Haber: Hülya Çetinkaya

Orman yangınları ve seller ile yeniden gündeme gelen iklim krizine karşı dünya ülkelerini birleştiren Paris İklim Anlaşması’nı imzalamayan 6 ülke kaldı. Bunlardan biri de Türkiye. Eritre, İran, Irak, Libya, Yemen ve Türkiye Paris İklim Anlaşması’nın tarafı olmadı. G20 ülkeleri arasında da anlaşmaya taraf olmayan tek ülke Türkiye.

2015 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) Paris’te yapılan 21. Taraflar Toplantısı’nda imzaya açılan Paris Anlaşması'na bugüne kadar 197 ülke imza attı. Bu ülkelerden 191’i süreci tamamlayarak anlaşmanın tarafı oldu. Paris Anlaşması, iklim krizini durdurmak ve küresel sıcaklık artışını sanayileşme öncesi döneme göre 2°C’nin altında tutmak ve mümkünde 1,5 derecede sınırlamaya yönelik hedefler içeriyor. Çevre örgütleri sık sık Türkiye’nin anlaşmayı onaylaması için kampanyalar düzenliyor, TBMM’de anlaşmanın meclise getirilmesi için girişimlerde bulunuyor. Geçtiğimiz aylarda da 37 STK tarafından TBMM’ye teslim edilmek üzere imza kampanyası başlatılmıştı.

İklim krizinin etkilerini günden güne daha yakından hissettiğimiz bu günlerde Türkiye'nin Paris Anlaşmasına taraf olmamasını Climat Action Network (CAN) Avrupa Enerji Politikaları Koordinatörü Elif Gündüzyeli ve Kömürün Ötesinde Avrupa (Europe Beyond Coal) Kampanyacısı Duygu Kutluay ile konuştuk.

SICAKLIK ARTIŞINI 1,5°C İLE SINIRLAMAK NE ANLAMA GELİYOR?

İklim krizinin etkileri, Akdeniz’deki orman yangınları ve Karadeniz’de yaşanan sel baskınları ile daha yakından hissediliyor. Paris Anlaşması’nda belirtilen, iklim krizine karşı dünyanın atmosfer sıcaklığını sınırlandırmakla ilgili belirlenen 1,5°C ve 2°C arasındaki yarım derece, bu türden iklim felaketlerinin sıklığını ve şiddetini doğrudan belirleyen bir fark olarak ortada duruyor. Yarım derecenin nasıl etkilerinin olabileceğini (CAN) Avrupa Enerji Politikaları Koordinatörü Elif Gündüzyeli, şu şekilde açıklıyor: “Şu anda yaşadığımız iklim felaketleri yani seller yangınlar, dünyanın endüstriyel zamanlara göre 1 derece ısınmış hali. Paris Anlaşması imzalandığında 2015’te şöyle bir dil vardı içerisinde: 2 derecede sabitlenmesi, mümkünse 1,5 derecede sınırlandırılması. Çünkü bu yarım derecelik fark iklim değişikliği sürdüğü sürece felaketlerin önüne geçilemeyecek hale gelmesine neden olabilir. O yüzden şu anki çaba bunu 1,5 derecede sabitlemek.”

ÖNCELİK KALDIRMAK DEĞİL, YAVAŞLATMAK

Dünyanın geldiği noktada iklim krizini ortadan kaldırmak değil etkilerini yavaşlatmak bir seçenek olarak öne çıkıyor. Elif Gündüzyeli bu durumu şu şekilde özetliyor: “Felaketlerin önüne geçebilmek derken de aslında şunu kastediyorum, bir noktada şu anda hala daha fosil yakıtların kullanımını durdurduğumuz zaman bu krizi yavaşlatma gücümüz elimizde. Çünkü tetik noktaları var. Tetik noktaları dediğimiz şey de artık insanoğlunun araya giremeyeceği yer. Bir yerde yangın olduğunda dumanı atmosfere karışıyor, atmosfer karıştığında sıcaklığı iyice arttırıyor, iyice artınca bir yerde sel oluyor gibi. Bu döngünün artık müdahale edilemeyeceği hale gelmeyi engellemeye çalışıyoruz. Bu sene Birleşmiş Milletler İklim değişikliği zirvesi olacak kasım ayında Glasgow’da ve metin üzerinde yeniden geçilecek. Buradaki 2 derece referansının gitgide kaybolması ve 1,5 dereceye sabitlemek üzerine bir çaba sarf ediliyor.”

YIKICI SONUÇLARI OLACAK

Kömürün Ötesinde Avrupa (Europe Beyond Coal) Kampanyacısı Duygu Kutluay da küresel ortalama sıcaklık artışının 2 dereceyi geçmesi halinde insan hayatını doğrudan etkileyecek yıkıcı sonuçlar ortaya çıkacağını söylüyor: “IPCC’nin ortaya koyduğu verilere göre ortalama yüzey sıcaklığındaki artış 1,5’yi bulduğunda 0 artması beklenen sel riski 2°C’lik bir ısınmayla 0’e ulaşacak. Ayrıca şiddetli kuraklığa maruz kalan insan sayısı 1,5°C’lik bir artışta 350, 2°C’lik bir artışta 410 milyona çakabilir. Aşırı sıcak hava dalgaları ise dünya nüfusunun %9’u yerine % 28’ini etkileyebilir. Bununla birlikte her 0,5°C’lik artışın tarımda ürün verimliliğini daha da düşüreceği biliniyor.”

 

TÜRKİYE NEDEN TARAFI DEĞİL?

Türkiye’nin anlaşmaya taraf olmamak konusunda iki temel argümanı bulunuyor. Bunlardan ilki Türkiye'nin daha geç sanayileşmiş bir ülke olmasından kaynaklı, fosil yakıtları daha geç yakmaya başlaması ve sera gazı emisyonlarının artışında tarihsel olarak payının düşük olduğu argümanı. Türkiye, 2015 yılında Paris Anlaşması için hazırladığı Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nı Sözleşme Sekretaryası’na sunmuştu. Elif Gündüzyeli bu yaklaşımla ilgili olarak, karbon emisyonunun ülke sınırlarında duran ve ileri gitmeyen bir sorun olmadığını hatırlatıyor. Gündüzyeli’ye göre tarihsel sorumluluk anlamında en çok sorumlu olan gerçekten de Avrupa Birliği (AB) bloğu fakat AB karbon emisyonunun 2030 yılına kadar %55 azaltma taahhüdü veriyor. Türkiye’de ise temiz enerji üretimi konusunda bir plansızlık söz konusu.

İKLİM KRİZİ TÜRKİYE’Yİ TEĞET GEÇEBİLİR Mİ?

Elif Gündüzyeli, “Dünyanın karbon limiti belli. Bu limiti zaten aştık. Daha önce hep uzakta sanki Afrika’da veya Asya ülkelerinin başına gelen bir şey gibiydi ama bu yıl hepimizin gördüğü gibi Yunanistan, italya her yer cayır cayır yanıyor. Artık masaüstünde ben üç azaltacağım sen beş azalt meselesi kalmadı. Herkesin elinden geleni yapıyor olması lazım” diyor. Duygu Kutluay da Türkiye’nin bu tür uluslararası anlaşmalarda önündeki en büyük engelin iklim değişikliği ile mücadele konusunda güçlü ve inandırıcı hedeflere ve gereken enerji dönüşümü için yol haritasına sahip olmaması olduğu söylüyor.

Kutluay, uluslararası kuruluşların kömür başta olmak üzere tüm fosil yakıtlardan vazgeçtiği bir dönemde Türkiye’nin enerji politikasını iklim krizi ülkemizi teğet geçecekmişçesine kömür gibi enerji kaynaklarını önceliklendirerek kurmaya devam ettiğini söylüyor.

 TÜRKİYE AZALMA DEĞİL ARTIŞ TAAHHÜT EDİYOR! 

Peki Türkiye’nin sunduğu referans senaryoya göre sera gazı emisyonu azaltımı ne anlama geliyor? Türkiye sunduğu Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nda 2012 yılındaki sera gazı emisyonunun yaklaşık olarak 440 milyon ton karbondioksit eşdeğeri olduğunu söylüyor ve 2030 yılında bu değerin 1175 milyon tol olacağını varsayıyor. Bu varsayım üzerinden de bir azaltım senaryosu uygulanarak 2030 yılında sera gazı salınımının 959 milyon ton olacağını söyleniyor. Burada bir azaltımın söz konusu olmadığını söyleyen Gündüzyeli bu senaryoyu şöyle yorumluyor: “Türkiye şunu söylüyor: Ben bir azaltım taahhüdü veriyorum, ben bunu vermeseydim, normal şartlar altında çok fazla yükseltecektim, diyor”.

gorsel 1

Kaynak: https://iklim.csb.gov.tr/paris-anlasmasi-i-98587 

TÜRKİYE PARİS ANLAŞMASI HEDEFLERİNİN NERESİNDE?

Son yıllarda Türkiye’nin sera gazı emisyonu düşmekte olan bir eğri çiziyor olsa da öngörülen emisyon miktarı gerçekleşenin üzerinde. Türkiye’nin enerji üretiminde fosil yakıtları kullanmaktaki ısrarı da göz önünde bulundurulduğunda bu oranın artacağı öngörülüyor. Türkiye’nin enerji üretimi politikalarına bakıldığında da iki önemli plan ortaya çıkıyor: 2014-2018 Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretim Programı Eylem Planı ve 2019-2023 yıllarını kapsayan On Birinci Kalkınma Planı. Bu iki plan yerli kömüre dayalı enerji üretimini artırmayı taahhüt ediyor. İki planda da enerji üretiminde dışa bağımlılığı azaltmak için öngörülen yerli kömür, özellikle linyit kullanımının arttırılması planlanıyor. TÜİK verilerine göre de Türkiye hala elektrik enerjisinin büyük bir bölümünü kömürden elde ediyor: 2019 yılında toplam 303.89 GWh elektrik üretiminin yüzde 37,1’i kömürden elde edilmiş.

gorsel 2

On Birinci Kalkınma Planı’nda temiz kömür teknolojilerine ilişkin Ar-Ge projelerinin destekleneceği dile getirilse de Elif Gündüzyeli “Dünyadaki hiçbir ülkenin böyle bir karbon bütçesi kalmadı” diyor. Türkiye’nin ise iklim krizinde Akdeniz bölgesi gibi riskli bir bölgede yer almasından dolayı diğer ülkelere de öncülük yapması gerektiğini ama bunun yerine fosil yakıtlarını kullanmaya devam edeceğini söylüyor.

Kutluay da bilim insanlarının bize Paris Anlaşması’nın iklim değişikliğini 1,5 derecede tutma hedefinin gerçekleşebilmesi için tüm OECD ülkelerinin 2030 yılına, geri kalan ülkelerin de 2040 yılına kadar kömürden çıkmaları gerektiğini söylediklerini hatırlatıyor ve herhangi bir kömür yatırımının Paris Anlaşması’nda yeri olmadığını söylüyor.

FOSİL YAKITLARINI TAMAMEN TERKETMEK MÜMKÜN MÜ?

Gündüzyeli ve Kutluay, Türkiye’nin güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynakları açısından yüksek potansiyel taşıdığını, fakat bu yöntemlerin nasıl kullanılacağına dair ciddi bir planlama eksikliği olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye’nin geleceğe dair enerji üretim ve tüketim projeksiyonları hala fosil yakıtlara göre belirleniyor. Kutluay, Türkiye’nin aktif bir iklim politikası yürütmesi halinde milli gelirinin %7 artırabileceği yönünde araştırmalarım mevcut olduğunu söylüyor: “Türkiye enerjide %70’lerin üzerinde dışa bağımlı ve bu bağımlılığın temel nedeni petrol, doğal gaz ve kömür. İklim krizini durdurmak için yapmamız gereken bu üç fosil yakıtı kullanmayı bırakmak ve yerine güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak. Yenilenebilir enerji kaynaklarının herhangi bir yakıt maliyeti yok dolayısıyla dışa bağımlılık söz konusu değil. Sanılanın aksine Türkiye’nin anlaşmaya taraf olması değil olmaması ekonomik bir yük yaratabilir.” Elif Gündüzyeli bu noktada enerji verimliliğine dikkat çekiyor: “Türkiyedeki binaların enerji verimliliği çok kötü sanayi de öyle. Boşu boşuna enerji kaybediyoruz aslında.”

MEVCUT DURUM VE GELECEK PLANLARI NE DURUMDA?

Paris Anlaşmasına taraf olan ve sera gazı emisyonu azaltımı taahhüdünde bulunan Avrupa birliği ülkelerinde sürekli bir azaltım söz konusu. 2030 yılına geldiğinde Avrupa Birliği sera gazı emisyonunu 2946 ile 3564 milyon ton arasında olmasını taahhüt ediyor. Bu düşüşle bile bugünden bakarak 2030 yılında 2 değil 3°C artış söz konusu olacak. Yani AB’nin sera gazı emisyonunu daha da azaltması gerekiyor. Türkiye ise 1,5 derece hedefine yakın bile değil. Sera gazı salınımında sürekli artan bir grafiğe sahip olan Türkiye bu durumda atmosfer sıcaklığını 2030 yılında 4°C artıracak.

gorsel 3gorsel 4