SÖYLEŞİ: NURCAN SEVEN

Bu sene 1 Aralık Dünya AIDS Günü için yürütülen kampanyanın teması #Eşitlenmek, #HIVekarşıeşitlik; siz dünyada ve Türkiye’de eşitlik sorununu nasıl tanımlarsınız?

Arda Karapınar: Geçen sene tema #Eşitsizlik olarak belirlenmişti, bu sene de o eşitsizlikler üzerine bir #Eşitlenme konsepti seçildi. Biz de bildiriyi yazarken HIV’e karşı eşitliğin aslında temel araçlardan biri olduğu noktasından hareketle yola çıktık. Bu eşitsizlik de dünyanın farklı yerlerinde ekonomik farklılıklara göre, insanların hizmetlerden yararlanma olanakları ile ilgili. Yani gelişmiş ülkelerde teste erişim, bu konuda insanların pozitif veya negative olmalarına bakmaksızın sorun çözmek ve sistematik cevaplar vermek gibi örnekler görüyoruz. UNAIDS dünyayı 7 bölgeye ayırıyor ve bu bölgelerden sadece ikisinde şu an AIDS vakaları yukarı doğru gidiyor, Türkiye de bu bölgede bulunduğu için biz #Eşitlenme tmeasını seçtik.

“Özetle,Türkiye gibi önleme ve tedavi hizmetlerine erişmede eşitsizliklerin yaşandığı ülkeler, bu eşitsizlik çözemezsek epideminin kontrolünü kaybederiz diyorlar. Bu seneki #eşitlenme temasını böyle anlatabiliriz.”

Kırmızı Kurdele İstanbul Derneği tarafından yayınlanan HIV'e karşı eşitlik #hivekarsiesitlik bildirisi

Yağmur Şenoğuz: HIV ile yaşayan kişiler hem sosyal alanda hem çalışma alanında hem sağlık hakkına erişim alanında birçok eşitsizlik yaşıyor. En büyük sıkıntılar da çalışma hayatına katılım, istihdama erişim ve sağlık hakkına erişim noktasında. Biz de Pozitif Yaşam Derneği olarak hem 3 ayda bir hak ihlalleri raporları yayınlıyoruz hem de bu sene sağlık çalışanlarının HIV farkındalığı ve ayrımcılık seviyeleri üzerine bir rapor yayınladık. Bu eşitsizlik raporlarla birlikte görünür kılmaya çalıştığımız bir konu.

Peki neden Türkiye’de AIDS vakalarında artış gözleniyor? Bunu hem sosyal hem ekonomik hem de politik olarak nasıl değerlendirirsiniz?

Arda Karapınar: Özet olarak, dünyada HIV meselesini çözdüğünü gördüğümüz ülkeler olabildiğince fazla insanı olabildiğince az ürkütecek şekilde teste yönlendiriyorlar. HIV’yi bir krize dönüşmeden yönetmenin temel anahtarı bu ve bu Türkiye’de olmayan bir şey. Bir diğer sorulacak soru da, “Test yapılması sürecinde sorun varken vakalar nasıl yükseliyor?” sorusu.

Birçok araştırmada anahtar gruplar olarak nitelendirilen grupların test talep sayıları giderek artmakta olduğu için geçmişe kıyasla test sayısının ve tanıların sayısının arttığını rahatlıkta gözlemleyebiliyoruz.

Yağmur Şenoğuz:  Hala HIV farkındalığı Türkiye’de istediğimiz düzeyde olmasa da Arda’nın dediği gibi belirli grupların test pratiğinin daha fazla olduğunu söylemek mümkün.

Arda Karapınar: Dünyada vaka sayısının neden azaldığını anlatırsak, Türkiye’de neden arttığına dair daha iyi cevaplar verebiliriz. Mesela dünyada şu anda her gün ilaç almak yerine 2 ya da 3 ayda bir enjeksiyon söz konusu, şu anda bunu uygulayan 34 ülke var. Bunlardan biri yakın zamanda ruhsatlandırılan Uganda. Yani beklenmedik ülkeler beklenmeyen yöntemlere başvurduklarında gayet başarılı olabiliyorlar. Ayrıca çözen ülkelerde ulusal eğitim programları var, Türkiye’de de yazılı durumda olan ama uygulanmayan programlar görüyoruz.

“Test meselesi çözülmeden, insanları kolayca teste yönlendirmeden HIV konusunda bir başarı sağlamak mümkün değil. Düşüş sağlayan ülkeler hep böyle yaptılar. Eğer bir kişiye tanı koyarsanız sonrası gerçekten çok kolay, çünkü çok iyi ilaç tedavileri var. Dünyada ilaca ve tedaviye erişimde problemli olan ülkelerde bile belli ölçülerde bu mümkün. Kişi tedaviye başladıktan sonra da belirlenemeyen=bulaştırmayan konseptinden bahsediyoruz. Tedaviye bulaş engelleyici olarak bakıyoruz. Çözen ülkeler toplumda ne kadar HIV pozitif olduğunu biliyorlar, Türkiye ile aralarındaki fark burada.”

Yağmur Şenoğuz: Türkiye’de hem devlet hastanelerinde hem de özel hastanelerde test erişimi mümkün. Ayrıca bazı şehirlerde belediyelerle yürütülen gönüllü danışmanlık ve anonim test merkezleri var. Kişilerin teste erişimde kendini güvende hissetmesi, herhangi bir ayrımcılık ve damgalamaya uğramayacaklarını bilerek teste gitmeleri çok önemli. Diğer ülkelerle aramızdaki farklardan bir tanesi, kişilerden kimlik bilgisi almadan test yapan Gönüllü Danışmanlık ve Anonim Test Merkezleri. Bu merkezler kişilerin teste erişimini oldukça arttırıyor anonim olmaları sebebiyle.

Belirlenemeyen=bulaştırmayan konseptini detaylandırabilir misiniz?

Arda Karapınar: Belirlenemeyen=bulaştırmayan ya da B=B, 2016 yılında New York’ta başlayan bir kampanya, 2008 yılında yayınlanan İsviçre Bildirisi isimli bir tıbbi belgenin üzerine inşa ediliyor. B=B, bizim “tehlikeli, bulaştırıcı, riskli, kirli” olduğumuzu düşünen bütün politik gruplara karşı bir söylemdir, “Ben tedavimi aldığım müddetçe bulaşıcı değilim.” der. Bilimsel kanıtlar, HIV ile yaşayan insanların tanı aldıktan sonra tedaviye başladıklarında çok kısa süre içinde belirlenemeyen denilen seviyeye geliyorlar. Belirlenemeyen seviyeyi 6 ay korumuş insanlar kondomsuz cinsel ilişkilerde bile cinsel partnerlerine HIV bulaştırmıyorlar. Bu devrim niteliğinde bir söylem çünkü tanıştığınız insanlara “Ben riskli değilim.” deme hakkına sahip oluyorsunuz. Bu yüzden en özgürleştirici ve en önemli aktivizm kampanyalarından birisi B=B. Sadece tıbbi değil aynı zamanda sosyal bir mesaj.

Yağmur Şenoğuz: Biz 2021 yılında 5 farklı meslek grubunda çalışan toplam 408 sağlık profesyoneli ile bahsettiğim farkındalık ve ayrımcılık çalışmasını yaptığımızda B=B’nin bilinirliğini de sorduk. Burada aldığımız cevap yalnızca 1/3’ünün B=B’yi duyduğunu gösteriyordu.

Arda Karapınar: Türkiye’de hekimler gündelik hekim pratiklerini uygulamakta bile çok zorlanıyorlar. Sistem barkod alan herkesi hasta olarak tanımladığı için 5 dakikadan fazla zaman ayıramıyorlar. Bu tabloda bütün hekimlerin B=B’yi bildiğini beklemenin gerçekçi olduğunu düşünmüyorum ama bu bizim görevimiz ve buna devam etmek zorundayız.

95-95-95 hedefleri nedir ve Türkiye bu hedeflerin neresinde kalıyor?

Arda Karapınar: UNAIDS ve 95-95-95 hedefleri dünyada 2030 yılı sonuna kadar dünya üzerinde HIV ile yaşayan insanların %95’ine tanı konmasını, tanı konan insanlardan %95’inin tedaviye ulaşmasını ve tedaviye başlayan insanların %95’inde viral baskının sağlanmasını yani belirlenemeyen, dolayısıyla bulaştırmayan seviyeye gelmesini amaçlıyor. Bunların hepsi büyük hedefler çünkü çok iyi test ve tarama programlarının olmasını gerektiriyor. UNAIDS bu hedeflere ulaşırsa, artık yeni vakalara rastlanmayacağını ve sıfır ayrımcılığa erişileceğini düşünüyor.

Dünya bu hedeflere ortalamada yaklaştı ama Türkiye gibi ülkelerden çok sağlıklı veri sağlanamadığını da göz önünde tutmak gerekiyor. Bizim Türkiye’de çalışan aktivistler olarak 95-95-95 hedeflerinde nerede olduğumuza ilişkin net bir verimiz yok çünkü bakanlık veya bir muhatap bu verileri yayınlamıyor. Bununla ilgili çalışmalar yapan belirli hekim grupları var, bunların bazıları bu hedeflerde %50’de olduğumuzu, bazıları ise %75’te olduğumuzu söylüyor. Bence ilk grup doğruyu söylüyor.

Bahsettiğin sıfır ayrımcılık noktasına gelecek olursak, hem dünyada hem Türkiye’de ayrımcılık ne durumda?

Yağmur Şenoğuz: Ayrımcılık konusunda çok parlak bir noktada olduğumuzu söylemek mümkün değil. Teste gitmeyi bile engelleyen, pozitif çıkarsa ayrımcılık yaşayacağını düşündüren bir yerde Türkiye. Bu ayrımcılığın test aşamasında devereye girmediği bir dünyada olsaydık çok daha farklı şeyleri konuşuyor olabilirdik. Dolayısıyla ayrımcılık ya damgalama diyip, bunu sağlık sisteminden çok ayrı düşünmemek gerekiyor. Bunlar içe içe geçmiş konular.
 

Arda Karapınar: 95-95-95 hedeflerine erişip, toplumun büyük bir çoğunluğunda viral baskı sağladığımızda ayrımcılık bitmiyor, meseleyi çözmüş olmuyoruz. Ancak o hedeflere ulaşıldığı noktada, artık epidemiyi control altına aldık, şimdi ayrımcılıkla gerçekten mücadele edebiliriz düşüncesi var.

“Fakat Yağmur’un dediği gibi işin başından sonuna kadar her aşamada bir ayrımcılık var bu da günün sonunda içsel damgalanmayı beraberinde getiriyor. Yani insanlar damgalanma endişesi adı altındaki bir içsel damgalanma ile teste gidiyorlar.”

Siz aktivizm adına neler yapıyorsunuz, 1 Aralık Dünya AIDS günü özelinde neler yapacaksınız? Çalışmalarınızdan, neleri başarmak istediğinizden bahsedebilir misiniz?

Yağmur Şenoğuz: Biz Pozitif Yaşam Derneği olarak hem eğitim alanında hem de farklı sektörlerde çalışan kurumların farkındalığını arttırmak için eğitimler veriyoruz, bu yaptığımız işin büyük bir kısmını oluşturuyor. Onun dışında broşür,poster gibi farkındalığı farkındalığı arttıran materyalleri yaygınlaştırmayı, bildirileri duyurmayı hedefliyoruz.
 

Arda Karapınar: Ortak bir bildiri yayınladık. Geriye dönüp bu tarihsel süreçler incelendiğinde HIV aktivizminin Türkiye’de nereden nereye geldiğini, tekrarlanan taleplerin karşılanmadığını görüyoruz. Biz Kırmızı Kurdele İstanbul olarak kurum ve kuruluşlara muhatap olmalarını gerektiğini hatırlatıyoruz, muhatap sayısını arttırmaya çalışıyoruz. Bu sadece kurum ve kuruluşlar özelinde değil, sokaktaki insanlarla da ilgili. Şu anda Türkiye’de kilit gruplarla çalışan çok fazla kuruluş var ama toplumun geneliyle konuşmak gibi bir zor hedefi gözüne dikmiş çok fazla yapı yok. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz.Çünkü genel popülasyon ile bir iletişim kurulamadığı müddetçe sorun çözebilir bir durumda olmayacağız.

Elbette çok sorunumuz var ama bütün paydaşlar belli ölçülerde, kongrelerde, toplantılarda bir araya gelip konuşabiliyorlar, sorunları tespit edebiliyorlar. Bence bu çok değerli. Elbette çok sorun var ama umarım sonraki 1 Aralık’ta bunların birazını daha çözmüş oluruz.

Yağmur Şenoğuz: Ayrıca bu yayın vesilesiyle insanların yılda bir defa HIV testi yaptırmasını da önerebilirim. Bunu rutin bir sağlık kontrolü haline getirebilirler.