Haber: Fatoş Erdoğan

Cumartesi Anneleri/İnsanları’na 10 Haziran 2023 tarihindeki 950. hafta buluşması gerekçe gösterilerek “kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmamak” suçlamasıyla dava açıldı. Davanın ilk duruşması Çağlayan Adliyesi 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülüyor.

AYM kararlarının uygulanmasını talep ettikleri için gözaltına alınan ve dava açılan Cumartesi Anneleri/insanlarının üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaları ve Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesi uyarınca bazı hakları kullanmaktan yoksun bırakılmalarını talep ediliyor.

23 Ağustos 2023 tarihli iddianamede 84 yaşındaki Selvi Gülmez, 73 yaşındaki kayıp yakını Mikail Kırbayır ve 72 yaşındaki kayıp yakını Hanife Yıldız ile birlikte kayıp yakınları Besna Tosun, Ali Newroz Tosun, Maside Ocak, Ali Ocak, Hasan Karakoç, İkbal Eren, İrfan Bilgin ve hak savunucuları Cüneyt Yılmaz, Hatice Korkmaz, Hünkar Hüdayi Yurtsever, İsmail Yücel, Leman Yurtsever, Meryem Bars, Mukaddes Şamiloğlu, Oya Meriç Eyüboğlu, Sebla Arcan ve Aylin Tekiner “şüpheli” olarak hakim karşısına çıktı.

Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın yargılandığı davanın ilk duruşmasına DEM Parti Milletvekili Kezban Konukçu, DEM Parti MYK Üyesi Musa Piroğlu, İHD Eş Genel Başkanları Eren Keskin, Hüseyin Küçükbalaban, Batman Barosu Başkanı Erkan Şenses, Van Barosu Başkanı Sinan Özaraz, TİHV Genel Sekreteri Coşkun Üsterci, ABD, Almanya, Çekya, Fransa, AB Türkiye Delegasyonu, Hollanda, İsveç Konsolosluğu temsilcileri, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH), İşkenceye Karşı Dünya Örgütü (OMCT), Paris Barosu, Tehlikedeki Avukatlar için Gözlemevi (OIAD), Uluslararası Af Örgütü, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Hakikat, Hafıza ve Adalet Merkezi, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı katıldı.

Duruşma kimlik tespitinin ardından başladı. İlk savunmayı 43 yıl önce gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren Yarıcı yaptı.

İkbal Eren Yarıcı'nın tam savunması şöyle:

"Ben İkbal Yarıcı, 20 Kasım 1980’de gözaltına alınarak kaybedilen Hayrettin Eren’in kardeşiyim.

Hayrettin Eren’e ne olduğunu anlatmazsam bu beyan eksik kalır.

Hayrettin Eren, 20 Kasım 1980’de Haşim İşcan Geçidi’nden arabası ve bir arkadaşı ile gözaltına alındı ve Karagümrük Karakolu’na götürüldü. Bunu haber aldığımızda annem ve babam Karagümrük Karakolu’na gitti. Karakoldaki görevliler kayıt defterine bakarak 5 arkadaşı ile Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildiklerini söylediler. Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne giden annem ve babama oradaki görevliler de burada böyle bir kişinin olmadığını söylediler. Tekrar Karagümrük Karakolu’na giden anneme ve babama “Biz Hayrettin Eren’i gözaltına almadık, size yanlış bilgi verilmiş.” dediler. Daha sonra defalarca Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne giden annem Elmas Eren’e, emniyetin bahçesinde arabamızı gördüğü halde oğlunun orada olmadığını söyleyip inkâr ettiler. Bundan sonra çeşitli zamanlarda annem Elmas Eren ve babam Kemalettin Eren iç işleri bakanlığı, adalet bakanlığı, güvenlik konseyi gibi sorumlu olabilecek her yere başvurdukları halde bütün kapılar yüzlerine kapandı. Sizin çocuğunuza bunlar yaşatılsaydı siz ne yapardınız?

Abim Hayrettin Eren’le yakın zamanlarda Nurettin Yedigöl, Süleyman Cihan ve Mustafa Asım Hayrullahoğlu Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nde kaybedildiler. Süleyman Cihan ve Mustafa Asım Hayrullahoğlu’nun cansız bedenlerine daha sonra ulaşıldı. Nurettin Yedigöl ve Hayrettin Eren’in akıbetleri hala belli değil. Bu 4 kişinin kaybedildiği dönemde, terörle mücadele şube müdür yardımcısı Mehmet Ağar, emniyet 1. şube müdürü Tayyar Sever, Fikret Işınkaralar ve o tarihlerde görev yapan diğerleri, onların kaybedilmesinin sorumlularıdır. Bu durumda abim Hayrettin Eren’in akıbetini sorduğum için ben değil, abimin yaşam hakkını elinden alanlar yargılanmalı.

Şayet Hayrettin Eren bir suç işlediyse yargılanır, kanunların gerektirdiği ceza verilirdi. Şu anda da aramızda olurdu. Soruyorum size, anayasanın hangi maddesinde gözaltına alınan bir kişi zorla kaybedilebilir ve hatta ailesi yok sayılarak herhangi bir yere atılır der? Bizden bu insanlık suçunu işleyenleri görmezden gelmemiz isteniyor. Siz olsanız ne yapardınız?

Biz kayıp aileleri olarak bütün kapılar yüzümüze kapatıldığı için Cumartesi Anneleri olarak kayıplarımız için bir arada durmayı ve birlikte adalet mücadelesi vermeyi seçtik. 27 Mayıs 1995’ten beri Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri olarak anayasanın bize verdiği demokratik hakları kullanarak yüksek sesle sevdiklerimizin akıbetlerini soruyoruz ve mezarlarını istiyoruz. 2011 yılında başbakanlık görevi sırasında Recep Tayyip Erdoğan, Cumartesi Anneleri’ni Dolmabahçe ofisinde kabul ederek, “Sizin sorununuz benim sorunumdur.” diyerek Cumartesi Anneleri’nin haklı taleplerinin karşılayacağı sözünü vermiştir.  Fakat, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin eski içişleri bakanı Süleyman Soylu  2018 yılında bizi ve kayıplarımızı hedef alarak anneleri terörist olarak ilan etmiş ve “O kaybedilenler Eminönü’nde mendil satarken kaybedilmediler.” diyerek gözaltında kaybetmenin bir  devlet politikası olduğunu kabul etmiştir. 

699 hafta demokratik haklarımızı kullanarak  Galatasaray Meydanında oturduk. Kayıplarımızın akıbetini sorduk. Faillerinin yargılanmasını istedik. Bu oturmaların yaklaşık son 2 yılında polis bizim güvenliğimizi de aldı. Fakat 28 Ağustos 2018’de, 700. Hafta oturmamız yine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun isteği ve Beyoğlu Kaymakamlığı’nın emriyle yasaklandı. Çok sert polis şiddeti ile engellendi. 46 kayıp yakını ve insan hakları savunucusu gözaltına alındı ve haklarında dava açıldı. O günden bugüne kadar Galatasaray Meydanı çelik bariyerlerle “kamu güvenliğini sağlamak adına” 7/24 abluka altına alınmış, Cumartesi Anneleri’ne ve İstanbullulara kapatılmış, adeta bir karakol haline getirilmiştir.

Peki soruyorum, 699 hafta Cumartesi Anneleri’nin demokratik haklarını kullandığı için izin veren Beyoğlu Kaymakamı kamu güvenliğini bozmak için mi izin verdi? Yani, suç mu işledi? Bizi koruyan, güvenliğimizi alan polis de suç mu işledi?

PEKİ NEDEN 700. HAFTA VE SONRASINDA ENGELLENDİK?

1995’ten 2018’e kadar olan zaman içinde Galatasaray Meydanı bizim için bir hafıza mekânı haline geldi. Sevdiklerimizin mezar yerleri olmadığı için, Galatasaray Meydanı’nı bizim mezarlığımız gibi gördük. Zamanla Cumartesi Anneleri’nin hak ve adalet mücadelesi, ülkenin vicdanı haline geldi. Bu görüntü ülke sınırlarını aşınca cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bundan rahatsız oldu. Bu nedenle Galatasaray Meydanı kapatılarak, Cumartesi Anneleri’nin basın açıklamaları yasaklanarak gözaltında kaybetme politikasının gündemden düşürülmesi kaybedilenlerin unutturulması Cumartesi Anneleri’nin hak ve adalet mücadelesinin bastırılması hedeflendi. Oysa bizim yaptığımız anayasanın bize verdiği demokratik haklarımızı kullanarak kamu düzenini bozmadan, şiddet kullanmadan, slogan atmadan son derece barışçıl bir şekilde kayıplarımızın akıbetini sormaktı. 700. haftadan sonra bunu İnsan Hakları Derneği önünde yapmaya devam ettik. Asla vazgeçmek gibi bir niyetimiz yok. 700. haftada gözaltına alınan 1995 yılında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri bireysel başvuru hakkını kullanarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlaline uğradığımıza dair verdiği kararın haklılığı ile – ki biz bunu zaten biliyorduk- 8 Nisan 2023’te 941. Haftamızda tekrar Galatasaray Meydanına çıktık. Ancak çevremiz kalkanlı polisler tarafından sarıldı. Avukatlarımız Anayasa Mahkemesi kararını göstermesine rağmen demokratik haklarımız engellendi. Dağılmamız için bir uyarı yapılmadı, hiç direnmedik, gözaltına alındık. Gözaltına alınırken zaman zaman kelepçelendik, darp edildik, araç içerisinde havasız ortamda saatlerce bekletilerek kötü muameleye maruz bırakıldık.

29 hafta her cumartesi günü İstiklal Caddesi’nde Galatasaray Meydanı yakınlarında, görüldüğümüz yerde çevremiz sarıldı ve gözaltına alındık. Her hafta anayasal hakkımızı kullandığımızı söylesek de Anayasa Mahkemesi kararını göstersek de suç işlediklerini söylesek de hiçbir direnç göstermediğimiz halde kelepçelenerek gözaltına alındık. Gözaltına alınırken önce çevremiz kalkanlarla çevriliyor sonrasında bazı haftalarda dağılın anonsu yapılıyor koridor açın dağılalım dediğimiz halde asla dağılmamız için koridor açılmıyordu. Derhal gözaltı aracı çağırılıyor ve koridor gözaltı aracının kapısına doğru açılıyordu. Emniyete gitmeden önce ve ifade sonrasında sağlık kontrolünden geçirilmek üzere devlet hastanelerinin çoğunda adli birim olmadığı için acil servislerine götürüldük. Acil hastalar bekletilerek bizim sağlık kontrollerimiz yapıldı. Hastanelerde polis eşliğinde hastaların arasında beklemek benim için son derece onur kırıcı bir davranıştı. Ayrıca acil hastaları bekletmek son derece sakıncalı ve insanlık dışı bir davranıştır.

Bugün burada bulunmamızın nedeni 950. Hafta buluşmasına ilişkin. 10.06.2023 tarihindeki 950. Hafta buluşmamıza ben biraz geç kaldığım için arkadaşlarımın yanına ulaşamadım. Kalkanlı polislerden oluşan çift sıra bariyer oluşmuştu. Bu bariyer öyle geniş tutulmuştu ki İstiklal Caddesi’nde insanlar ancak tek sıra halinde yürüyebiliyordu. Ben de dışarıda kalan arkadaşlarımla birlikte gözaltına alınan arkadaşlarımı bekledim. Onlar araca bindirilip götürülene kadar oradan ayrılmadım. Bir kayıp yakını olarak hem orada olamamak hem de arkadaşlarımın gördüğü haksız muameleye tanık olmak psikolojik bir işkenceydi. “Bu insanlar ne yapıyor ki? Sadece kaybedilen yakınlarının akıbetini soruyor, evlatlarının mezarlarını istiyorlar.” diyerek yanımda olan arkadaşım Mukaddes Şamiloğlu ile ona ilaç almak ve sonrasında da İnsan Hakları Derneği’ne gitmek üzere İstiklal Caddesi’nde yürümeye başladık. Sanırım bir kayıp yakını olduğum için olsa gerek basın bizim önümüze geçip fotoğraf çekmeye başlayınca arkadan “alın onları” diyen bir ses duydum. Anında çevremiz sivil polislerce çevrildi. Mukaddes Şamiloğlu kalp hastası ve ilaç alması gerekiyordu. Arkadaşımın kalp hastası olduğunu ilaç alması gerektiğini gözaltına alınması halinde kendileri için de istenmeyen şeyler olabileceğini söyleyip “Beni alın ama onu bırakın.” dediğim halde ikimizi de bir araca bindirip diğer arkadaşlarımızın yanına Eyüp Devlet Hastanesi’ne sağlık kontrolüne oradan da hep birlikte ifade için Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Biz iddianamede belirtilen 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununun 32/1 maddesine aykırı bir davranışta bulunmadık.

941. haftada aynı eyleme kovuşturmaya yer yok kararı veren cumhuriyet savcısı Erol Çelik’in 950. Hafta için dava açmış olması adaletin kendisi ile çelişmektedir.

Ayrıca aynı gün (10 Haziran 2023) UEFA şampiyonlar ligi maçı İstanbul’da yapılacaktı. Maç gerekçe gösterilerek 950. Hafta açıklamamız yasaklandı.  Biz serbest bırakıldıktan sonra İstiklal Caddesi’ne geldiğimizde karşılaştığımız manzara bir çifte standart niteliğindeydi. Taraftarların taşkınlıklarını, küfürleşmelerini, meşalelerden çıkan dumanla ortamı göz gözü görmeyecek hale getirmelerini çevredeki sayısız resmi ve sivil polis bir günlük etkinlik yasağına rağmen müdahale etmeden sadece seyrediyordu. Biz neden sadece basın açıklamamızı okuyup dağılamadık? Adalet herkes için değil mi?

Biz bu adalet sistemi içinde her hafta gözaltına alınmaya devam ederken 28. Haftamızdan sonra yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya  “Cumartesi Anneleri’nin mağduriyetini gidereceğiz.” diyerek bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan sonra İstanbul Valiliği’nin davetiyle 3 kez müzakere yaptık. Müzakereler sonucunda Galatasaray’da 10 kişi ile kısıtlı olarak basın açıklaması yapılması konusunda uzlaştık. 11 Kasım 2023 tarihinden itibaren çelik bariyerlerin önünde 10 kişi sınırlamasıyla basın açıklamalarımızı yapıyoruz. Biz 950. haftamızda da aynı şeyi yapmak istemiştik.

Dolayısıyla bugün nasıl suç işlemiyorsak 10 Haziran 2023 tarihinde de önceki ve sonraki haftalarda da suç işlemedik. Buna göre;

Başbakanlığı döneminde “Sizin sorununuz benim sorunumdur.” diyerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır için alt komisyon açılmasını sağlayan bugünün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan suç mu işlemiştir?

Öyleyse yargılanması gerekenler demokratik haklarımızı kullanmak isteyen bizler değil Anayasa Mahkemesi kararını  ve  kanunları yok sayarak   her hafta yasaklama kararı alan kaymakam ve  bizi her hafta  gözaltına alan kamu görevlileridir.

İstanbul Valisi Davut Gül “Bu kaybedilenler bizim zamanımızda kaybedilmedi.” diyerek abim Hayrettin Eren ve tüm kayıplarımızın kaybedilmesinden geçmiş dönem hükümetlerini sorumlu tuttu ve devlet eliyle kaybedilmiş olduklarına da vurgu yapmış oldu. Bu durumda, bizim 43 yıllık mücadelemizin haklılığını da beyan ediyor. Öyleyse devlette devamlılık esastır.

Sevdiklerimiz bizden alınarak bize büyük bir acı yaşatıldı.   Bu acı devletin tüm başvurularımıza “biz de yok”  cevabı vermesiyle,  savcıların sevdiklerimizle ilgili hakikati etkili bir şekilde soruşturmamasıyla daha da derinleşti. Şimdi ise sevdiklerimizle ilgili hakikat talebini dillendirdiğimiz için biz yargılanıyoruz. Bu durum yaşadığımız acı ve ıstırabı daha da arttırıyor.

Abim Hayrettin Eren ve tüm kayıplarımızın yaşam haklarını elinden alan ve insanlık suçu işleyen faillerin yargılanması gerekmez mi? Burada bizim değil de onların olması gerekmez mi?

Sonuç olarak bizler 1995 yılında beri kayıplarımızın akıbetini sormak için Galatasaray Meydanında buluşmaktayız. Bu eylemlerin suç oluşturduğunu düşünmüyorum. Bizler bu alana var olduğumuz sürece çıkmaya devam edeceğiz."

Duruşma salonuna küçük olduğu için avukatlar büyük salon talebinde bulundu.  Mahkeme başkanı taleple ilişkili müzakere yapmak için duruşmayı öğleden sonraya bıraktı.