Türk Tabipleri Birliği (TTB), 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, deprem bölgesindeki kadınların güvenli barınma alanı ihtiyacına dikkat çekti. Ankara Tabip Odası Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Komisyonu üyesi Güleser Karakoç, “Kadınlar için düşünülmemiş, güvenlikli olmayan yerleşim alanları, kadınları şiddet ve istismara açık hale getiriyor. Yıkımlardan önce söyledik; sağlıklı kentler, ancak ve ancak kadın perspektifi ile sürdürülebilir alternatiflerle mümkün. Yandaş inşaat firmalarına, sermayeye yaşamımızı tekrar tekrar peşkeş çekemeyeceksiniz. Biz kadınlar, omuz omuza, erkek egemen rantçı sisteme karşı yaşamı ve umudu tekrar öreceğiz” dedi.

TTB, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla Ankara’daki genel Merkezi’nde bugün basın toplantısı düzenledi. Kadın hekimler adına ortak açıklamayı, Ankara Tabip Odası Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Komisyonu üyesi Güleser Karakoç okudu. Karakoç, şunları söyledi:

“PATRİARKAL DÜZENİN RANTÇI SİYASETLERİ, BU MEZARLIĞA DÖNEN KENTLERİN MİMARIDIR”

“Erkek egemen kapitalist sistemin rantı önceleyen; insanı, doğayı, kadını, çocuğu yok sayan politikaları sonucu 6 Şubat’ta Maraş Pazarcık ve Elbistan merkezli yaşadığımız depremler, on binlerce insanımızı yaşamdan koparan bir katliama dönüştü. İktidara göre, her zamanki gibi, yaşananlar kaderdi, fıtrattı. Artık gerçek, su götürmez bir biçimde ortada. Yandaşların medya ve diğer araçlarla suyu bulandırma çabalarına rağmen, yüz yılın en büyük yıkımı olduğu gerçeği gizlenemez. Bir depremzede kadının sözleri ile ‘Ortada top yok, tüfek yok, işgalci yok ama her yer bir savaş alanı’. Kendi halkına bir savaş enkazı bırakmış bir iktidar var. Büyük yıkım sonrası tüm demokratik kitle örgütleri, gönüllüler ilk saatlerden itibaren dayanışmaya koşarken devlet, içi boşaltılmış yardım kurumları ve çıkar pazarlıkları nedeniyle ilk üç gün planlı afet çalışması başlatamamıştır. Patriarkal düzenin rantçı siyasetleri, bu mezarlığa dönen kentlerin mimarıdır.

“KAYIP ÇOCUKLARIN AKIBETİNİ SORUYORUZ, SESİMİZ BOŞ KUYULARDAN BİZE GERİ YANSIYOR”

Yaşanan deprem, var olan krizleri ve eşitsizlikleri derinleştirdi. Nüfusun bir bölümü, zorunlu göç ile çevre illere ve metropollere gelmek zorunda kaldı. Kalabalık hanelerde yaşama devam etmeye çalışıyorlar. Göç edecek koşulları olmayanlar da hâlâ barınma, beslenme sağlanmadığı ve hijyen şartlarının dahi oluşturulamadığı güvenliksiz çadırkentlerde ve insanlık onuruna yakışmayacak koşullarda yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Geriye kalan nüfus ise dağınık bir biçimde sosyal olanaklara ulaşamadan, derme çatma seralarda yaşam mücadelesi veriyor. Nüfusun bir bölümü hâlâ kayıp. Enkazdan kurtarılan, kayıp olan yüzlerce çocuk var. Kayıp çocukların akıbetini soruyoruz, sesimiz boş kuyulardan bize geri yansıyor. Aile Bakanı, durumu olağanlaştıran ve sıradanlaştıran söylemlerde bulunuyor.

“GÜVENLİKLİ OLMAYAN YERLEŞİM ALANLARI, KADINLARI ŞİDDET VE İSTİSMARA AÇIK HALE GETİRİYOR”

Savaşlar, ekolojik yıkımlar, ekonomik krizler her zaman önce kadınlar ve çocukları vurmaktadır dedik hep. 6 Şubat Maraş depremleri sonrasında da geniş bir coğrafyada yaşanan yıkımın sonuçları, yine kadınlar açısından daha derin ve ağır yaşanmakta. Bakım verenin kadın olduğu ailelerde, şimdi zor yaşam koşulları nedeniyle kadınlar bu yükün altında daha da ezilmekteler. Depremin yarattığı fiziksel ve psikolojik travma henüz yeni olmasının yanı sıra, sağlıksız barınma koşulları, temiz suya erişim zorluğu, tuvalet ve banyo gibi hijyen açısından önemli alanların sınırlılığı hastalıkları artırıyor, salgın riski taşıyor. Kadınlar için düşünülmemiş, güvenlikli olmayan yerleşim alanları, kadınları şiddet ve istismara açık hale getiriyor. Yıkımlardan önce söyledik; sağlıklı kentler, ancak ve ancak kadın perspektifi ile sürdürülebilir alternatiflerle mümkün.

“OMUZ OMUZA, ERKEK EGEMEN RANTÇI SİSTEME KARŞI YAŞAMI VE UMUDU TEKRAR ÖRECEĞİZ”

Biz kadınları çok önemli bir süreç beklemekte. Yıkılan kentlerde yaşamı örmek, tekrar erkek egemen rantçı sisteme teslim etmemek için, hayatta kalanların yaşama tutunma umudunu örgütleyebilmesi için dayanışmayı olanca gücümüzle örgütlemeliyiz. İrademizi, önce alanlarda, yıkımın olduğu kentlerde dayanışmayla ortaya koyacağız. Her köşe başında kadınlar ve kız çocukları için güvenli kentler kurulana kadar bir kadın isyanı yükselecek. Kentler bizim, biz kadınların kentleri olacak. Daha nice isyanımızda olduğu gibi, kaybettiğimiz canların dirilişini duyacaksınız. Yandaş inşaat firmalarına, sermayeye yaşamımızı tekrar tekrar peşkeş çekemeyeceksiniz. Biz kadınlar, omuz omuza, erkek egemen rantçı sisteme karşı yaşamı ve umudu tekrar öreceğiz. Vardık, varız, var olacağız.

“YASIMIZI YAŞARKEN ÇÜRÜMÜŞ DÜZENİN ORTASINDA YENİ YAŞAMIN TOHUMLARINI BİZLER EKTİK. ONUN FİLİZ VERİP DALLARI İLE YAŞAMI KUŞANMASININ SORUMLULUĞUNU TAŞIYORUZ”

Mahpus kadınlar, LGBTQ artılar, çocuklar, göçmen kadınlar, eşitsizliği en derinden yaşayan kesimler ile saflarda birlikte yürüyeceğiz. Kadın mücadele tarihi, önümüzü aydınlatacak. Clara’dan, Rosa’dan aldığımız bayrak, günümüzde daha da renkleniyor, kadın mücadelesi geleneğine sahip çıkarak günden güne tanımını zenginleştiriyor, yaşama anlam katıyor. Dünyanın her kıtasında, insanın iz sürdüğü her coğrafyada yıkımlara ve talanlara en güçlü yanıtı verenler, kadınlar oldu. Bizler; iradesini, isyanını rengarenk kuşanan kadınlarız. Yasımızı yaşarken çürümüş düzenin ortasında yeni yaşamın tohumlarını bizler ektik. Onun filiz verip dalları ile yaşamı kuşanmasının sorumluluğunu taşıyoruz. Bu sorumluluk ile tüm kadın hekimleri ve tüm kadın yoldaşlarımızı 8 Mart’ta alanlara davet ediyoruz. Kadın hekimler olarak, bu sene 8 Mart’ı, 6 Şubat depreminde kaybettiğimiz kadın hekimlere ve tüm kadınlara adıyoruz. Hayatta kalan ve hâlâ umudu örgütleyen tüm depremzede kadınlara selam olsun.”