Orhan Sarıbal, Nilüfer’de besicileri ziyaret etti. Bir besici, ekonomik kriz nedeniyle yaşadıkları sorunları Sarıbal’a anlatırken şunları söyledi:

“SÜTÜN LİTRE FİYATI 10-11 LİRA OLMALI”

“Sütün litresinin en az 10 lira ila 11 lira arasında satılması gerekiyor ki biz de işletmemize dışarıdan takviye para bulmak zorunda kalmayalım, işletme kendini çevirsin. Buzağılarımız o zaman bize kâr kalsın. Şu an şu fiyatlarda buzağı bize kâr kalmıyor. Yani annesi, buzağı yemiş oluyor, parasını yemiş oluyor. Kurtarmıyor. Dileriz fiyatlar artar.”

“SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK DÜŞÜNÜYORSAK TARIM VE HAYVANCILIK BERABER OLMALI”

Diğer bir besici de “Siz de ziraat mühendisiniz. Bizim halimizden en iyi siz anlıyorsunuz. Öğrenci arkadaşlarla geçen konuştuğumuzda, ümitlerinin olmadığını gördüm. Birilerinin artık bu hayvancılığa el atıp düzgün yerlere getirmesi lazım. Sürdürülebilir bir tarıma devam edilmesi lazım. Tarım ve hayvancılığın birbirinden ayrılmaması lazım. Sürdürülebilirlik düşünüyorsak tarım ve hayvancılık beraber olmalı” dedi.

“ÜRETEN BİZİZ, YÖNETİME DE BİZ DAHİL OLMAK İSTİYORUZ”

Bu işle ilgilenen yetkililerin sorunun çözümüne dair yöntemleri bildiğini ama gelinen sürecin politik bir tercih olduğunu söyleyen başka bir besici ise “Artık hayvancı, yetki merkezlerinden bir destek ya da onlarla ilgili bir karar alınmasını istemiyor. Hayvancı, kendi örgütlülüğü içerisinde, ürettiği değeri sömüren mekanizmanın üzerinden kalkmasını, halkı sömüren sistemi halktan yana dönüştüren politikaları üretecek politikacıların programlarını incelemek istiyor. Halk, artık boş lafla sadaka dağıtır gibi üç kuruşluk, beş kuruşluk desteklerden yana değil. Ürettiği ürünün fiyatını belirlemek, ‘üreten biziz, yönetime de biz dahil olmak istiyoruz’ diyen bir sistem istiyoruz” dedi.

“BU ŞEKİLDE HAYVANCILIĞIN GİTMESİ MÜMKÜN GÖRÜNMÜYOR”

Orhan Sarıbal da şunları söyledi:

“Burası canlı bir hayat. Elektrik düğmesine basıldığı gibi olmuyor. Hayvanların hastalığı var. Hayvanların değişik sorunları var. Genel hastalıklar var; aşısı, veterineri, zooteknisti var. Yani çok çok önemle bakılmalı bu işe. Sadece para ve kârlılık üzerinden bakılmamalı. Bir devlet, bir ülke ne olursa olsun tarım, özellikle bitkisel ve hayvansal üretimine sahip çıkmalı. Çünkü süt olmazsa çocuklarımız neyle beslenecek? Bu toplum neyle beslenecek? Yoğurt, peynir, süt, ayran, onlarca değişik ürün; toplumun temel gıdası. En önemlisi bu. Üç ziraat mühendisinin olduğu bu işletmede bütün iğnesi, ipliği, her türlü hesaplamalar doğru yapılmasına rağmen eğer bu işletme zarar ediyorsa bu işin nasıl sürdürülebileceğine aklımız kesmiyor. O yüzden acilen ciddi bir destek… Bu destek yem biçimi ile olabilir, yem katkısı ile olabilir, prim üzerinden olabilir. Ama bu şekilde hayvancılığın gitmesi mümkün görünmüyor.

“ÜRETEREK ZARAR EDEN, ÜRETEREK BATAN BİR SEKTÖR NE YAZIK Kİ”

Üreticinin isyanı belli. Üreterek zarar eden, üreterek batan bir sektör ne yazık ki. Geçmediğimiz köprülere, binmediğimiz uçak yollarına, havaalanlarına, hastanelere garanti var. Ama çiftçinin ürettiği, 85 milyon insanın beslendiği süt hayvancılığına, besi hayvancılığına doğru dürüst bir destek yok. Yani süt meselesi, et meselesi, bir yaşam, gıda meselesi. Herhalde yoktur başka dünyada bir ülke ki süt üreticisinin, et üreticisinin fiyatı ve fiyatının nasıl olacağı konusundaki kararı Hazine ve Maliye Bakanlığı versin. Adam, her şey karar veren noktasında. Sayın Bakan; yola, köprüye, hastaneye nasıl garanti veriyorsan, 500 milyar faiz, kur korumalı ve diğer alanlar için harcıyorsan çiftçiye de tarıma da süte de ete de bu olanakları sağlayacaksın. Para var, yeter ki tercihini çiftçiden, üreticiden ve 85 milyon halkın gıdasından yana kullanmalısın.”