Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Suat Kılıç, Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne (ABB) yönelik operasyona ilişkin, "Adalet herkes için eşit işlemeli, eşit uygulanmalıdır. Eğer bir yerde bir yolsuzluk varsa sonuna kadar gidilebilir. Ama senin hırsızın kötü, benim hırsızım iyi şeklinde bir kayırmacılık yapılmamalıdır. Ankara Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ya da başka bir belediyeyle ilgili bir operasyon yapılıyorsa bu operasyonlar geçmiş dönemleri de kapsamalıdır. Hukukun sınırları zorlanmamalıdır. Bir suç varsa yapanın yanına kar kalmamalıdır. Ama yargı sopa gibi de kullanılmamalıdır" dedi.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Suat Kılıç, partisinin MYK toplantısı sonrasında basın toplantısı düzenledi. Kılıç, şu açıklamaları yaptı:

"Değerli arkadaşlar, heyecanlıyız. Türkiye'nin ve dünyanın genel gündemine ilave partimizle alakalı özel bir gündemimiz var. Bu gündemin heyecanını taşıyoruz. Yeniden Refah Partisi olarak 3. Olağan Büyük Kongremize hazırlanıyoruz. İnşallah 16 Kasım 2025 Pazar günü başkentin en büyük Ankara Spor Salonu'nda, Türkiye'nin en büyük buluşmasını, en heyecanlı kucaklaşmasını, en coşkulu yakınlaşmasını gerçekleştireceğiz. Yeniden Refah Partisi olarak hedefimiz 3'üncü Olağan Büyük Kongre'de 100 bin kişiyle Ankara Spor Salonu'nda, başkentin gördüğü en büyük kongre organizasyonunu gerçekleştirmektir. Aziz milletimizi bu büyük buluşmaya, uyanış ve şahlanışa, Ankara'ya davet ediyoruz. 16 Kasım 2025 tarihini boş bırakın.

"Filistin devleti yokmuş gibi davranılması da tarihe düşülen bir nottur"

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Filistin gündemiyle toplandı. İki yıldır kesintisiz devam eden soykırım süresince en ciddi, en kararlı, küresel tutum Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda sağlandı. Ancak alınan tüm karar ve adımlar ABD'nin vetosuna, Trump'ın dünya liderlerini küstahça aşağıladığı toplantılara maalesef takıldı. İngiltere ve Fransa'nın da aralarında olduğu on yeni ülkenin daha Filistin devletini tanıması doğrusu değerlidir. Anlamlıdır, önemlidir. Büyük de bir kazançtır. Ancak Filistin devletini Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda tanıyan ülkelerin sayısı 160'a yaklaşmış olmasına rağmen alınan kararların atılan adımların hala ABD tarafından veto edilmesi, yok sayılması, Filistin devleti yokmuş gibi davranılması da tarihe düşülen bir nottur.

"Cumhurbaşkanımız Gazze'nin bir gayrimenkul değil vatan olduğunu Trump'a hatırlatacaktır"

İsrail yanlısı bu siyonist tutumun arkasındaki isim elbette ki ABD başkanı Trump'tır. Ve Sayın Cumhurbaşkanımız bugün Filistin için olan mücadelesine rağmen Filistin'le ilgili her olumlu adımı durduran, İsrail'i katliama kışkırtan, Gazze'yi bir gayrimenkul projesi olarak tanımlayan ABD başkanı Trump'la görüşecek. Bugün Sayın Cumhurbaşkanı Trump'la görüşecek, soykırımın hamisi Netanyahu'nun suç ortağı Trump. Umulur ki Sayın Cumhurbaşkanımız Trump'ın savaş suçlarını yüzüne vuracaktır. Umulur ki Sayın Cumhurbaşkanımız Gazze'nin bir gayrimenkul değil vatan olduğunu Trump'a hatırlatacaktır. Savaş suçlarını yüzüne vuracaktır. İsrail'in devlet değil cinayet şebekesi Netanyahu'nun yaptıklarının da meşru müdafaa değil soykırım olduğunu Beyaz Saray'da haykıracaktır.

"Bu küstahlığı, bu edepsizliği, bu aşağılık yaklaşımı reddediyoruz"

Bir kere daha söylüyoruz. Gazze için alınacak en radikal kararlarda, atılacak en sert adımlarda devletimizin ve hükümetimizin yanında olacağız. Sayın Cumhurbaşkanı Beyaz Saray'daki görüşmeye girerken bizim bu açık desteğimizi de arkasına almış olarak girecektir. Meselenin başından beri olduğu gibi söz konusu Gazze olduğunda gerisi teferruattır diyebilen bir siyasi hareketiz. Doğruya doğru yanlışa yanlış siyasetimizin özüdür. ABD'nin küstahlıkta sınır tanımayan devlet başkanlarını aşağılayan hadsiz ve edepsiz Dışişleri Bakanı Marco Rubio'yu da edep ve terbiyeye davet ediyoruz. Cumhurbaşkanımızın da aralarında bulunduğu dünya liderlerini adeta Donald Trump'tan randevu almak için yalvaran kişiler olarak tanımlaması kabul edilemez. Bu küstahlığı, bu edepsizliği, bu aşağılık yaklaşımı reddediyoruz.

"Yargıda hiyerarşi bellidir"

Türkiye'nin en önemli kazanımı bir hukuk devleti olmaktır. Demokrasimizi ayakta tutan en önemli değer hukuka sıkı sıkıya sahip çıkmak, anayasal devlet prensiplerini korumak ve kollamaktır. Maalesef son zamanlarda yargıda alınan bazı kararlar ve atılan bazı adımlarda bir keşmekeşe tanıklık ediyoruz. Yargıtay Anayasa Mahkemesi'ni tanımıyor. İlk derece mahkemesi Yargıtay kararlarına uymuyor. Asliye hukuk mahkemesi hem görev ve yetki gaspı yapıyor hem de YSK'nın kararlarını yok sayıyor. Günün sonunda Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymuyor ve nihayetinde olan hukuk devletine oluyor. Bu sarmaldan Türkiye'ye çıkmak mecburiyetindedir. Yargıda hiyerarşi bellidir. Düzen bellidir. Bu hiyerarşik düzen içerisinde herkesin alması gereken konum ve rol bellidir. En son Cumhuriyet Halk Partisi kongreleriyle ilgili yaşanan konuya da bir temas etmek istiyorum. Seçim yargısının yerine adli yargının geçmesi normal değildir. Bundan demokrasi zarar görür.

"Hukuk devleti ilkesi tartışmaya açılmamalıdır"

Seçimlere adli yargının müdahale ettiği bir yerde seçimler tartışmalı hale gelir. Konu seçim yargısının değil yani İl Seçim Kurulu ve Yüksek Seçim Kurulu'nun değil de asliye hukuk mahkemelerinin konusu haline gelirse partilerle ilgili davaların neticelenmesi yıllara sari hale gelebilir. Bu belirsizliğin demokrasiye de bir katkısı yoktur, hukuk devletine de bir katkısı yoktur. Demokrasi ancak hukuk devleti ilkesinin ve tarafsız yargılama prensibinin ayakta kalmasıyla korunabilir. Yenilen Refah Partisi olarak biz şu partinin, bu partinin yanında değiliz. Hukukun yanındayız. Hukuk devletinin yanındayız. Türkiye'de hukuk güvenliği sağlanmalıdır. Kanunlar herkese eşit uygulanmalıdır. Hukuk devleti ilkesi tartışmaya açılmamalıdır. Yargılamada tarafsızlık ilkesi ve hakim teminatı tam bir garanti altına alınmalıdır. Hakimlerin siyasi etki altında karar verdiği kuşkusu ortadan kaldırılmalıdır. Konunun mağduru olan muhalefet partilerinden daha ziyade iktidarın alması gereken önlemler vardır. Çünkü bu mevzu muhalefetten çok iktidarı yıpratmakta ve zarar vermektedir. Hukuka güven duyulmayan bir ülkede iktidara da güven duyulmayacağı çok açıktır.

"Kadın cinayetleri önlenmelidir"

Konu başlığı kadın cinayetleri. Türkiye'de maalesef kadın cinayetlerinin önüne geçilemiyor. Bu konu bir kangrene haline geldi. Kanayan yaramızdı, kangrenimiz oldu. Kadın cinayetleri önlenmelidir. Kadın cinayetlerinin önlenmesi konusunda hukukun alacağı önlemler olduğu gibi İçişleri Bakanlığı'nın alacağı önlemler de vardır. Aile Bakanlığı'nın alacağı önlemler de vardır. Eğitim Bakanlığı'nın alacağı önlemler de vardır. Bu bağlamda topyekun bir seferberlik ilan edilmelidir. Her gün ülkemizde birden fazla kadının aile bireyleri tarafından ağırlıklı olarak katledilmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Bu hakikat göz ardı edilemez. Devlet bu konuda tedbirlerini almakla mükelleftir. Kadınlarını koruyamayan bir toplumun geleceğini koruyabilmesi mümkün değildir. Toplum, devlet, yargı, kolluk hep birlikte seferber olmalı ve cemiyetin kadınlarını her türlü saldırıdan korumalıdır. Önlemler alınmalıdır. Gerekirse cezalar ağırlaştırılmalıdır. Eşine, nişanlısına veya herhangi bir aile bireyine şiddet uygulayan bir tutuklu, bir hükümlü kısa bir süre sonra cezası infaz edildi ya da iyi halden istifade etti denilerek elini kolunu sallaya sallaya yeniden topluma karışmamalıdır.

"Çocuklar çetelerin çıkarlarına alet edilmektedir"

Çocukların ceza indirimlerinden yararlanıyor olmasından dolayı kullanılmasına zemin bırakılmamalıdır. Kimi cinayet şebekeleri, kimin de de uyuşturucu çeteleri, çocukları maalesef kendi cinayetlerine, suçlarına, cinnetlerine ve çıkarlarına alet etmektedir. Evlatlarımıza sahip çıkamazsak geleceğimizi koruyamayız. Zaten doğum oranlarının düşüklüğünden dolayı yaşlanmaya yüz tutan nüfusumuzu gençlerimizi koruyamayarak daha da kaderine terk edemeyiz.

"Gençlerimizi korumak zorundayız ki sonrasında da çocuklarımızı koruyabilelim"

Gençlerimizi korumak zorundayız ki sonrasında da çocuklarımızı koruyabilelim. 1 Ekim 2025 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra değerli arkadaşlar göreceksiniz ki kadınlar ve çocuklar konusu Yeniden Refah Partisi'nin üzerinde daha büyük bir hassasiyetle duracağı konu başlıkları arasında yer alacak. Son olarak da şunu ifade etmek istiyorum. Emeklilik meselesi maalesef toplumun bir diğer kanayan yarası, emeklilikte yaşa takılanlar meselesi vardı. Maalesef şu an kademeli emeklilik meselesi var. İnsanlar çile çekiyor, sıkıntı çekiyor. Kimi yaşlısınız diye iş vermiyor. Devlet, gününüzü doldurmadınız diye emekli etmiyor. Bu konuda da verilen sözlerin tutulmasını BAĞKUR'lular için 7200 prim günüyle emeklilik hakkının Meclis'in açılmasıyla birlikte sağlanmasını, EYT için de kademeli emeklilik hakkının bir an evvel tanınmasını istiyoruz. İstediğimiz adalettir, başka bir şey değil. Devlet adil olmak zorundadır. Devlet adaletle hükmetmek zorundadır ve adaletten pay alması gerekenler lisesinin başında da emeklilikte yaşa takılanların kadameli emeklilik beklentisi bulunmaktadır."

"Sürecin sonuna doğru yeniden terörist başı Öcalan TBMM'ye gelsin demenin bir manası yoktur"

DEM Parti Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu üyelerinin, "Sayın Öcalan’ın Komisyon tarafından dinlenmesi, sorunun kalıcı çözümü için bir gereklilik olarak ele alınmalıdır" açıklamasını değerlendiren Kılıç, şunları söyledi:

“Gelemez. Gelemeyeceğini kendileri de biliyorlar esasında. Onların ifadesiyle kullandığınız sayın tabirini biliyorum. Sayın tabirini onların ifadesi öyle olduğu için kullandınız. Tutanaklarda da zaten var. Doğrusu terörist başından TBMM’de ‘sayın’ diye söz edilmesini de biz işimize sindiremiyoruz, kabul etmiyoruz. Görüşleri önemli midir? Görüşleri önemlidir. Onda problem yok. DEM Partililerde olmayan bir görüşü de zaten mevcut değildir. DEM Partililer kendisini ziyaret etmektedir. DEM Partisi'nden isteyen herkese kendisinin görüş izni verilmektedir. Bahsettikleri gibi bir izolasyon, bir tecrit, mevzu bahis değildir. Bu sürecin başında Öcalan TBMM'ne gelsin konuşsun dediler. Sürecin ortasında TBMM’den bir heyet gitsin. Öcalan'ı dinlesin dediler. Sürecin sonuna doğru geliyoruz. Komisyon çalışmalarında ortanın ilerisine geçtik. Sürecin sonuna doğru yeniden terörist başı Abdullah Öcalan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gelsin demenin bir manası yoktur. Hükümlü, müebbette mahkum bir terör elebaşını Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin meşru yasal muhataba haline getirmek doğru değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi millet iradesinin tecelligahıdır. Eğer illa terörist başının görüşlerine hangi konuda ne düşündüğüne ihtiyaç duyuluyorsa DEM Parti milletvekilleri zaten gidip gidip görüşüyorlar. Devlet adına da görüşmeler zaten senelerdir yapılıyor. Bunu bilmeyen yok. MİT'te bu görüşmeleri yapıyor. Devlet de bu görüşmelerin bir boyutunda var. Yani devletin soracağı bir soru varsa devlet yetkilileri de oradan gidip sorabilirler. Yeri belli adresi belli.

"Terörist başının TBMM tarafından muhatap alınmasında yokuz"

DEM partililerin merak ettiği bir şeyler varsa onlar da gidip sorabilirler. Biz hep şunu dedik. Kürt vatandaşlarımızın tek yasal temsilcisi DEM Parti değildir. Kürt vatandaşlarımız Yeniden Refah Partisi'ne de oy vermektedir. AK Parti'ye de oy vermektedir. CHP'ye de oy vermektedir. Bu anlamda hepimiz Kürt vatandaşlarımızın temsilcisi durumundayız. Ama DEM Parti kendisinde bu konuda daha ileri bir ehliyet hissediyorsa gider, sorar, öğrenir, gelir komisyonda bunu ifade eder. İlla bu süreci getirip getirip terörist başı Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne getirilmelidir. Getirilmelidir. Burada konuşmalıdır noktasına kitlemek doğru bir tavır değildir. Bu süreci çözümsüzlüğe mahkum etmektir. Bir çözüm aramamak kaos aramaktır. İşi içinden çıkılmaz hale getirmektir. DEM Partililer böyle bir çağrı yapacaklarına ‘PKK fesih kararı aldığı gibi YPG de fesih kararı almalıdır, SDG'de fesih kararı almalıdır, PJAK ve PCDK'da fesih ararı almalıdır’ deseler daha hayırlı, daha doğru bir iş yapmış olurlar. Sorunun çözülmesine evet elbette ki varız. Ama terörist başının TBMM tarafından muhatap alınmasında yokuz."

"Türkiye eğer bir eksen arayışındaysa bu Türkiye, Rusya, Çin ittifakı olmak yerine D-8 Devletleri işbirliği örgütü olmalıdır"

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "Türkiye, Rusya ve Çin ittifak yapsın" açıklamalarını da değerlendiren Kılıç, şunları söyledi:

“Türkiye tabii NATO'nun kurucu ortağı olan bir ülke ve Amerika Birleşik Devletleri'yle yakın ilişkileri var. Savunma sanayimizde de Amerika Birleşik Devletleri'yle paralel kurulumlarımız var. Türkiye eğer bir eksen arayışındaysa bu Türkiye, Rusya, Çin ittifakı olmak yerine D-8 Devletleri İşbirliği Örgütü olmalıdır. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'yle olan ilişkilerinin yanında yeni bir uluslararası organizasyon içerisinde küresel sorunlara çözüm arayacaksa bunun adresi D-8 olmalıdır. Malezya'dan Endonezya'ya, İran'dan Pakistan'a kadar Müslüman sekiz ülke masaya çağrılmalıdır. Masaya yumruk vurulmalıdır ve Amerika Birleşik Devletleri İsrail'in yanında konumlanmaktan çekilmeye zorlanmalıdır. Bizim menfaatimiz Rusya-Çin hattında değil kendi çıkarlarımızı koruyacağımız mevcut bulunduğumuz hattadır ama diplomasimiz de elbette ki Amerika Birleşik Devletleri- İsrail ittifakını bozmaya çalışmalıdır. Bu kadar net. Çünkü İsrail'in hukuksuzluklarına Amerika Birleşik Devletleri göğüs germekte ve zaman zaman da bunu NATO adına yapıyor izlenimi vermektedir. Elbette ki Sayın Cumhurbaşkanımız bugün Trump'la görüşecek. Tüm konuları olanca açıklığı ve netliğiyle ifade etmesini başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devleti'ni Amerika Birleşik Devletleri'nin de tanıma ve bu yönde gereken adımları atma zamanının geldiğini kendisine hatırlatmasını diliyoruz” dedi.

"Hukukun sınırları zorlanmamalıdır"

ABB’ye yönelik operasyonlara ilişkin gelen soruya ise Kılıç şöyle yanıt verdi:

“Bu konudaki görüşümüz nettir. Adalet herkes için eşit işlemeli, eşit uygulanmalıdır. Eğer bir yerde bir yolsuzluk varsa sonuna kadar gidilebilir. Ama senin hırsızın kötü, benim hırsızım iyi şeklinde bir kayırmacılık yapılmamalıdır. Ankara Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ya da başka bir belediyeyle ilgili bir operasyon yapılıyorsa bu operasyonlar geçmiş dönemleri de kapsamalıdır. Hukukun sınırları zorlanmamalıdır. Bir suç varsa yapanın yanına kar kalmamalıdır. Ama yargı sopa gibi de kullanılmamalıdır. Doğruya doğru yanlışa yanlış dediğimiz çizgi tam olarak net olarak budur. Yargı kimsenin elinde bir sopa değildir. Suç işleyene yargı işlesin. Hırsızlık yapan yargılansın ama benimki yargılanmasın sadece seninki yargılansın bu adalet değil. Bu adaleti yok eden bir garabettir. Yargılanacaksa tüm dönemlerin dosyaları birlikte eş zamanla açılmalıdır.”