Milli Eğitim Bakanlığı, 74 bin okulda ve 744 bin derslikte, 20 milyon 481 bin öğrenci ve 1 milyon 178 bin öğretmenin ders başı yaptığını duyurdu.

Ancak eğitim ve öğretim yılı tarihin en ağırı olan ekonomik krizin gölgesine başlıyor. Asgari ücretin açlık sınırının bile altında kaldığı, fiili enflasyonun 130’ları geçtiği bir dönemde milyonlarca çocuk en temel besin maddelerine bile ulaşmakta zorlanıyor.

Yeni eğitim ve öğretim yılını değerlendiren Veli-Der Genel Başkanı Ömer Yılmaz, günlük bir öğrencinin sadece beslenmesinin 100 TL olduğuna dikkat çekerek “Asgari ücretle geçinen bir aile bu parayı nasıl verebilir ki?” diye sordu.

Yılmaz çocukların açlıkla karşı karşıya olduğunu gerçeğini şu sözlerle dile getirdi:

“Özellikle anaokulundan başlamak üzere liseye kadar tüm çocuklara bir öğün yemek ve içilebilir su talebimiz vardı. Okullardaki yeme içme masrafı arttı. Kantinlerde bu sene geçen seneye göre 1,5 kat arttı. Bir öğrencinin 100 TL'ye yakın masrafı olacak. Asgari ücret alan velinin her gün çocuğuna 100 lira verme olanağı yok.”

Yeni eğitim ve öğretim yılına girerken yaşanan sorunları Yeni Yaşam’a değerlendiren Eğitim Sen Genel Başkanı Prof. Nejla Kurul, eğitimin ticarileştirilmesi okulların kamusal niteliğini yitirmesi çok ciddi bir sorun. ‘Türkiye’yi şirket gibi, patron talimatlarına göre yöneteceğiz’ diyenler okullara da bu anlayışla yaklaşıyorlar.” dedi.

Kurul, yaşanan ekonomik krizinin yeni eğitim ve öğretim yılına etkilerine ilişkin ayrıca şunları ifade etti:

“YOKSULLARA EĞİTİM YOK”

"Bir adet renkli kuru kalem kutusunun fiyatı geçen yıl 35 lira iken şimdi 105 liraya çıkmış durumda. Eğitim emekçileri motive edici bir eğitim süreci için haklı olarak öğrencilerin rengârenk kırtasiye malzemelerine sahip olmalarını istiyorlar. Çocuklar ellerinde listelerle kırtasiye pazarına geliyorlar. Bir alışverişte asgari ücretli bir veli maaşının en az 2 bin lirasını bu aylarda önlük, çanta, kırtasiye malzemelerine ayırmak zorunda kalacak. İşsiz ve yoksul velileri, bir okul günü içinde bir bardak temiz suyu içmesini sağlayacak bir harçlığı öğrencinin cebine koyamayacak.

Kantinlerdeki ürünler bir yandan sağlıksız bir yan da çok pahalı. Bu nedenle öğrencilerimiz için okullarda temiz içme suyu ve bir öğün ücretsiz öğle yemeği uygulamasına okullarda mutlaka geçilmelidir. Bu gereksinme öğretmenler için de açıkça hissediliyor. Tam gün eğitim yapılan okullarda eğitim emekçileri hazır yiyeceklere yöneliyorlar. Sağlıklı, güvenli ve dengeli beslenme hem öğrenciler hem de öğretmenler için çok acil bir gereksinme.

Okula ulaşım sorunu da halen çözülmüş değil! Özellikle küçük yaş gruplarının okula ulaşımı ancak yüksek servis ücretleri ile piyasa koşullarında karşılanmaya çalışılıyor. Kamucu bir toplu taşım sistemine gereksinme var. Öğrenci yurtlarının yetersizlik zaten devasa bir sorun! Yeterli yurt olanağı sağlamayarak üniversite öğrencileri, özel yurtlara, özellikle dinci vakıf ve derneklerin işlettiği yurtlara yönlendiriliyorlar.

Yoksul ailelerin çocukları, yeterli su içemediği ve beslenemediği için derslerde başta baş ağrısı olmak üzere ciddi sorunlar yaşıyorlar. Dengeli beslenemedikleri için bedenleri çeşitli hastalıklara açık hale geliyor. Okullarda düşüp bayılan öğrencilerle karşılaşıyor üyelerimiz. Beslenme ve temiz içme suyu öğrencilerin birincil ve yaşamsal gereksinmesi! İyi bir öğrenme süreci için bu birincil gereksinme okullarda mutlaka karşılanmak zorunda! Bu yapılırsa öğrencilerin okula devamının artacağını ve okul terklerinin azalacağını düşünüyoruz.

ŞİRKET GİBİ YÖNETİYORLAR

Eğitimin ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi, okulların özel bir şirket gibi çalışmaya teşvik edilmesi, okulların kamusal niteliğini yitirmesi çok ciddi bir sorun. “Türkiye’yi şirket gibi, patron talimatlarına göre yöneteceğiz” diyenler okullara da bu anlayışla yaklaşıyorlar. Okula kayıt sürecinde sözde ‘bağış’ ama fiilen kayıt parası alma uygulamaları zaten vergilerini ödeyen velileri zora sokuyor. Velilerden okulların sınav odaklı sistemde başarı (!) durumuna göre, 20 binden başlayarak 100 binleri aşan kayıt parası talepleri basına yansıyor. Kamu okulları böylece “özel okul” ya da piyasa benzeri bir etkinlik içine çekiliyor. Biz şunu soruyoruz, tüm yurttaşlar eşitse okullar arasında fiziksel ortam, sunulan sosyal, kültürel olanaklar, öğretmen nitelikleri neden birbirinden bu kadar farklı? Tüm çocukların eşdeğer bir eğitim görme olanağı varken neden ayrıştırmaya gidiliyor ve piyasaların acımasız koşullarına benzer koşullar devlet okullarında yaratılmak isteniyor?

Ayrıca devletin yükünü azaltmak gibi savunularla devletin kamusal alandan elini çekmesi, merkezi yönetim bütçesinden çok daha az kaynak ayrılarak kamusal eğitimin niteliğini düşürme, eğitimin dinsel kurallara göre düzenlenmesiyle emeğin orta katmanlarını özel okullara itme, özel okulun artan fiyatlarını karşılamak için velileri çok yüksek ücretlerle borçlandırmaya yönlendirmek, kamusal eğitimi bir çöküşe doğru iterek özel okullara geçiş hızlandırılmak isteniyor. Bu süreçten en çok emeği dışında bir şeyi olamayan mülksüzlerin çocukları olumsuz etkileniyor."