Uzun mesafeli uçuşlarda dehidrasyon yaygın şekilde görülüyor. Susuzluk sebebiyle boğazınızın, burnunuzun ve cildinizin kuruduğunu hissedebilirsiniz. Uçuş ne kadar uzun olursa, dehidrasyon riski de o kadar artıyor.

Schiemer nemin kabinde yüzeye göre daha düşük olduğunu ve bunun, susuzluğa yol açtığını belirtti. Zira kabinde dolaşan havanın büyük kısmı dışarıdan geliyor. Yüksek irtifalarda havada çok fazla nem bulunmuyor.

Yeterince su tüketmemeniz veya çok içki içmeniz dehidrasyon tehlikesini artırıyor. Pilot bu sebeple uçağa binmeden önce ve uçuş esnasında normalden daha fazla su içmenizi tavsiye etti.

KABİN KULAĞI, BAĞIRSAKLARI VE UYKUNUZU ETKİLEYEBİLİYOR

Kabin basıncı değiştikçe vücuttaki havada dengesizlik meydana geliyor. Uçak yükseldikçe ve basınç düştükçe bu dengesizlik artıyor. Bu durum kulak ağrısına, baş ağrısına ve normalden daha fazla gaz çıkarmaya sebebiyet verebiliyor.

Doktor Schiemer normalden daha uykulu hissedebileceğinizi de hatırlattı: Bunun nedeni vücudun irtifada kabin havasında, yüzeydeki kadar oksijen alamaması.

Vücudun kendisini korumak için yavaşladığını ve bunun insanları uykulu hissettirdiğini belirtti.

PIHTI RİSKİ ARTIYOR

Schiemer, uzun süre hareketsiz kalmanın pıhtı riskini artırdığını söyledi. Bacakta atan pıhtının akciğere kadar gidebileceğini hatırlattı. Yaşlı bireylerin, obezlerin, önceden pıhtıdan mustarip olanların, kanser hastalarının, yakın zamanda ameliyat olanların ve hamilelerin uzun süreli uçuşta pıhtıya dikkat etmesi gerektiğini önerdi.

Schiemer, yolcuların bu süreçte ne yapması gerektiğine dair kesin bir bilgi olmadığını söylese de hareket etmeyi, susuz kalmamayı ve içki tüketimini sınırlamayı önerdi.

Uzun mesafeli uçuşlarda vücudun, değişen zaman dilimine uyum sağlayamamasına jet lag deniyor. Daha uzun uçuşlarda genellikle daha fazla zaman dilimi değiştiriliyor.

Ayrıca havda ne kadar uzun süre kalırsanız aldığınız kozmik radyasyon miktarı da o kadar artıyor. Radyon kanser ve üreme sorunu riskini artırıyor.