Haber: Atilla Yoğurtçu

Bu mücadele içerisinde "Uzun süredir kulaklarımıza çalınan ve rahatsız eden bir kavram "kadın sanatçı". Karşılığı olan "erkek sanatçı" kavramını duymazken, basın bültenleri, sohbetler, tanıtımlar, müzayedeler ve fuarlar gibi birçok platformda "kadın sanatçı" vurgusu yapılıyor. Bu konuyu geri dönüşüm sanatçısı Gizem Babacan Yoğurtçu ile konuştuk."

Gizem Babacan Yoğurtçu Atölye

Sanatçı olarak, 21. yüzyılda cinsiyet eşitsizliği hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Sizce sanatın bu konudaki rolü nedir? 

Evet malesef böyle bir ayrım söz konusu. Ben bunun temelinde yatan durumun başarı olduğunu düşünüyorum. Kadınların çok yönlü, çok daha üretken olduğundan kaynaklandığını düşünüyorum. Çok uzağa gitmeden kendi yaşantımı ele alacak olursam. Sanatın bir çok dalıyla ilgilenen bir insanım. Yeri geldiğinde aynı anda yapacağım işime dair bir çok alanı, iş yerimin maddi giderlerini, evimin maddi giderlerini, oğlumun maddi ve manevi ihtiyacını, bunun yanında evin düzenini, ailemi, dostlarımı ve daha bir çok şey ekleyebilirim buraya, hepsine yetişip elimden geldiğince eksiksiz bir sonuca ulaştırıyorsam evet bu bir başarıdır. Bunların yanında saygınlığımı ve itibarımı koruyabiliyorsam bu daha büyük bir başarıdır. Genel olarak hayat görüşüm elbetteki kadın - erkek ayrımı yapmadan insan olarak bakmak olsada malesef hayatın her alanında ciddi bir kadın kıyımı söz konusudur. Benim ve benim gibi kadınların elbetteki en büyük şansı eş faktörüdür. Hayata aynı pencereden bakabilmek bu anlamda çok kıymetli. Ben yıllardır eşim birlikte kadın mücadelesi içinde yer alıyorum. Bizler bu mücadeleye cinsiyet olarak değil, sınıfsal bir mücadele olarak bakıyoruz. Tıpkı kadınlar gibi erkeklerinde bilinçlendirilmesinden yanayız. Kadın ve erkeğin yan yana omuz omuza verdiği bir mücadele olarak olarak görüyoruz. 


Bir diğer konumuzda ne yazık ki cinsiyetin yanında cinselliğin ön plana çıkması. Bir çok kadın arkadaşımızın yaşadığı durumu ben de yaşıyorum. Bir çok alanda kadın olduğumuz için daha çok iş alabildiğimiz düşünülse de aslında tam tersi. Örneğin bir ürün sattığımızda karşımızdaki zihniyet aldığı ürüne değil de sizin bedeninize o parayı ödediğini sanıyor yada önce sizden bir beklenti içine giriyor eğer karşılık görürse o ürünü satın alıyor. Kendi tabiriyle karşılığını alamayınca işlerimize ket konulmaya çalışılıyor. Bu tacize maruz kalan çok sayıda kadın arkadaşımı tanıyorum. İşte bilinç burada başlıyor. Bu ket henüz bana vurulamadı. Vurulamayacakta. Yine başa dönüyoruz doğru mücadele. Kadınların sorunlarını sınıfsal bir mücadele olduğu gerçeğini unutursak, bu mücadelenin sadece cinsiyet mücadelesi olduğunu düşünürsek bir adım bile ileriye gidemeyiz. 

Sanatın bu anlamdaki rolünü yine en somut kendi eserlerimden örnek verebilirim. Türkiye'nin ve dünyanın bir çok yerinde ses getiren bir sergim oldu. İsmine "Göz Görmez, Bilinç Görür" dedim. Biz sanatçılar yeri geldiğinde toplumun çıkaramadığı sesi gerek sanatımızla, gerekse farklı yöntemlerle çıkarmak zorundayız yani sürekli üretmek zorundayız. Sürekli zihnimizi diri tutmak zorundayız. Bu bizim görevimiz. Sergimde psikolijik şiddet ağırlıklı olmak üzere kadın şiddeti, katledilen çocuklarımız ve pandemi sürecinde intahar eden müzisyenlerimize yer verdim. Ve pandemi sürecinde başlayan bir sergi çalışması oldu. Farklı bir bakış açısı olmalıydı, dikkat çekmeliydi, ses getirmeliydi. Çıplak kadın bedenleri kullandım evet. Yıllarca cinsel obje olarak görülen çıplak bedenler kullandım. Her birinin gerçek hayat hikayesi vardı. Her biri ayrı ayrı bir kadına ait ve bir o kadar da hepsine aitti. Dışarıya taşımak çok zor oldu çünkü çıplaklıktan korktular. Bu gerçekten ciddi bir cesaret örneğidir çünkü tahminimden büyük takdir görmesinin yanında eleştiride aldı. Teşircilikle bile suçlandım. Kaldı ki size full giyinmiş teşir örnekleri sunabilirim. Ama konu bu değildi, konu oradaki şiddeti görebilmekti. Bu yüzden Göz Görmez, Bilinç Görür dedim. Sergide insanların eserlere korkmadan dokunmalarını istedim. İlk baktıklarında sadece çıplak kadın ve meme gördüler. Kimi tahrik oldu kimi dalga geçti. Yaklaştıkça hikayelerini okudular çıplaklıktan uzaklaştılar. Dokununca o kadınların acısını yaşadılar işte burada bilinç devreye girdi. Daha hikayesini bilmeden sadece o panoya bakıp ağlayan kadınlara şahit oldum çünkü acılarımız ortaktı anladılar. Yüzlerce mesaj aldım bir çok kadının hayatına dokundum. Bu konuda hiç mütevazi olmayacağım cesaretimle, azmimle, sabrımla başardım. Bir çok insanın bakış açısını değiştirebildim. Bunun yanında hikayelerini anlattığım kadınları merak ettiler elbetteki gizlilik esastır. Ben de bilirdim o eserlerin yanına hikayelerini anlattığım kadınları getirmeyi ama mücadele böyle verilmiyor. Bizler kadınların sorunlarınımı çözücez yoksa o acılar üzerinden pirim mi yapıcaz. Çok şükür ki omurgam çok sağlam diyorum. Çok ısrar edenlere benim hikayem dedim hepsi, bunlar sizin hikayeniz. Elbetteki herşeyi burada birkaç cümleyle anlatmam güç. Biraz olsun değinmeye çalıştım. İşte bu anlamda bence sanatın rolü büyük. İnsanların cesaret edemediği bir çok şeye bizler cesaret edebiliyoruz. Ve haksızlığa uğrayan her kesimin çıkaramadığı sesi biz çıkartabiliyoruz.

Gizem Babacan Yoğurtçu Atölye a
"Sanatçı olarak, sık sık karşılaştığınız zorluklar nelerdir ve bu zorluklar ile nasıl başa çıkıyorsunuz?" 

En çok karşılaştığım sorun kaldı ki bu sanıyorum bir çok sanatçı dostum için de geçerli, mesleğimizin bir çok kesim tarafından hobi olarak görülmesi. Hatır gönül işi olarak görülmesi ve bu gibi durumlara bağlı olarak emeğimize saygı duyulmaması. Bizler halkın içinden yetişen emekçi insanlarız. Sorumluluklarımızın, görevlerimizin bilincindeyiz. Bu ayrı bir konu, hayatımızı da idame ettirmemiz gerçeği ayrı bir konu. Toplumumuzda bir çok acı olay yaşanıyor. İlk yasak sanata geliyor. Diğer meslek grupları işlerine devam ederken bizlerin programları iptal ediliyor. Neden ?? Bizlerin geçim derdi yokmu, kira, fatura ödemiyormuyuz, bizimde evlatlarımız var. 


İnanın ki profil karartarak yas tutulmuyor. Bizler müziğimizle, tiyatromuzla, resmimizle, şiirimizle, heykelimizle sanatın her dalıyla ölümü de, var olan hayatı da en doğru şekilde ifade edebilecek kapasitede insanlarız. Üretime, aydınlanmaya karşı olan bu zihniyete karşı verdiğimiz mücadele oldukça büyük. Sanıyorum yaşadığımız en büyük sorunlarımızdan biri bu. Her şeye rağmen dayanışma ile ayakta kalmaya çalışıyoruz.

Ülkemizde ve dünyada "erkek sanatçı" kavramı yokken neden "kadın sanatçı" ifadesine bu kadar vurgu yapılıyor? Kadın sanatçı" kavramıyla ilgili düşüncelerinizi paylaşmak ister misiniz? 

Bu durum aslında bir çok meslek grubunda var. Memur, işçi, doktor, mühendis... vb gibi. Fakat kadın doktor, kadın işçi, kadın sanatçı denildiğinde, sanki var olan meslekler erkeklere ait, kadın istisnai bir durum gibi belirtiliyor. Toplulumumuzda yaratılmak istenen bir kadın profili var. Sadece evinde çalışan, dışarıda üretime dahil edilmek istenmeyen, çocuk bakmakla yükümlü hiçbir sosyal hayatı olmaması gereken, eşi yada babasından harçlığını alan, kendi ayakları üzerinde durmaması gereken gibi. Bu konu hakkında sebebi tam anlamıyla şudur yada budur diyemiyorum fakat belirttiğim konuların bu durum üzerinde etkisi olduğunu düşünüyorum. Fakat aslolan bir gerçek var ki gücümüz bir kesim üzerinde ciddi bir korku yayıyor. Kadının başarısı kıskanılıyor. Hatta bu baskılardan ötürü sanatını istediği gibi icra edemeyen sanatçı arkadaşlarımız var. Bunu eleştiriyorum elbette. Kendinizi ve ruhunuzu özgür bırakmazsanız üretemezsiniz. Karşı durduğunuz sistemin içinde boğulup gidersiniz. Bu anlamda yaptığım işlerde bir çok kadına cesaret verdim ve vermeye de devam edeceğim.