok partinin oy oranından yüksek.

Her yerde var LGBT'ler. Kadın ya da erkek ya da trans. Eğer siz Türkiye Cumhuriyeti'nde geceleyin köyler de dahil çeşme başlarına, kasabalarda, parklara, şehirlerde, mengereklere ya da geç saatteki şehir parklarına giderseniz orada oturan erkekler birbirlerinden ayşe kadın fasulyesi tarifi almıyorlar.Ya da kalabalık bir otobüs ya da minibüsle seyahat ettiğinizde arkanızdaki önünüzdekini itiştirmekten rahat seyahat de edemiyorsunuz o topraklarda. Dolayısıyla tartışılacak bir konu değil. Bir insanın bir insanı sevmesi
ya da birlikte olması için diğerlerinden izin almaya ihtiyacı yok. Kaldı ki bu haklar anayasal güvence altında. Üstelik tüm dünyada bu haklar ciddi yol kat etti örneğin İsviçre'de geçen seneki referandum.

Türkiye'de bunun politik figürler tarafından düşman ve nefret yaratmak için kullanılmasından da utanç duyuyorum. Yani propagandası olarak kullanılıyor şu anda. Bu cinselliğin seçimi bütün dünyada da yapılıyor. Şu çok önemli benim için. Özellikle LGBT nefreti, mezhep nefreti ya da ırksal nefreti körükleyen, siyasetin bir kazancı olmaz. Kürt meselesinde yıllarca sonucun ne olduğunu gördük. Bir kazancı olmaz. Bir de şunun altını çizmek istiyorum
bu kadar homofobik, bu kadar LGBT düşmanı deklarasyonda bulunan insanların biraz cilalarını kazırsanız ojelerin altından pençeler çıkıyor.

Hani ben çok konuşmak istemiyorum ama en homofobik deklarasyonları beyanatları verenlerin hayatını. Birbirimizi biliyoruz altı milyon nüfus olsak da yani. Türkiye'de biri biriyle birlikte olduğunda network hemen istihbaratı öbürüne aktarır. Ticari istihbarat gibi ya da siyasi istihbarat gibi. Hatta zaman zaman devletin istihbarat teşkilatları LGBT bireylerden bilgi almaya çalışır. Hiçbir LGBT vermez tabi bu bilgiyi. Ama kendi aramızda biz kimin ne olduğunu biliyoruz. O yüzden herkes dilini elini belini tutsun. Herkes istediği hayatı yaşar. Buna kimse karışamaz ayrıyeten bu kadar LGBT düşmanlığı yapan bir iktidarın sofrasında transseksüel bir birey Allah'ın adıyla iftar açıp dua edebiliyor. Aynı saatlerde Hande Kader İstiklal Caddesi'nde gaza ve tazyikli suya boğuluyor.

Yani bir partili olmakla sizin tercih ve yönelimleriniz garanti altına alınacaksa o partili olmak değildir. O otokrasidir, o faşizmdir. Nobrandır hiç doğru ve etik değildir. Ötekileştirmeyelim. Yeteri kadar ötekiyiz zaten. Olduğu gibi LGBT bireyleri de benden ya da benden olmayan şeklinde ayrıştıran bir iktidar var zaten. Şöyle bir şey var. Bir kere heterotif veya homoseksüel fark etmez. Cinsellik zaman, zemin, mekân, durum ve şahsa göre değişen kimyasal bir dürtü.

Yetişkin olarak hayatınızda hiç mi cinsel ihtiyaçtan cinsel birliktelik yaşadığınız birinden sonradan pişmanlık duymadınız? Herkes yaşadı. Herkes yaşar. Yani ihtiyaç gidermek için zaten toplumda şöyle bir şey var. Cinsel ve dinsel devrimin eksikliği. Yani ikisi de kurallaşarak devlet iradesine bırakıldığı zaman ne oluyor? İşte bu sorunlar büyüyerek katlanıyor. O yüzden toplumun çoğu karanlıkta ve susarak tatmin edip çiftleşme içgüdüsünü gidermeye çalışırken partnerlerini mastürbasyon aletine dönüştürüp başkalarını hayal ederek orgazm oluyor. Türkiye'de insanlar ışığı kapatsana diyor.

Gerçek bu. O yüzden birbirlerini sevmeden çocuk yapan anne babaların yetiştirdiği çocukların yetiştireceği bir ülkeden çok umutlu olamazsınız Utanç değildir aşk. Yani ne Allah aşkı talihsizdir ne kul hakkı aşkı utançtır ne hayvan aşkı, doğa aşkı, hiçbir aşk. Bunun utanılacak neyi var. Yani bunu anlamıyorum ben. Bunu kaka diyoruz. Ama sonra bakıyorsunuz pedofiliyi almış başını gidiyor. Zoofili almış başını gidiyor. Dünyada üçüncü olmuşuz. Bu konuda. Ne kedi ne köpek ne tavuk ne ördek kalmış. Asansörde damacanayı gördü Türkiye. Ondan sonra öbürü kakaya bırakın bu işleri.

Şu anda mevcut iktidar İstanbul Sözleşmesi imzalayan da iktidar aslında. Şimdi kaldıran da tabi yine kendileri oldu. Ama şimdi yeni gelecek iktidarda İstanbul Sözleşmesi diye belirtmese de kadınların ve LGBT artıların haklarını koruyacağız diye bir vaadi var. İnanıyor musunuz?

 Çok inanmıyorum böyle bir şeye. Yani bunun nesine inanacaksınız? Hani arif olan anlar neticede. O masada evet Meral Hanım'ın deklarasyonu gayet iyi ve medeni Kemal Bey'in öyle. Öbürleri şimdilik sesini çıkartmıyor. Ama unutmayın Babacan ve Davutoğlu da bu iktidarın on beş yıl içindeydiler. Temel bey de var orada. Temel Bey biraz rahatsız. Acil şifa ve sağlık diliyorum. Tedavide olduğunu öğrendim. Tabi Temel Bey de bana göre benim dünya görüşlerime ideallerime göre Sivas Madımak aklıma geldiği için söylüyorum. Çok onay verebileceğim biri değil.

Olası başarıdan sonra bunların birbirini yemeyeceğinin da bir garantisi yok. Ne pazarlıklar yapıldığını da bilmiyoruz kapılar arkasında. Kemal Bey'i şahsen tanıyorum. Canan Hanım'ı da Selahattin Bey'le de Berkin cenazesinde Okmeydanı'nda tanıştım. Sayın Akşener, hani farklı görüşlerdeyiz. Hiçbiriyle aynı görüşte değilim. Ama umarım bu birleşimi, hakkaniyet ve sağduyu içinde götürebilirler. İktidar yorgun Türkiye'de ve başarısız artık. Evet başarıları vardı başında. Yani geçen gün sevgili Gönenç Gürkaynağı tesadüfen uyduda dinlediğim keşke dedim Gönenç Gürkaynak gibi bir yirmi kişi daha olsa Türkiye'de ne kadar önemli dedim.

Çünkü şöyle bir şey var. Hakikaten orada tespitler çok doğruydu. Tartışılabilir. Cumhuriyet Devrimleri. Yani 1920, 23 hatta biz bunu 1910’dan alalım. Tartışılabilir. Birinci Meclis tartışılabilir. Atatürk ve Milli Şef İsmet İnönü dönemleri tartışılabilir. Menderes döneminin tartışılabileceği gibi. Ama sonuca baktığınız zaman Türkiye Cumhuriyeti kurulurken üç büyük devrim var toplumu dünyaya entegre eden tarım, sanayi ve kültür devrimi.

Şimdi bu devrimlere karşı, iktidarın karşı devrim oluşturarak toplumu bölmesi ve bu karşı devrimle bugüne kadar yazılmış ve yaşanmış Türkiye Cumhuriyeti tarihini silip toplumsal hafızayı silip yeniden kendine özgü bir tarih yazarak, tarihe geçmesinin bir işe yaramayacağını göreceksiniz. Çünkü tarih yazılmaz, okunur ve yorumlanır. Şimdi AKP yorgun. AKP birçok konuda bence sorgulanması gereken siyasi bir holding AKP aslında aynen ticari holdingler gibi ki Cumhurbaşkanı ben ekonomistim, ben şirket gibi yönetiyorum ülkeyi diyor. Artı AKP içindeki kadroları hatırı sayılır şekilde, aşırı zenginleşmeleri, çok hızlı olarak bunların da sorgulanması gerekiyor. Ama bu sadece AKP için geçerli değil. Yani Süleyman Demirel de unutmayın Türkiye'nin en palazlanmış zenginleri Bülent Ecevit döneminde türemiştir.

Her siyasi iktidar kendi zenginlerini yarattı ama dün akşam da bir sohbette söylediğim gibi aslında seçim yoktur. Seçilen yoktur. Seçtirilen vardır. Yani medya eliyle, dedikoduyla ya da rüşvetle, işte ne bileyim emekli maaşına zam KDV'de indirim cart curt. Bunlarla seçtirilir siyasetçi kimlikler ve Türkiye Cumhuriyeti gibi ülkelerde siyasi kimlikler aslında sermayenin iktidara taşıdığı kimliklerdir. Türkiye altı bin adresten yirmi beş aileden ibarettir. Bu yirmi beş ailenin beşi her iktidarda değişir ama yirmi aile değişmez. Yürümeyen arabalarla yürüyen çamaşır makinaları yaparak pembe köşkün komşusu olan aile değişmez. Ne bileyim ben Kayseri Tavas'taki Ermeni altınlarını çalarak zengin olan Çukurova ailesi değişmez. Bunlar değişmezler. Bunlar iktidarları değiştirirler. Ve halklar da aaa biz seçtik zanneder aslında seçtirilmişler var. Türkiye'de seçilmişler ve seçilmek üzere ortaya çıkanlar da zaten beş yıldır cezaevindeler. Evet. Çok büyük bir kayıp değil mi Selahattin Demirtaş'ın içeride olması. Bu kayıptan ziyade utançtır Türkiye için.Yani Selahattin Demirtaş hiçbir zaman silahlı mücadele taraftarı bir adam olmamıştır, girmemiştir.

Aslında şöyle de bir durum var Barbaros Bey. Siz de çok takip ediyorsunuz. Dediniz bu utanç verici bir şey. Demirtaş'ın cezaevinde bulunuyor olması. Hani aslında Türkiye için utanç verici. Bir sürü de karar çıktı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde. Utanç verici olan bir birçok detay var. Sizin yaşadığınız durum da bu kararlardan bir tanesi değil mi?

Bir şeyi altını çizerek söyleyeyim tekrardan. Benim havalimanıyla ilgili olan davalarımdan bir tanesi benim açtığım, asli hukuk yani tazminat davası, reddedildi. Delil yok dendi. Bilirkişi raporuna rağmen. Diğer davada da demin ifade ettiğim gibi sanıklar inandırıcı delil olmadığı gerekçesiyle beraat ettirip üstü kapatılmaya çalışıldı. Avrupa’ya taşıdım. Yargıtay üçüncü hukuk daire yerel mahkemenin kararının bozdu. İade etti. Bunu düzelt dedi. Asliye Ceza Mahkemesi'nin de bu inandırıcı delil olmadığına dair Anayasa Mahkemesine müracaat ettim ama Türkiye'de Anayasa Mahkemesi daha çok sanıkların dosyalarını kabul ediyor. Mağdurlar zaten mağdur beni ilgilendirmez diyor. Oradan sonuç çıkmazsa AİHM yolu var. Ama benim adım Hayrunnisa Gül ve Tayyip Erdoğan değil. Ben aynı yerde hizalanmam.

Ben ülkemi Türkiye Cumhuriyeti'nin gidip AİHM'e şikâyet etmem. Sineye çekerim. Aile içi şiddet gibi derim ki Yargıtay'da da bunu beyan ettim. Hani ben bir meşhur viral videom var. Ben vatansever değil vatanperverim. Buradan onlara selam olsun zaten yeteri kadar şikâyet dosyası var orada. Ayrıyeten AİHM'i de o kadar güvenmeyin. Çünkü Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi'nin katılımcısı olan Türkiye Cumhuriyeti bunun için senede yirmi beş milyon euro AİHM'e para veriyor. Babasının hayrına bakmıyor o davalara veriyoruz bir de ödüyorsunuz. Yani zaten vatandaşın hali perişan orada artık davası olmaz derim ya başıma gelen gelmiş. Karşılığını hukuken Türkiye Cumhuriyeti'nde bulamamışım. Bulacağımı da ümit etmiyorum artık.

Hatırlıyorsunuz üç hafta önce daha duruşması yapılmamış bir iddianameyle uçağın kapısından havalimanında gözaltına alındım ben yakalama kararıyla ve servis, güvenlik kamerası kayıtları yasa dışı olarak servis edilirken, pasaportta gözaltına alındı diye yalan söyledi. İstanbul Uluslararası Havalimanı ve Emniyet beni uçak kapısından aldı. Metin Hoca'yı da daha önceden almışlardı çekimden sonra. Yani yalan üzerine inşa edilen siyasetlerin hepsi çöker. Türkiye Cumhuriyeti'nde de yalana ve cürüme karışmış olan siyasetçilerin yargılanmasını ve ceza almasını umut ediyorsanız boşuna kürek çekiyorsunuz. Bugüne kadar Kenan Evren dahil hiçbiri bir ceza almadı Türkiye'de.

Siz peki hani bu yargılayacağız hesaplaşacağız söylemlerine de gelmiş oldunuz böylece. Buna da inanmıyorsunuz öyle mi?

İnanmıyorum. Çünkü hukuk içi boş bir çuval. Ne doldurursanız onu geri alıyorsunuz bir kere. Sübut delil üzerine çıktı. Ama minareyi çalan kılıfını hazırlar diye bir atasözü var o coğrafyada. Maalesef son yirmi yılda kadrolaşan, siyasallaşan bir hukuk sistemi var. Sevgili Efkan Balaç'la diğer avukatımla birlikte Vatan Caddesi'nden o gece yani üç Ocak günü linçin hemen ertesi günü Çağlayan Adliyesi'ne getirildiğimde savcıya çıkarıldım. Savcı küçük bir not kağıdına bir şeyler yazıp bana gösterdi. Sonra o kâğıdı yırttı, çöpe attı. Orada dosyan talimatlı tutuklanacaksın yazdı bana. Yahu savcı o görevde kalıp maaşını almaya devam etti.

Siz şu an Almanya’da bir seyahattesiniz. Hep “Almanya bizi kıskanıyor” diye bir söylem var. Sizce Almanya bizi kıskanıyor mu? Siz gerçi artık Türkiye'de para kazanmayan bir insansınız. Yani yurt dışında kazanıp yurt dışında harcıyorsunuz. Ama nasıldır oraların ekonomik durumları?

Alışverişteydim bir departman işte orada. Fiyatlara baktım. Bazı yazlık ihtiyaçlarım var. Mesleğim gereği giyinmek zorundayım ben. Mesleğimin bir parçası. Doktorun önlüğü gibi düşünün bunu. Ama tabii bilgili olduğum için ekonomik ve kaliteli almaya çalışırım. Dün biraz arkadaşımla alışveriş yaptık Şunu gördüm. Aldığım ceket İstanbul'un en lüks departman mağazasının üçte bir fiyatıydı. Türkiye'de tekstil firmalarının koleksiyonları genellikle patronun metresinin Avrupa'dan yaptığı alışverişin bavulundan çıkıyor. Ya da dizi filmlerdeki işte Bihter çizmesi gibi saçma sapan şeylerden çıkıyor. Türk modası tabii ki vardı. Sümerbank mesela. Hatırlayın. Karamürsel Mensucat yani Merinos dünyaya tanıtan ama bütün bu kazanımlar kaybedildi ve polyester çöplüğüne dönüştü. Düşünün Türkiye Cumhuriyeti bir milyon altı yüz bin ton pamuk rekoltesinden şimdiki iktidar sayesinde üç yüz bin tona geriledi ve pamuk ipliği ithal eder hale geldi.

Tanıdığım büyük tekstil firmalarının bir kısmı Türk tekstil firmalarının bir kısmı Türkiye'deki faaliyetlerini sonlandırıp, fabrikalarını Mısır'a, Fas'a, Gürcistan'a taşımaya başladılar. Yerli üretici ihracata yönelik fason malı çalışıyor. Yani mesela benim Bursa'da tekstilci bir arkadaşım var. Bir dünya markasının trikolarını yapıyorlar iplik yurt dışından kiloyla geliyor, etiket sayıyla geliyor, düğme sayıyla geliyor ve firma üretip gene sayarak yer alıyor. Onlar taklitlerini iç piyasaya, daha ucuz, daha kalitesiz olarak yapıyorlar. Yani Türkiye'de Türk insanı bile kendi yurt dışına daha kalitelisini uygun gördüğü için ithalata bağımlı yaşamak zorunda kalınıyor. Zaten Türkiye Cumhuriyeti ihracatının yüzde seksen birini ithalatla karşılıyor. Yani aslında ihracatı yüzde on gibi bir şey. Bu lüks markaları da bir marka merakı da var Türkiye'nin. Lüks markaları da gerek gümrük gerek fahiş fiyatlar nedeniyle çok yüksek fiyatlara satılıyor Türkiye'de böyle şeyler. Yani bir de gelir düzeyini hesapladığınız zaman Türkiye'de asgari ücretin sekiz bin beş yüz lira olduğunu düşünün. Burada da iki bin euro. Yani iki bin euro alan biri yüz elli euroya bir ceket alabilir. Ama sekiz bin beş yüz lira alan biri iki bin liraya alıyor ceketi

Türkiye'deki yumurta ve süt noktasına geldi. Yani soğan, yumurta, ek, süt, noktasına geldi. Bugün yumurta alamamamızın asıl nedeni bu cumhuriyetin sarsılması mı?

Biz altın yumurtlayan tavuğu kesmeyecektik. Yani laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkelerini çiğnemeyecektik. Cumhuriyet olarak bakmayın toplum sosyal olarak sarsılmakta haklı. Bakın bugün Türkiye'de bir ahlak kavgası izliyoruz. İşte dizi yasaklanıp yerine işte belgesel konuyor falan filan. Okuduğum haberlerden çok da takip etmiyorum. Bu kadar ahlak kavgası, ahlak bekçiliği yapılan ülkede bütün gün Müge Anlı seyrediliyor. Ahlaksızlığın zirvesi gösteriliyor halka. Sonra halka ahlaklı ol deniliyor. Çoluk çocuk seyrediyor onları. Kadın haklarına ve çocuk istismarına çok açık programlar, kadın hakları ihlallerine. Elbette teşvik ediliyor. Artı bunu yapanların kadın olması da başka bir mevzu ki en son Rixos Oteli'ndeki o boğulan çocuğun babasının yayından kaldırıldığını on dakika önce haberini okudum. Bakan telefon açtı karışmayacağız bu mevzuya diye. Rabia Naz'da olduğu gibi, Şenyaşar ailesinde olduğu gibi. Ahmet Yıldız'da olduğu gibi. Bu ahlak bekçiliğini çok savunan ve çok bağıranların ben en ahlaksızlar olduğunu savunurum her zaman.

Almanya bizi kıskanıyor mu? Bilmiyorum ama ben Almanya'yı bu hafta kıskandım. Geçen hafta İtalya'yı kıskandım. Dört buçuk Euro'ya oradan trenle Milano'nun merkezine gittim. Milano gibi bir dünya başkentinde kafede oturacak yer bulamadım. Elinde alışveriş poşeti olmayan insan yoktu. Yani kimse yumurta, süt, soğan konuşmuyordu. Evet resesyona yönelik bir takım ekonomik sıkıntılar vardı. Ama herhangi bir sıkıntı hissedilmiyor Avrupa'da. Çünkü hukukun üstünlüğüne saygılı, ekonomik kurallara bağlı toplumun birbirine mesafesini gerekli ölçüde koruduğu bu sıkıntılar geçicidir. Pandeminin getirdiği sıkıntıların etkileridir bunlar. Bakın dün ben İstanbul aktarmalı geldim Kıbrıs'tan evvelsi gün havalimanında pasaport kontrolündeydim. Pasaportumun içi simsiyah. Sürekli seyahat eden adamım. Pasaport kontrolünde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının diğer vatandaşlardan en az iki üç misli vakit
harcadığını gördüm. Sorgulanmaları. Neden geldiğini, niçin geldiğini dönüş biletin var mı? Paran var mı? Nerede kalacaksın? Ne yapıyorsun? Berlin’de girişte. Ben böyle bir şey yaşamadım. Çünkü hep görüyor Berlin damgalarını. Yeşil pasaportluya bile. Türk Hava Yolları'nın Berlin uçağında yaklaşık iki yüz yolcunun en az yetmişinde yeşil pasaport vardı.

Kendi vatandaşına bordo pasaportla ikinci sınıf muamelesi yaptıran bir devletin birtakım kamu çalışanı avukatı işte zengin ihracat yapanın eline verdiği
pasaportu koyduğunuz zaman o ülkede demokrasiden zaten bahsedemiyorsunuz. Hadi devlet memuru kardeşim bu devlet memurları bu kadar parayı nereden buluyor da dünyanın her yerinde Türk Hava Yolları'nda ben yeşil pasaportları görüyorum.
Ha ben zorlanıyorum. Uçak biletini alırken hesaplıyorum. Bunlar nasıl bu kadar özgür seyahat ediyorlar? Bu acaba Turgut Özal'ın mirası mı benim memurum işini bilir? Yoksa Sayın Sezer'in fırlattığı anayasa mı? Biraz hafızamızı zorlarsak bugüne nasıl gelindiğini analiz edebileceğiz. Ama biz bütün bunları bırakıp televizyon dizilerinde vahşet, dehşet, iffet, şehvet izlemeye devam edersek ya da hemen hemen hepsi yaşanmış gerçek olaylardan alınmıştır yalanıyla. Psikolojik mühendislik ve toplum mühendisliği yapılan garabetleri izlemeye devam edersek ya da az sonralardaki magazindeki lüks hayatı ya da ana haberlerdeki talimatlı haberleri izlemeye devam edersek önce komşunuzu alacaklar. Sonra yakınlarınıza alacaklar. En son sizi almaya geldiğinde de hiç kimse olmayacak etrafımızda. Biz de o sarı öküzü vermeyecektik diyeceğiz.

Peki nasıl kurtuluruz bu sistemden ?

Siz boğulmaktan nasıl kurtuluruz diyecektiniz. Boğulduğunuz maddeyle fazla oynamayacaksınız. Orada boncuk aramayacaksınız yani. O zaman kurtulursunuz. Çıkış yolu tabii ki vardır. Yani umutsuzluk olmaz ve kâinatın dengesi içinde o evrim süreklidir siz. Ona engel olamazsınız nasıl ki bundan yirmi beş, otuz yıl önce kırk numaralı ayaklı kadına deve ayaklı deniyordu. Şimdi ayaklar kırk, kırk bir. O değişim şarttır. Türkiye Cumhuriyeti de değişecektir. Siz ne kadar toplum mühendisliği yapıp iktidar garantinizi ve rant hilafetinizi korumaya çalışsanız da değişecektir. Yorulur, sıkılır toplum, değişiklik ister. Her gün aynı elbiseyi giymezsiniz. Mecbur olsanız bile birinin eskisini giyer değişirsiniz. Dolayısıyla değişecektir Türkiye Cumhuriyeti. Şimdi bir seçime gidiyor. Ölüm kalım savaşı değildir. Bu seçimden o kadar abartıldığına şaşırıyorum. Çünkü merhem değildir bu seçim sorunları. Yani merhem olacak bir seçim değildir. Evet Millet İttifakı'nın projeleri ve çok değerli insanları var. Görüyorum. İktidarın acımasız tavrını da görüyorum ve iktidarın hayır dediği savunduğu her şeyin tam tersi vaatlere döndüğünü de görüyorum.

Bizim toplumumuz dönüşebilen, bir gecede dönüşebilen bir toplum. Dolayısıyla istediği zaman değiştirecektir iktidarı da sistemi de, hep öyle olmuştur. Yani iktidarlar halkı yönetmeye çalıştıkça halklar iktidar değiştirir. Halklar iktidarları yönetmeye başladığında demokrasi yerine oturur ve yerleşir. Aslında iktidar değil de bu toplumsal kutuplaşma ve nefret değişse, bir de karnımız doysa çok güzel olur diye düşünüyorum. Ama olsun bak manda yoğurdu, kestane balı değil mi? Doyanlar doğuyor yani. Hani onların aşkla ilgili bir sıkıntısı yok.

Kurban Bayramı'nda derin dondurucu satışı patlar Türkiye'de. -Mış gibi yapmak. Ben en ahlaklıyım ben en Müslüman'ım ben en zenginim gibi yaşıyor insanlar yani bu çıkar telefonunu hikayesi gibi. Cebinde kırk bin liralık telefon var ama otuz sekiz bin lira taksit borcu var o telefonun. Dediğim gibi başkası olmak için yaşarsa toplum başkalarına özenerek yaşarsa kendi benliğini ve kendisi olmayı kaydeder. Bırakın insanlar sizi uzayan tırnaklarınızla içindeki iş gücünün kiriyle taze emeğinizin teninde kurumuş tuzuyla sevebilsin. Sayabilsin, okşayabilsin. Bedeninize dokunabilsinler dokunun korkmayın. Dokunarak bulaşmıyor. Sevgi, saygı ve güveni inşa ederseniz toplum düzelir.

Eğer çevrenizde bunlar eksikse hayatınızda kimlerin ve nelerin kalacağını değil, kimlerin ve nelerin çıkması gerektiğini hesaplayın. Kalanlar sizi daha iyi yerlere taşıyor. Benim Türkiye'de artık adıma telefon faturası bile yok. Pazar günü Türkiye'de tek kişilik bir gösterim vardı Moda Sahnesi'nde. On gün önceden gişe kapandı bilet satıldı. Üç yüz kişilik salonda dört yüz elli kişi vardı. Bunun için de Mine Kırıkkanat da vardı. Nazım Alpman da vardı. Tuğba Örnek de vardı. Oruç Kaptan da vardı. Bizim pazarcı Kemal Işıktaş yoldaş da vardı devrimci. Her kesimden insan vardı. İki saat kırk beş dakikayı on beş dakika gibi seyrettik dediler. Gösterim çok beğenildi. Stand up falan grubu aslında organize ediyor. Şimdi Berlin, Hamburg, Hamstergan ve Londra'ya taşıyoruz. Türkiye programda Haluk Bilginer Tiyatrosu'nda belki programın yoğunluğuna göre bakacağız tekrarlamak istiyorum. Bir de Kenter Tiyatrosu'nda bir tane yaparım. Didaktik retorik bir gösteri. Çok ironik, sarkastik hiciv de içeriyor. Bir hikâye aslında yani bir terzi yamağının hikayesi ama başka bir açıdan kendiyle dalga geçiyor. Stand up değil tam anlamıyla çok özgün bir iş çıktı. Olgunluk dönemi eserlerimden bir tanesi. Türkiye'de de gözaltına falan alınmazsam yaparız.

Bu keyifli sohbet için teşekkür ederiz. Söylemek istediğiniz başka bir şey var mı ?

Ben, teşekkür ederim. Çünkü benim Halk TV de dahil hiçbir yerde kendini ifade etme imkânım yok biliyorsunuz. İşte Artı Gerçek, dokuz8 gibi daha bizim gibi düşünen ki ben aslında onlarla aynı idealleri taşımadığım halde, Onların ideallerine olan saygımdan dolayı bana bu imkanı verdiğiniz, kendimi ifade etme ve özgürce konuşma imkanı verdiğiniz için ben size teşekkür ederim. Bu benim için bir imkan. Varlığımın bir katkısı oluyorsa izlenmenize, ne mutlu bana. Buradan da söylediklerim her kim olursa olsun her neye inanırsa, her ne yaşıyorsa olsun, onlara bir nebze düşünme fırsatı veriyorsa, sorgulama fırsatı veriyorsa bu benim kazancım.

Ben bu kazancı şimdi kalbimin üstüne koydum. Salı günü yurduma, vatanıma, Kuzey Kıbrıs'a dönüyorum. Orası benim vatanım artık. Maalesef Valilik koruması olmadan Türkiye Cumhuriyeti'nde benim can güvenliğim yok. Yani önce öldürmek istediler. Sonra valilik koruması verdiler. Böyle de bir ironi var. Tedirgin oluyorum kendi ülkemin topraklarında. Doğal da bu. Ama değişecektir. Er ya da geç. İnsanlar gerçeği öğrenecektir. Kahraman olma gibi bir derdim yok. Ben avukatlarımla da konuştum. İleride unutulma hakkımı kullanmak istiyorum. Mümkünse benle ilgili bütün arşivleri silin, kaldırın. Geleceğe taşımayın. Hiç yaşamamış gibi göçüp gideyim bu gezegenden. Çünkü öbür tarafta yapacak çok işim var benim. Çok insanın suratına tüküreceğim öbür tarafta. Çok insanı teşhir edeceğim öbür tarafta. Bu dünyada yapmayacağım ama orada görevim çok.