Anlatılanlar aKureyşan ocağı mensupları aynı atadan gelmektedirler. Bu ata, kimi sözlü kaynaklara göre Horasan, kimine göre de Kirmanşah’tan 13. asrın başında Anadolu’ya göç eden Kureyş aşireti mensubu ve ismi Seyyid Mahmud-i Kebir oland erviştir. Ehl-i Beyt soyundan gelen bu derviş, Peygamberin aşiretinin ismi unutulmasın diye aynı zamanda Kureyş mahlasını da kullanmıştır. Bu sebepten bugün bu soydan gelenlere Kureyşanlılar denmektedir.İlk olarak Dersim yöresine gelen bu aşireti, Seyyid Mahmud-i Kebir’in babası olan Seyyid Mahmud adında bir derviş idare ediyordu. Oldukça kalabalık ve farklı meslek sahibi üyeleri olan bu aşiretin birkısmı, yörenin küçük ve dağlık olması sebebiyle, yöneticileri Seyyid Mahmud tarafından Anadolu’nuniçlerine gönderilmiştir. En çok yerleştikleri bölge, Osmanlı arşiv kayıtlarında da görüleceği üzere ortaAnadolu olmuştur.

Sözlü kaynaklara göre gidenler arasında, o sırada Kureyş gibi ilk gençlik çağında olan ve sonradan Hayrani mahlasını alan Seyyid Mahmud Hayrani de vardır. Hem Kureyş’in, hem babasının, hem de Akşehir’de türbesi olan dervişin isimleri Mahmud’dur. Sonradanyaşanan karışıklıklar da bu isim benzerliğinden kaynaklanmıştır.Kureyş’in, sonradan Derviş Beyaz/Gevr unvanı alan kişiyle tanışması ise yöreye gelen Alaeddin Keykubad’ın Kureyş’i yanan fırında sınaması olayında yaşanmıştır. 

HAYATI

Seyyid Mahmud-i Kebir Gaziantep’in Yavuzeli ilçesinin Kayabaşı Köyü’nde mezarı bulunan Hacı Kureyş’in evlatlarındandır. Miladi 1200 yıllarından önce baba ocağı olan Gaziantep’ten ayrılarak Dersim'in Mazgirt ilçesi yakınlarındaki Perisuyu Vadisi’ndeki Çelekeş (Çelekas) köyüne gelir ve oraya yerleşir. Sonra, Perisuyu Vadisi’nde başak bir düzlükte bulunan tarlanın içindeki bir kayayı oyarak bir kişinin kalabileceği ve ibadet yapabileceği bir yer hazırlar. Kışın zemheri ayında buraya giderek 40 gün hiçbir şey yemeden ve içmeden ibadet yapıp çile doldurur. Çelekeş Köyü’ndeki bu mübarek mekan önceleri yöre halkı tarafından ziyaret edilmekteydi. Lâkin, çile mekanının Keban Barajı’nın yapılmasının akabinde baraj gölünün içinde kalmasıyla mekanın taşları yöre halkı tarafından baraj sularının ulaşamayacağı yüksek bir tepeye yerleştirilmiştir. Günümüzde bu taşlar yöre halkı tarafından ziyaret edilmektedir.

Seyyid Mahmud-i Kebir, gösterdiği kerametleri sayesinde yöre halkı tarafından çok sayılıp sevilir. Bunun içindir ki kendisine babasının adı olan “Kureyş Baba” lakabıyla anılır. Dersim, Erzincan, Erzurum, Elazığ, Muş, Bingöl, Gaziantep, Adıyaman, Balıkesir, Konya … şehirleri ve yurdun geri kalan kesimlerinde Seyyid Mahmud-i Kebir’in torunları babasının adı olan Kureyşanlılar olarak anılırlar.

ALAATTİN KEYKUBAT İLE TANIŞMASI

Anadolu Selçuklu Devleti’nin sultanı Alaattin Keykubat, Hicri 641- Miladi 1225 yılında başkent Konya’dan ayrılarak kışı geçirmek için geçmişte Elazığ-Palu’ya, şimdi ise DersimMazgirt’e bağlı olan Bağın Kalesi’ne gider. O dönemde Bağın çok güzel bir yerleşim yeridir (Bu bilgiyi Evliya Çelebi’nin “Seyahatname” adlı eserinden öğreniyoruz.). Sultan Alaattin halktan yöre ile ilgili bilgi alırken kendisine Perisuyu Vadisi’ndeki Çelekeş köyünde çok keramet sahibi bir erin olduğu söylenir. Sultan bu eri görmek ister. Sultanın korumaları Seyyid Mahmud-i Kebir’i almak için Çelekeş köyüne giderler ve onu Sultan Alaattin’in huzuruna davet ederler. Seyyid Mahmud-i Kebir sultanın yanına gitmeyeceğini söyler. Ancak, zemheri ayında her yer buzlarla kaplı olduğu halde mübarek keramet göstererek elini buz tutan Perisuyu’na koyarak yeni yeşermiş domates, biber, salatalık, kavun, karpuz gibi taze sebze ve meyveleri dallarıyla birlikte korumalara verip sultana gönderir. Bu olay 3 defa tekrar eder. Dördüncü seferde korumalar zor kullanarak Seyyid Mahmud-i Kebir’i sultanın huzuruna götürürler. Alaattin Keykubat huzuruna getirilen Seyyid Mahmud-i Kebir’e “Sen büyücüymüşsün ve büyü yapıyormuşsun!” der. Seyyid Mahmud-i Kebir “Haşa, ben büyücü filan değilim. Ben seyid-i saadet evlad-ı resulüm ve Ehlibeyt soyundanım. Neslimizde büyücü yoktur.” der.

Bu konuşmalardan sonra sultan Alaattin Keykubat “Madem sen Ehlibeyt soyundanım diyorsun, bunu ispatla.” der. Sonrasında ekteki soy seceresinde adı geçen meşhur ateş olayına binaen kerametin ispatlanması için Seyyid Mahmud-i Kebir fırına girer ve olaya tanıklık etmesi için de sultanın terzisi (çuhadarı) Mehmet’i yanında götürür. Saatler sonra ateş söner. Seyyid Mahmud-i Kebir saçı sakalı buz tutmuş ve bembeyaz olarak ateşten çıkar. Keramete tanıklık eden halk Seyyid Mahmud-i Kebir’e “Derviş Beyaz” lakabı takar. Terzi Mehmet de üstü başı ateş külü rengine bürünmüş olarak fırından çıkar ve yine halk ona “Derviş Gevr” lakabını takar. Gevr kelimesi Zazaca ve Kürtçe’ de gri toprak rengi anlamına gelir. Terzi Mehmet bu kerametten sonra sultan Alaattin’den affını isteyerek Seyyid Mahmud-i Kebir’in yanında kalır.

Fotoğraf açıklaması yok.

Bütün bu olaylar sonucunda sultan Alaattin, Seyyid Mahmud-i Kebir’in Hacı Kureyş’in oğlu olduğunu, Ehlibeyt neslinden geldiğini kabul eder ve Hısnımansur’a (Adıyaman ve Gaziantep yöresinin eski adıdır. Bilindiği üzere Hacı Kureyş o bölgede yaşamıştır.) istinaden secereyi tuğralar. Seyyid Mahmud-i Kebir’in yöredeki 12 aşiret arasında serbestçe dolaşabilmesi için bölgede bulunan Miri Miraya ve mirlivaya emir verir.

Seyyid Mahmud-i Kebir, bu kerametten sonra sultan Alaattin’in de desteğini alarak Dersim'in Nazımiye ilçesinin Çamurek köyüne bağlı Zargovit Dağı’nın eteğinde çocuklarıyla birlikte bir köm yaparak mesken tutar ve hayvanlarını otlatır. Günümüzde dahi o kömün adı Seyyid Mahmud-i Kebir’in babasının adı olan Kureyş Kömü (Gomé Kureyşi) olarak anılmaktadır.

DÜZGÜN BABA'NIN BABASI OLDUĞUNA İNANILIR

Seyyid Mahmud-i Kebir’in 2 oğlu vardır. Birisi Şah Haydar, diğeri Seyid İbrahim’dir. İkisi de babaları keramet sahibidirler.

Şah Haydar, Zargovit Dağı’nda keçi otlatırken babası Seyyid Mahmud-i Kebir’in kendisini ziyarete gittiğinden habersizdir, arkası babasına dönüktür. Mevsim ise kıştır. O esnada keçilerden bir tanesi Seyyid Mahmud-i Kebir’i görür ve hapşırır. Şah Haydar da o esnada boş bulunarak dedesinin adı olan “Kureyş-i guru mu gördün?” der ve dönüp arkasına baktığında babası Seyyid Mahmud-i Kebir’i görür. Bu sözü atasına karşı saygısızlık olarak nitelendiren Şah Haydar, utancından Zargovit Dağı’nın zirvesine doğru çekilip gider. Keçiler de ardı sıra takip ederler. Bu kış günü Seyyid Mahmud-i Kebir köye döner, Şah Haydar ise köye dönmez. Seyyid Mahmud-i Kebir’in baba yüreği dayanmaz ve ertesi gün bir komşusunu Şah Haydar’ın durumunu öğrenmesi,onu köye getirmesi için dağa yollar. Adam dağa çıkar, zirvede Şah Haydar’ı görür. Babasının, oğlunun köye dönmesi isteğini bildirir. Şah Haydar köye dönemeyeceğini ve keyfinin de “düzgün” olduğunu söyler. Şah Haydar’ın bu dağda sır olduğu rivayet edilir. Bu dağa da “Düzgün Baba” dağı adı verilir. Bu dağ, her yıl yurdun dört bir yanından onbinlerce kişi tarafından ziyaret edilir ve kurbanlar kesilir.

Seyyid Mahmud-i Kebir’in diğer oğlu İbrahim ise kendi halinde keramet sahibi bir er olarak yaşar.

Düzgün Baba’nın sır olmasından sonra babası Seyyid Mahmud-i Kebir bu acıya dayanamaz ve ailesine yanına alarak Kureyş Kömü’nden ayrılır. Seyyid Mahmud-i Kebir, arkasında kendisine ait bir eldiven ve bir tane de mendil bırakır (Günümüzde Kureyş Kömü’nde çok güzel bir cemevi yapılmıştır ve bu emanetler o cemevindedir. Şifa niyetiyle bu emanetler günümüzde de ziyaret edilmektedir.) Dersim'in Nazımiye ilçesinin Zeve köyüne yerleşir. Bir süre ailesiyle bu köyde yaşar. Daha sonra Alaattin Keykubat’ın bağın kalesindeki saygısından dolayı iade-i ziyarette bulunmak için ailesinin Zeve’de bırakarak çevresindeki dervişlerle birlikte Konya’ya hareket eder. Bu yolculuk esnasında Kırşehir’e varır. Kırşehir’de Aşıkpaşa Camisi’nin hocası Nasrettin Hoca ile tanışır ve hocanın misafiri olur. Bir süre sonra Konya’ya gitmek için Nasrettin Hoca ve beraberinde getirdiği 300 kadar dervişle Kırşehir’den ayrılır. Hacıbektaş ilçesine doğru yol alır. Yıl Miladi 1235’tir. Yolculuk esnasında aslana biner ve kamçısı zehirli yılandır. Araştırmacı yazar Esat Korkmaz’ın “Hacı Bektaş-ı Veli’nin Vilayetnamesi” adlı kitabının 96. sayfasında bu ziyaret anlatılmaktadır

HACI BEKTAŞ'I ZİYARET

300 kadar erle Hacıbektaş’a yol alan Seyyid Mahmud-i Kebir’in kafilesini görenler bu durumu Hünkâr’a bildirirler. Bunu duyan Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli, Seyyid Mahmud-i Kebir’i karşılamak için bir kayaya biner ve kaya Allah’ın emriyle kuş gibi uçar. Bu iki er, Kaypakkaya tabir edilen yerde buluşurlar. Seyyid Mahmud-i Kebir, Hünkâr’ın kayayı yürüttüğünü görünce aslandan iner, zehirli yılanı serbest bırakır, düğmelerini ilikler ve Hünkâr’a karşı nezaketsizlik ettiğini düşünerek elini öper. Çünkü Hünkâr cansız kayayı harekete geçirmiştir (Bu arada iki er de 7. İmam Musa-i Kazım’ın soyundandırlar ve akrabadırlar.). İlçe dışında Kaypakkaya denilen bu mevkide Hünkâr ve Seyyid Mahmut Hazretleri 300 kadar dervişle birlikte 7 gün 7 gece muhabbet ederler. Ayrılma vakti gelir ve vedalaşırlar. Bu vedalaşmadan sonra Hünkâr, Seyyid Mahmud-i Kebir için şöyle buyurur: “HAYRAN OLDUM BU ERE!”. Bu ziyaretten sonra Seyyid Mahmud-i Kebir’in adı “Seyyid Mahmud-i Hayrani” olarak anılır.

Seyyid Mahmud-i Hayrani Konya’da dostu sultan Alaattin Keykubat’ı ziyaret eder ve Akşehir’e yerleşir. Akşehir’de keramet ve erdemleriyle insanların gönlünde taht kurar. Nasrettin Hoca buna örnektir.

Seyyid Mahmud-i Hayrani, Mevlana ile de tanışır ve kendisinden çok etkilenir.

Akşehir’e yerleşen Seyyid Mahmud-i Hayrani bir daha Dersim’deki Zeve köyüne dönmez. Türbesi Akşehir’de Hayrani mahallesindedir. Vakıf olan bu türbe, külliyedeki taşınmaz mallar ve tarihi eserler 1924’te çıkarılan “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu” ile yok edilmiştir.