Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, beşinci toplantı için bir araya geldi. Komisyon toplantısının ilk oturumu için Cumartesi Anneleri ile Barış Anneleri davet edildi.

İkinci oturum için ise İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı (İHH), İnsan Hakları Derneği (İHD), İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) ile Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı komisyona çağırıldı.

BirGün’den Mustafa Bildircin’in haberine göre Komisyon toplantısını, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş yönetti. Komisyon üyesi 52 milletvekili, komisyonda eksiksiz yer aldı.

Komisyon Başkanı Numan Kurtulmuş. toplantıyı saat 14.07’de açtı. Kurtulmuş, komisyonun amacının geçmişteki tartışmaları tekrar etmek olmadığını belirtti. Sürecin 86 milyonun uzlaşısı ile tamamlanmasını isteyenlerin yanı sıra, “Süreci zehirlemek isteyenler de bulunduğunu” belirterek, şunları söyledi:

“Komisyonda hiç konuşulmamış bazı konuları, konuşulmuş gibi ortaya koymak provokatörlüktür. Mesele, bu milleti bir daha bu acıları yaşamayacak şekilde barış içerisinde, adaletle yarınlara taşımaktır. Bunun için de komisyon, üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirmektedir. Türkiye’de 11 siyasi partiyi temsil eden bu komisyon, büyük bir olgunluk içinde çalışıyor.”

ADALET MÜCADELESİ

Kurtulmuş’un konuşmasının ardından ilk söz, Cumartesi Anneleri adına İkbal Yarıcı’ya verildi. Yarıcı, komisyonda bulunma amacını, “Yaşam hakkı elinden alınan ağabeyim Hayrettin Eren'in hakkını aramaktır” diyerek açıkladı. Eren’in, 21 Kasım 1980 tarihinde arkadaşıyla buluşmak üzere Saraçhane’ye gittiğini anlatan Yarıcı, şunları söyledi:

“Buluşmayı öğrenen polis, Hayrettin Eren’i gözaltına alarak karakola götürdü. Ağabeyimin gözaltına alındığını öğrenen annem babam karakola gitti ama onlara, Gayrettepe Emniyet’e götürüldüğü söylenildi. Oysa arabamız Emniyet'in oradaydı. Annem ağabeyimi sormaya gittiğinde defalarca tartaklanarak uzaklaştırıldı. Gözaltı süresinin bitmesini bekledik ama 90 günlük bu sürenin sonunda da ağabeyimizin akıbetini öğrenemedik.

'"DOSYAYI AÇARSAM İŞİMDEN OLURUM’ DENDİ"

Fikri Sağlar, 1986’da milletvekiliyken Hayrettin Eren ile ilgili soru önergesi vermişti, ona da cevap gelmedi. Babam İstanbul Savcılığına başvurdu fakat savcı, ‘Ben bu dosyayı açarsam işimden olurum’ diyerek dosyayı açmadı. Bu psikolojik işkencenin üzerimizdeki yükü düşünmenizi istiyorum. Hayrettin Eren’i hep canlı bekledik, yıllar geçti annem karanfil koyabileceği bir mezara razı oldu.

'DEVLET, GÖZALTINDA KAYBOLMA POLİTİKASINI SİSTEMATİK OLARAK UYGULADI'

1995 yılına kadar aile olarak mücadele ettik, 1995 yılında bütün kayıp yakınlarıyla birleştik ve Galatasaray Meydanı’nda mücadelemizi sürdürdük. Annem 2019 yılında iki gözü açık olarak bize veda etti. Annemi ve bütün kaybettiğimiz annelerin bize bıraktığı yerden adalet arama mücadelemizi sürdüreceğiz. Hayrettin Eren bir suç işlediyse kolluğun görevi onu adalete teslim etmekti. Böyle olsaydı yasalar çerçevesinde yargılanır, cezası varsa cezasını çeker ve aramıza dönerdi. Yargılanma hakkı, yaşam hakkı ellerinden alındı. Hayrettin Eren kaybolduğunda Şükrü Balcı, Mehmet Ağar ve Tayyar Sever görevdeydi. Ağabeyim faili meçhul değildi. Ağabeyimin akıbetinin sorumlular tarafından açıklanmasını bekliyorum. Devlet, gözaltında kaybolma politikasını sistematik olarak uyguladı ve devam ettirdi.”

CUMARTESİ ANNESİ KIŞLAKÇI: SORUMLULARIN İFADESİ BİLE ALINMADI

Cumartesi Anneleri’nden Maside Ocak Kışlakçı ise gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alamadığı ağabeyi Hasan’ın yaşadıklarını ve adalet mücadelesini komisyonda paylaştı. Kışlakçı, ağabeyinin kaybedilmesinde Korkut Eken, Mehmet Ağar ve Tansu Çiller’in sorumluluğu bulunduğunu savunarak, “Bu kişilerin ifadeleri dahi alınmadı” diye konuştu.

Ağabeyinin bir ormanlık alanda köylüler tarafından bulunduğunu ve vücudunda işkence izleri bulunduğunu kaydeden Kışlakçı, şu ifadeleri kullandı:

“Köylüler jandarmaya haber vermişler, jandarma abimi bulduğunda ayakkabı bağcıkları, kemeri yokmuş. Ellerinde parmak izi alınırken kullanılan boya varmış. Tanıklar da zaten abimi gözaltında gördüklerini söylüyordu. Ağabeyimin izleri, devletin kurumlarından geçirilirken silinmek istenmiş. Dönemin insan haklarından sorumlu devlet bakanı, devlet adına bizden özür dilerken kandırıldığını itiraf etmiştir. Abimin kaybedilmesinde sorumluluğu olanların yargılanması için başvurularda bulunduk. Başvurularımız takipsizlikle sonuçlandı. AİHM, ‘Yaşam hakkı ihlaline’ ve ‘Etkin soruşturma yürütülmediğine’ karar verdi. Abimin soruşturma dosyası halen Beykoz Adliyesi’nde. Yaşananlarda sorumluluğu bulunan Korkut Eken, Mehmet Ağar, Tansu Çiller ve yöneticilerinin ifadeleri alınmadı.

YASAKLI MEYDAN

Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirdiğimiz barışçıl buluşmalarımız, polis şiddetiyle engellendi. Galatasaray Meydanı, demir bariyerlerle kapatılarak, ağır silahlı polislerin konuşlandığı bir polis noktasına dönüştürüldü. AYM, meydanın derhal açılmasını söylese de Galatasaray Meydanı halen yasaklı bir meydan. AYM kararını tanımayan, yurttaşın hak ve özgürlüklerini kullanmasını engelleyen kamu görevlilerinin tutumu, uluslararası kamuoyunun da tepkisini çekti. İnsanlığa karşı suçlara yönelik cezasızlık, barışın önünde engeldir.

CUMARTESİ ANNESİ TOSUN: 30 YILDIR BEYAZ TOROS’UN PEŞİNDEN KOŞUYORUZ

Cumartesi Annesi ve insan hakları savunucusu Besna Tosun ise gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alamadıkları babası Fehmi Tosun’un başına gelenleri ve ailesinin adalet mücadelesini aktardı. Babasının, evlerinin önünden bir araç ile zorla kaçırıldığını ifade eden Tosun, “Beyaz Toros’un arkasından koştuk ve 30 yıldır halen bu aracın peşinden koşuyoruz” dedi.

"HÜKÜMET, ETKİN SORUŞTURMA VAADİNİ YERİNE GETİRMEDİ"

Tosun, uzun yıllardır verdikleri adalet mücadelesini şöyle anlattı:

“Polisin sahte dediği plakayı, yıllar sonra İçişleri Bakanlığı’na sorduğumuzda, ‘Özel hayatın gizliliği’ gerekçesiyle bize bilgi verilmedi. Plaka sahte değildi ama devlet, failleri korumayı seçti. Başvurduğumuz hukuk yollarının hiçbiri sonuca ulaşmadı. Hükümet, etkin soruşturma vaadini yerine getirmedi. Dosyamız, zaman aşımına uğratılıp kapatıldı. İtirazlarımız reddedildi. Böylece, bütün hak arama yolları bizlere kapatıldı. Köyümüz yakıldı, imam olan dedem, seccadenin üzerinde vuruldu. Ben dokuz yaşında buna tanık oldum. Dedem saatlerce can çekişti ve kimsenin ona yardım etmesine izin verilmedi. Köyümüzden sürüldük, evsiz kaldık, yeni bir yaşam bulabilme umuduyla İstanbul’a taşındı. Dedemden sonra bu kez babam, evimizin önünden gözaltına alınarak kaybedildi. Annem, babası öldürüldüğünde 28, kocası öldürüldüğünde 30 yaşındaydı.”