GÜNDEM

Eylem Yanardağoğlu Sansür yasasını değerlendirdi: 2007'yi dönüm noktası olarak alabiliriz

Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeni çalışma yılının ekim ayında başlaması ile birlikte mayıs ayından beri tartışmaları devam eden “dezenformasyonla mücadele” yasa tasarısını görüşmeye başladı. “Dezenformasyon Yasası” veya “Sansür Yasası” ismiyle anılan, Basın Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi, en çok tartışmaya yol açan 29. maddesine kadar onaylandı. Görüşmelere bugün saat 14.00’da devam edilecek.

Abone Ol

Bugün hakkında görüşmelerin başlayacağı 29. madde şöyle: “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.”

Başkanlık Sistemi ve Medya Özgürlüğü Raporunu kaleme alan Kadir Has Üniversitesi Yeni Medya Bölümünden Doçent Dr. Eylem Yanardağoğlu ile Daktilo1984’ün Youtube yayını Masa’da konuştu.

“2007’Yİ BİR DÖNÜM NOKTASI ALABİLİRİZ”

Türkiye’nin yakın dönem tarihine bakan medya alanında veya siyaset bilimi alanında çalışan birçok araştırmacının kırılma noktası olarak 2007 yılını işaret ettiğini söyleyen Yanardağoğlu, bu dönemde medya açısından önemli dönüm noktaları olduğunu kaydetti.

2007’den itibaren Türkiye’deki ana akım medya kuruluşları Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu aracılığıyla Adalet ve Kalkınma Partisine (AKP) yakın şirketlere geçirildi. Bu anlamda 2007’yi bir dönüm noktası olarak alabiliriz. Bu strateji sonucunda kamu hizmeti yayıncılığı ile doğrudan hükümete bağlı olan Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) gibi kurumlara ek olarak, iktidara yakın iş insanlarının eline geçen eski ana akım medya araçları, açıkça hükümet politikalarını destekleyen yayınlar yapan medya kuruluşları olarak yeniden doğmuş oldular. 2007’nin dönüm noktası olmasının bir başka sebebi de Adalet ve Kalkınma Partisinin 2. döneminin başlamış olması; bu dönem iktidarda gücünü arttırdığı ve ilk döneme kıyasla Avrupalılaşma ve Avrupa ile entegrasyon sürecinin de hız kestiği bir dönem.

2014’ten itibaren Türkiye’nin basın özgürlüğü endekslerinde düzenli düşüşünü görüyoruz

Bu dönemde 2016 yılında yaşanan darbe girişiminin de etkisinin de büyük olduğunun altını çizen Yanardağoğlu, bu girişimi takip eden altı ay içinde üç kanun hükmünde kararnameye dayanarak toplam 150’den fazla medya şirketinin kapatıldığını ve 700’den fazla gazetecinin basın kartlarının iptal edildiğini hatırlattı. Bu şekilde darbe sonrası ortamda AKP’nin internet ve çevrimiçi medya üzerindeki kontrolü daha da sıkılaşmıştı.

Türbülanslı bir dönemden geçti Türkiye. Bu, sonrasında medya açısından da zor bir dönemdi. 2017’de anayasa referandumu, arka arkaya yapılan seçimler medyanın üzerinde çok büyük baskı oluşturmaya devam etti. 2007’den itibaren devam eden süreçte gelinen son noktada da, 2018 yılında Doğan Medya Grubu, Demirören grubuna satıldı. Artık Türkiye’deki medyanın yüzde 90’ından fazlası kamu ihalelerine bağlı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yakın kişisel bağları olan büyük işletmelere ait. Öte yandan uluslararası sosyal medya platformlarının sansüre karşı mücadelede önemli bir paydaş olarak ortaya çıktığı gözlemlenmekle birlikte, Temmuz 2020’de yapılan düzenlemeyle Facebook ve Twitter gibi günlük bir milyondan fazla kullanıcıya sahip uluslararası içerik sağlayıcıların, Türkiye’ye yerel temsilciler ataması ve emredildiği takdirde içeriği 48 saat içinde kaldırmasını gerektiren yeni bir yasa onaylandı. Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra İletişim Başkanlığı’nın sistem içindeki etkinliği arttı.

“MEDYANIN ELE GEÇİRİLMESİNDEKİ DÖRT TEMEL BİLEŞENİN HEPSİ TÜRKİYE’DE”

Medyanın ele geçirilmesindeki dört temel bileşenin hepsinin Türkiye’de görülmekte olduğunu söyleyen Yanardağoğlu, bu bileşenleri şu şekilde açıkladı:

Bunlardan birincisi, RTÜK gibi düzenleme/regülasyon yapan kurumlar vasıtasıyla medyanın ele geçirilmesidir. İkinci bileşen, TRT gibi kamu hizmeti medyasının kontrolünden kaynaklanır. Üçüncü faktör, Basın İlan Kurumunun ilan verme stratejilerinde görüldüğü üzere devlet finansmanının bir kontrol aracı olarak kullanılmasıdır. Son bileşen de havuz medyasının oluşumunda ve öncesinde TMSF’nin oynadığı rol üzerinde olduğu gibi mülkiyet devralma şeklinde gerçekleşir. Ak Parti’nin medyayı ele geçirme yöntemlerini ise üç kategoride ele alabiliriz. Bunlar: kendi özel medyasını oluşturarak medyayı ele geçirme, mali yaptırımlarla medyanın ele geçirilmesi ve gazetecileri korkutmak veya kriminalize etmek suretiyle medyanın ele geçirilmesi. 2007’den bu yana medya üzerinde kitlesel baskılar; vergi cezaları, yargısal baskılar, gazetecilerin itibarsızlaştırılması, çevrimiçi sürgün (internet sansürü) ve gözetim şeklinde ortaya çıkan bu süreç, büyük ana akım medya holdingi Doğan Medya grubunun 2018 yılında hükümete yakın Demirören Grubu tarafından satın alınmasının ardından ana akım medyanın ele geçirilmesi ile tamamlanmış oldu.