DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğullları, sürecin en kritik haftalarının birinde olunduğuna dikkati çekerek, "27 Şubat çağrısı, 12 Mayıs kongre kararıyla başlayan süreçte önümüzdeki yüzyılın kaderini çizecek anlardan biri geldi çattı. Bu an hepimizin özlemini duyduğu barışın merasimi olacak. Gazeteciler, siyasi partiler, emek ve demokrasi güçleri, kadın örgütleri, hepsi bu tarihi anı izleyecek. Hepimiz bu tarihe tanıklık edeceğiz. Yeter ki özellikle bu hafta gerçekleşecek silah bırakma merasimi ve sonrasındaki süreçte, bu ülkeyi gerçek anlamda onurlu barışla buluşturmak ve Türkiye'nin demokratikleşmesi için somut adımları atmaya ihtiyaç var. Bu adımlar bir yanıyla toplumsal ayağı olduğu gibi öte yanıyla önemli bir ayağı da var ki o da parlamentodur. Parlamentonun alacağı kararlardır, demokratikleşmeyle ilgili alınacak kararlardır" diye konuştu.
Hatimoğulları, partisinin grup toplantısında Türkiye ve dünya gündemini değerlendirdi. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nde bir mağarada metan gazıyla yaşamını yitiren 12 askeri anarak ve ailelerine başsağlığı dileyerek sözlerine başlayan Hatimoğulları, "Toplumsal barış ve demokratik çözümü geliştirerek yaşam hakkını tesis etmeyi en önemli hedefimiz olarak görüyoruz. Barış sürecinin başarıya ulaştırılması her şeyden önce yitirdiğimiz gençlere karşı tarihsel sorumluluğumuzdur. Bu süreci başarıya ulaştırırak gencecik bedenlerin toprağa düşmesine engel olmak ve kerpiç evlere cenazeler gitmesini engellemek için mücadelemizi yürütmeye devam edeceğiz" dedi.
Hatimoğulları'ndan Suruç katliamına anma
Hatimoğulları'nın konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:
"Gruba gelmeden önce değerli Suruç aileleri bizleri ziyaret etti. IŞİD saldırısıyla yıkılan Kobani'de yaşayan çocuklara oyuncak ve fidan götürmek isteyen sosyalist gençlerin yürüttüğü bir kampanya vardı. Hafızalarımızda taptaze bu kampanya ve orada IŞİD'in gerçekleştirdiği saldırı sonucunda 33 sosyalist genç yaşamını kaybetti. Suruç'taki katliamın sonucu çok büyük acılar yaşandı ve ne yazık ki adalet hiçbir zaman yerini bu anlamıyla bulmadı. Ben buradan grubumuza gelerek Suruç anmasının Türkiye'nin önemli bir gündemi olarak altını çizen değerli ailelerimize bir kez daha hoş geldiniz diyorum. Suruç'ta yitirdiğimiz yoldaşlarımızı sargıyla anıyorum. Onları asla unutmayacağız.
"Yangın bölgeleri acil bir şekilde afet bölgesi ilan edilmelidir"
Cudi'den İzmir'e, Bursa'dan Hatay'a ormanlarımız cayır cayır yanıyor. İhmal ateşiyle kavruluyoruz. Bakan açıklama yapıyor, diyor ki, 'Sebep elektrik hatları.' Biz bu açıklamayı yapan bakana ve yetkililere buradan bir kez daha soruyoruz. Elektrik şebekesini özelleştiren kim? Bu tellerin yenilenmesiyle ilgili denetlemeyi yapmayan kim? Bütün bu ihmallerin baş sebebi kim? Kesinlikle sizsiniz ve bununla ilgili yaz dönemi başladığı için milletvekillerimiz çok sayıda soru önergesi verdi. Bütün soru önergelerimiz cevapsız kaldı. Bu konudaki ihmallerin sonucu Türkiye'nin dört bir yanında ne yazık ki ormanlar cayır cayır yanıyor. Sizin yüzünüzden canlarımızı yitirdik. Ormanlarınızı yitirdik ve kılınızı bile kıpırdatmadınız. İş bu ülkeyi maden şirketlerine peşkeş çekmeye gelince hiç erinmediniz. Gece gündüz parlamentoda bu kararları çıkarmak için çalıştınız. Ama mevzu bir felaket olunca ona seyirci kalmakla yetindiniz ve kesinlikle bu felaketin sorumlusu bu iktidarın uyguladığı politikaların ta kendisidir. Bakın depremde, selde, yangında yardımımıza kim koşuyor? Biz koşuyoruz, halk koşuyor birbirinin yardımına. O halde burada sormazlar mı? Devlet neden var? O halde burada sormazlar mı? Yurttaş vergisini neden ödüyor? Ödediğimiz vergiler ne için kullanılıyor? Nereye gidiyor? Bütün bu soruları burada bir kez daha soruyoruz ve iktidara çağrımız nettir? Yangın bölgeleri acil bir şekilde afet bölgesi ilan edilmelidir ve yandımların önlenmesi için bir programın hayata geçirilmesi şarttır. Doğa bizim. Bütün canlılarla birlikte doğamıza sahip çıkacağız. Bütün canlılara sahip çıkacağız. Ağacımıza, toprağımıza, havamıza, suyumuza sahip çıkmaya devam edeceğiz. Bu da böyle bilinmelidir.
"Bir yandan çözüm süreci konuşulurken diğer yandan kadın haklarına yönelik saldırıların devam etmesi çelişkidir"
Sadece 2024 yılında 315 kadın ne yazık ki erkekler tarafından katledildi. 'İstanbul Sözleşmesi yaşatır' diyerek eylem yapan kadınlar gözaltına alındı, tutuklandı. Kadın katilleri iyi hal indirimleriyle serbest bırakılırken barış isteyen, bunun siyasi mücadelesini veren kadınlar şu anda hapishanelerde esir olarak tutuluyorlar. Ben burada cezaevinde bulunan bütün kadınlara; Figen Yüksekdağ, Leyla Güven, Ayşe Gökkan, Çiğdem Mater şahsında selam ve sevgilerimizi iletiyorum. Özgür günlerde bir arada olacağız. Sevgili kadınlar, Kürt kadınları üzerinden özel savaş politikalarının yürütüldüğünü her an ve her yerde görüyoruz. Kadınların mücadeleleriyle mücadele vererek tarih boyunca ödedikleri bedellerle kazandıkları nafaka hakkı, kürtaj hakkı, mirasta eşitlik hakkının bugün gasbedilmeye çalışıldığına tanıklık ediyoruz. Toplumsal cinsiyet kavramına kitaplarda, eğitimde daha fazla yer açılması gerekirken bu kavram şimdi kitaplardan çıkarılıyor. Onur yürüyüşüne saldırılar, tutuklamalarla nefret suçları adeta körükleniyor. Bir yandan çözüm ve müzakere süreci konuşulurken diğer yandan kadınların haklarına ve kazanımlarına yönelik saldırıların devam etmesi çok büyük çelişkidir. Barış şiddetle inşa edilemez. Silahların susmasının yanı sıra eşitsizliklerin, ayrımcılığın, cinsiyetçiliğin son bulduğu bir demokratik zeminin inşa edilmesiyle gerçek anlamda barışı tesis edebiliriz. Barış, kadınların haklarına ve kazanımlarına yönelik saldırıların son bulması, kadın cinayetlerinin durdurulması demektir.
"Barış, kadınların özgür yaşayacağı düzenle cinsiyetçi ayrımcı politikaların son bulacağı bir yaşam kurmakla mümkün"
Barış, kadınların özgür ve eşit yaşayacağı bir düzenle cinsiyetçi ayrımcı politikaların son bulacağı bir yaşam kurmakla mümkündür. Barış kadınların özgür yaşayabileceği bir düzeni kurmakla mümkündür. İşte bu yüzden Meclis çatısı altında kurulacak komisyonda kadınların yer alması, deneyimlerini ve çözüm perspektiflerini bu komisyonla paylaşımları hayati öneme sahiptir. Bugün barışı konuşuyorsak bu uğurda çok ağır bedeller ödemesine rağmen barış demekten asla vazgeçmeyen Cumartesi Anneleri'nin, Barış Anneleri'nin, kadın hareketinin emeği çok büyüktür. Binlerce kez selam olsun Barış Anneleri'ne, binlerce kez selam olsun Cumartesi Anneleri'ne...
"Muhalefeti tasfiye, belediyeleri hedef alma, medyaya baskı tam gaz devam ediyor"
Muhalefeti tasfiye, belediyeleri hedef alma, medyaya baskı tam gaz devam ediyor. Bu durum ekonomiyi daha da dibe götürüyor, toplumsal fay hatlarını gittikçe tetikliyor. Türkiye barışının en geniş toplumsal mutabakatla sağlanmaya çalışıldığı bir dönemde bu siyasi operasyonların barış umuduna gölge düşürdüğünü bir kez daha belirtiyoruz. Bakın Adıyaman'da hala konteynırlarda insanlar yaşarken, ona çözüm bulunması gerekirken Adıyaman Belediye Başkanı gözaltına alındı ve şimdi adliyede karar bekliyorlar. Barış yanlısı sevgili Tunç Soyer tutuklandı. Adana, Adıyaman, Antalya belediye başkanları yolsuzluk iddiasıyla gözaltına alındı ama bu çözüm değil. Gözaltına alıp tutuklamak çözüm değil.
"Muhalefet belediyelerine dönük bu furya çok acil son bulmalı"
DEM Parti olarak çağrımızı daha önce de yaptık. Burada bu kürsüden bir kez daha yineliyoruz. Türkiye'nin geneline demokrasi herkese nefes aldırır. Barış umutlarını büyütür. Bu sebeple siyasi baskılardan vazgeçilir. Derdiniz yoksulluksa bağımsız hayatlar oluşturalım, başta kayyumlar olmak üzere tüm belediyeleri ve kamu ihalelerini araştırsın. Bundan ötesi var mı? Mevzu kayyumsa gelip herkese araştıralım diye öneriyoruz. Oysa bu iktidarın tercih ettiği yöntem muhalefet belediyelerine bir siyasi operasyon yaparak onu farklı kılıflarla kamuoyuna aksettirmektir. Biz bunu yapamazsak, başaramazsak gerçekten ne yerel demokrasi kalır ne seçimler kalır ne seçme seçilme hakkı kalır ne seçime inanç kalır ne de bu ülkenin demokratikleşeceğine dair bir inancı bu topraklarda büyütebiliriz. Bu nedenle diyoruz ki, siyasi gerilimler artık bir rekabeti aşmış durumdadır. Toplumsal ayrışmanın ve gerilimlerin kaynağı olmaya başlamış durumdadır. Gün hesaplaşma günü değildir. Toplumsal birlik ve demokratik ortaklığı büyütme günüdür. Muhalefet belediyelerine dönük bu furya çok acil son bulmalıdır. Şimdi gözaltında olan, daha önce tutuklanmış bütün belediye başkanları ve bu anlamda gözaltına alınıp tutuklanmış her kesimin serbest bırakılması şarttır.
"Türkiye'de yaşayan 86 milyon yurttaşımızın çoğunun evinde tenceresi kaynayamıyor"
Bunun dışında Türkiye'nin bir seçeneği yok. Barış, demokrasi ve özgürlük diyorsa bunların hayata geçmesi şarttır. Biz bütün bu tabloyu konuşurken Türkiye'de yaşanan antidemokratik uygulamalar, bölgemizde yaşanan savaşlar, kadınlar olarak yaşadığımız birçok sorunu konuşurken aynı zamanda bu ülkenin yoksulluğunun derinleştiğini asla unutmuyoruz, unutmayacağız, unutamayız da... Çünkü burada bulunan her insanın Türkiye'de yaşayan 86 milyon yurttaşımızın çoğunun evinde tenceresi kaynayamıyor.
"Gelin en düşük emekli maaşını yoksulluk sınırına yakın bir rakama çekelim"
Asgari ücret yılın ilk yarısında 4 bin lira azalmıştır. Düşünün ki bu asgari ücretle siz bir yılı tamamlayacaksınız. Bu büyük adaletsizliğe çanak tutan iktidarın politikalarıdır. Emrindeki TÜİK gibi kurumların sonucudur. Sarayda belirlenen TÜİK rakamları enflasyonu düşük göstererek maaşlara daha az zam yapılmasına neden olmuş ve milyonlarca insanı bir kez daha sefalete mahkum etmiştir. Yazıktır, günahtır. Yetimin, yoksulun, emekçinin hakkına girmeyin. Yaptığınız hukuksuzluktur, yaptığınız suçtur. Gelin Mecliste görüşülecek kanuna bir ek yapalım ve en düşük emekli maaşını yoksulluk sınırına yakın bir rakama çekelim. Bunu başaralım.
"Barış ve Demokratik Toplum Komisyonu'nun Meclis kapanmadan kurulması gerekiyor"
Bir kez daha Barış ve Demokratik Toplum Komisyonu'nun Meclis kapanmadan acil bir biçimde kurulması gerektiğinin altını çiziyoruz. Bu komisyon yaz boyunca önümüzdeki yasama dönemi başlayana kadar gece gündüz çalışarak bu konudaki hazırlıkları olgunlaştırma konusunda emek vermelidir. Parlamento artık rant adına doğayı, zeytinlikleri tavan eden maden ve inşaat şirketleri için çalışmamalı. Parlamentonun bu dönemeçte en önemli görev ve sorumluluğu barış ve demokratik toplumun inşası için elinden gelen her türlü çabayı sağlaması ve 86 milyon yurttaşımıza kalıcı, onurlu bir barışı hep beraber armağan etmektir. Bu da parlamentonun tarihi bir görevi, tarihi bir sorumluluğudur.
İmralı Heyeti'nin Öcalan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmeleri...
DEM Parti İmralı Heyetimiz silahsızlanmayla ilgili gelişmeler ve bölgemizdeki kritik bölgemizde yaşanan bu kritik gelişmeleri Sayın Abdullah Öcalan'la birlikte gerçekleştirdiği görüşmeler değerlendirmiştir. Bu vesileyle heyetimizin bizlere ulaştırdığı Sayın Abdullah Öcalan'ın selam ve sevgilerini kadınlara, gençlere ve bütün halklarımıza iletiyoruz. Süreç kapsamında atılacak adımlarla birlikte Türkiye'nin genel demokratikleşmesine ve barışına ulaşması için hepimize çok büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Sayın Öcalan bu görüşmede bunun altını özellikle çizmiştir. Biz de bu sürecin başarıya ulaşmasıyla Türkiye'de demokratik dönüşün hukuk ve özgürlüklerin kapısının ardına kadar açılması gerektiğini düşünüyoruz.
İmralı Heyetimiz dün Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'la bir görüşme gerçekleştirdi. Barış ve Demokratik Toplum sürecinde tarihi bir haftaya girdik. Heyetimiz ziyaretinde sürecin bugüne kadar geldiği aşamayı ve bundan sonra yapılması gerekenleri Sayın Cumhurbaşkanı ile karşılıklı bir şekilde istişare etmiştir. Bu tarihi haftanın en iyi şekilde geçmesiyle Türkiye'nin siyasi ve hukuki engellerinin kalkmasını, demokratik dönüşüm ve barışın kapılarının ardına kadar açılmasını canıgönülden temenni ediyoruz. Türkiye halklarının bu sürece desteği ve umudu her zamankinden büyük, farkındayız. Fakat bu destek ve umuda denk düşecek şekilde güveni arttırmak şarttır. Bu tarihi günler tali günlere dönüştürülmemelidir. Biz DEM Parti olarak bunun için elimizden gelen her türlü çaba içindeyiz.
"Bu hafta tarihi bir ana tanıklık edeceğiz"
Barış ve Demokratik Toplum sürecinde en kritik haftaların birindeyiz. 27 Şubat çağrısı, 12 Mayıs Kongre kararıyla başlayan süreçte önümüzdeki yüzyılın kaderini çizecek anlardan biri geldi çattı. Bu an hepimizin özlemini duyduğu barışın merasimi olacak. Gazeteciler, siyasi partiler, emek ve demokrasi güçleri, kadın örgütleri, hepsi bu tarihi anı izleyecek. Hepimiz bu tarihe tanıklık edeceğiz. Bu tarihi an, zafer ya da yenilgi, kazanma ya da kaybetme değildir. Bu başarı, 86 milyon yurttaşın tarihi başarısıdır, büyük başarısıdır. Artık barışı inşa etmenin zamanı. Böylesi tarihi bir andan, böylesi tarihi bir dönemeçten geçerken bu duygunun ve bu fikrin beynimize ve yüreğimizi tamamen katlaması lazım. Hem de hiç kimsenin buna mesafe koymaması lazım. Hepimizin yüreğini, ruhunu, beynini bu duygu, düşünce, fikir, yaklaşım derinlemesine katlamalı, derinlemesine işlemelidir. Barışın eşiğindeyiz, barışı demokratik bir zeminde inşa etmeliyiz, kalıcılaştırmalıyız. Böylece herkesin gerçek barışını sağlamış oluruz. İzleyen dar manada çıkar bekleyen değil, Türkiye halklarının geleceği için barış zeminini kuran özneler olmalıyız her birimiz. Bu görev ve sorumluluk herkesindir, hepimizindir. Barışın ve demokrasinin yolu açıktır. Yeter ki biz mücadele etmekten, inanmaktan vazgeçmeyelim. Yeter ki özellikle bu hafta gerçekleşecek silah bırakma merasimi ve sonrasındaki süreçte bu ülkeyi gerçek anlamda bir barışla buluşturmak, bir onurlu barışla buluşturmak ve gerçek manada Türkiye'nin demokratikleşmesi için somut adımları atmaya ihtiyaç var. Bu adımlar bir yanıyla toplumsal ayağı olduğu gibi öte yanıyla önemli bir ayağı da var ki o da parlamentodur. Parlamentonun alacağı kararlardır, demokratikleşmeyle ilgili alınacak kararlardır. Ben bu konuda ciddi bir biçimde yol yürüyebileceğimiz bir evreye geçtiğimizi düşünüyorum."





